24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Osman Necmi Gürmen’le ‘Neydi Suçun Zeliha’ya dair ‘Bugün derinlemesine araştıran genç yazar yok!’ Osman Necmi Gürmen otuz yıl ara verdikten sonra yeni romanlarını peş peşe yayımladı. Râna’yla paşlayan süreçte Gürmen, Mühtedi (Kiliseden Camiye), Ah Vre Sevda, Saint Michel’in Develeri adlı kitaplarla okurların beğenisini kazandı, kitaplar yüksek satış rakamlarına ulaştı. Yazdığı romanlarda tarihi konulara değinen, bu konuların çevresine de insanı yerleştiren Gürmen, yeni romanı Neydi Suçun Zeliha!’da da çoktanrılı dinlerde göklere çıkartılan kadınların tektanrılı dinlerde nasıl da ikinci plana itildiğini tarihi zemin çerçevesinde gözler önüne seriyor. Osman Necmi Gürmen’le yazarlık serüveninden yola çıkarak yeni romanı üzerine söyleştik. Ë Erdem ÖZTOP eçmişten yol alalım istiyorum, ilk romanınız 1976 yılında yayımlandı. Aradan otuz yıl gibi bir süre geçti. Bu sürede yeni bir ürün vermediniz. Neydi sizi sessizliğe, yazmamaya iten nedenler? İlk çıkan kitabım, Fransızca olarak kaleme aldığım L’echarpe d’ris’ti. Fransa’nın en önemli yayınevleri arasında bulunan Gallimard tarafından 1976 yılında basıldı. Daha sonra Ebem Kuşağı adıyla Hürriyet Yayınları tarafından da 1978 yılında yayımlandı. İkinci kitabımı ise Türkçe yazdım, Kılıç Uykuda Vurulur adıyla. O da daha sonra gene Gallimard tarafından Fransa’da yayımlandı. Sonra da dediğiniz gibi otuz yıllık bir ara geldi. İçinizde bir irade var. Ben de çocukluğumdan bu yana yazma isteğiyle doluydum. Ama hadisat iradenin üstesinden geliyor çoğu kez. Hayatımda öyle olaylar oldu ki, bir gün olsun elime kalemi alıp yazamadım. İçimden gelmedi. ‘KALPTEKİ KIPIRTILARI HİSSETTİĞİNİZDE BEYİN ÇALIŞMAYA BAŞLAR’ Ne etkili oldu kalemi yeniden elinize almanıza? Birincisi birazcık rahata kavuştum. İkinci eşim Fransa’da edebiyat profesörü. Onun teşviki büyük etki yarattı bende. İçimdeki kurt da henüz ölmemiş tabii. Yeni baştan oturdum masanın başına, aldım elime kalemi… İçimde çok ukde kalmış bir konu vardı, annemin hayatı. Râna’yı yazdım böylece. Son dönemde de çok tartışılır bir konu, başka dilde yazma. Siz neden peki ilkin Fransızca yazma isteği duydunuz? Ellili yıllarda gazeteleri sık okurdum. Sonra Siverek’e, baba tarafına gittim. Orada on sene kaldım. Başıma gelmedik iş kalmadı tabii. Siverek’ten dönüşümde gazeteleri yeniden elime aldığımda okumaya çalıştım ama bir tek kelime anlamadım. Arı dil ağırlıklı olarak kullanılıyor. Yeni bir dil çıkmış ortaya, hiçbir şey anlayamadım. Oğlum ders kitaplarını gösterdiğinde, kendisini çalıştırmamı istediğinde yazılanlardan pek bir şey anlamadım. İnsan bilmediği bir dilde ne yazsın o zaman. Yabancı dil olarak Fransızca biliyordum. Sevdiğim bir dildi neticede. Romanlarım da haliyle bu dilde yazıldı. Tarihi romanlar yazdınız bugüne kadar. Bunun nedenlerini konuşalım biraz da… Bizde bir tabir vardır, “Tarih tekerrürden ibarettir” diye. Eğer tarihten ders almazsanız, tarihteki yanlışlar elbette tekerrür eder, devam eder… İş onları gözünüzün önüne koymak, ondan sonra da bunların tekerrür etmemesini sağlamak. Amaçlarımdan birisi bu. Bir de bunu tarih profesörü olarak anlatabilirsiniz. Bu da değil. Benim gayem, kalbe hitap etmek. Kalpteki kıpırtıları hissettiğiniz anda beyin çalışmaya başlar. Benim roman yazarak yapmaya çalıştığım da bu işte. Kuşaktaşlarınız arasında tarihi meseleleri dert edinenler çoğunluktaydı. Sizden sonraki kuşak tarihi anlatımdan, tarihi konulardan uzaklaştı. Bunu neye bağlıyorsunuz? Öncelikle şunu söyleyeyim. Günümüzde de tarihi konularda roman yazan var. Ama asıl mesele şu: Dokümantasyon, yani arşiv meselesine kulak asan yok. Artık derin mevzulara inmek isteyen yazarlar yok. Daha çok güncel meselelere giriyorlar. Tarihi dayanak çok önemli bir konu. Aklıma gelmişken, sizin bir de kurşunkalemle yazma hikâyeniz varmış, belgeseli de yapılmış hatta. Biraz anlatabilir misiniz? Hâlâ kurşunkalemle mi yazıyorsunuz? Huy mudur, neyin nesidir bilmem, ama hâlâ kurşunkalemle yazıyorum, evet. Bilgisayar kullanmasını bilmem. Bir tek Hürriyet muhabiriyken daktilo kullanıyordum, ama kafayı ve kalbi çalıştırmaya geldi mi iş, tak tuk sesleri benim dikkatimi dağıtıyor. Alıyorum önüme kâğıdı ve kalemi, öyle yazıyorum… Hissiyatı yakalayabilmek için sessizliğe ihtiyaç duyuyorum. İş tarihi bir yapıt ortaya koymaksa, araştırmaları nasıl yapıyorsunuz peki? Artık bilgisayar çok revaçta… Eşimin sayesinde bilgisayardan araştırmalar yapıyorum elbette ben de. Yeri gelmişken belirtmemde yarar var: Tarihi bir konu üzerinde çalışırken, muhakkak karşılaştırma yaparım. Bu yeni kitabım için de üç kutsal kitap hakkında muazzam araştırmalar yaptım. Mesela Kuran’dan araştırma yaparken, tek bir tercümeye sadık kalmak istemedim. Sadece Türkçeler de değil, Fransa’daki Arap asıllıların yaptıkları Kuran tercümelerini inceledim. Bütün bunların sonucunda ilerledim. Ama az önce de sözünü ettik. Günümüzde bu kadar derinlemesine araştırma yapacak gençler ne yazık ki yok gibi. Daha saki geliyorlar sanki bana. Uzun aradan sonra başta da sözünü ettik, Râna’yı yayımladınız ve oldukça ilgi gördü okurlar tarafından. Neden bu kadar ilgi gördü? Dedim ya, akla değil, kalbe hitap ettim Râna’da. Bir kadının Osmanlı İmparatorluğu’nun son devrinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarına denk gelen yıllarında yaşamış bir kadının, örfâdetlerin altında ezilmesinin hikâyesini anlattım. Çıkamıyor dışarı. Akıllı ve hisli bir kadın olsa da baskıdan dolayı, sokağa çıkıp fikirlerini, düşüncelerini paylaşamıyor kimseyle. Bu durum çok dokundu galiba, özellikle de hanım okuyuculara! Râna’dan sonra okurlarımın büyük bir kısmı artık hanımlardan oluşur oldu. ‘KUTSAL KİTAPLARIN NEDEN BU KADAR KIYIMA YOL AÇTIĞINI ARAŞTIRMAK GEREK’ Bu yeni romanınız, Neydi Suçun Zeliha!’da da Râna’dakine benzer, kadının toplum içinde ikinci plana itilmesini konu ediniyorsunuz. Bu mesele başlangıçtan bu yana sizin dertlerinizden birisi olmuş öyleyse… Annemin hikâyesi beni baştan beri rahatsız ediyordu aslında. Kadının çoktanrılı dindeki değeriyle, tektanrılı dinde ikinci plana itilişinin tezatlığını ortaya koyup bu durumu Zeliha karakteri üzerinden eleştiriyorsunuz, diyebilir miyiz? Evet. Birinci tema bu. İkincisi de kutsal kitaplar aslında toplumlarda bir ahenk, bir düzen getirmek için yazılmış kitaplar. Ama görüyoruz ki, huzur getirmek için yazılmış bu kitaplar kalkıp bir sürü çekişmelere, kıyımlara varan sonuçlar ortaya çıkardı. Bunun nedenlerini aramak lazım. Ben de bununla uğraştım. Neydi Suçun Zeliha! nasıl ortaya çıktı peki? İki şey var. Birisi, hâlâ o kadınların eziyet görmeleri. İkincisi de böyle kutsal denen kitaplarımız neden huzur yerine savaş getiriyor sorusuna yanıt bulmak. Günümüzde bile bu huzursuzluk devam etmiyor mu? Irak’ın hali ortada, ŞiiSünni çekişmeleri, düne kadar İrlanda’da süren KatolikProtestan çekişmesi... Hâlâ da devam ediyor aslında. Tarihine baktığınızda milyonlarca kişinin katledildiğini görüyoruz. Bu içime oturmuş meseleleri anlatabilme gayesindeyim. Bir yanıyla da riskli bu durum. Dini konular edebiyatla buluşunca bazı kesimlerce hoş karşılanmıyor. Bakın Salman Rüşdi örneği hâlâ bizleri rahatsız ediyor. Yazdığı Şeytan Ayetleri kitabı hakkında İran’da ölüm fetvası verildi yıllar önce. Siz de bu romanı yazarken böyle bir tedirginlik yaşadınız mı? Siz benim esas şimdilerde yazmakta olduğum kitabımı görün o zaman! Salman Rüşdi benim için hokkabazın biri, kusura bakmayın! Sağdaki soldaki insanların yazmanlığını yaptı. Ben Fransızcasını aldım. On beşinci sayfasında bıraktım. Eşim kızdı bu duruma. Kendisi de elli sayfa götürebildi. Ama kitap milyonlar sattı. Ismarlama kitaplardır bunlar! İstediğiniz kadar göklere çıkarın, bunlar yazmandır, sipariş üzerine yazarlar. Romanınız Urfa’da geçiyor. Siz de oralısınız. Etkisi oldu mu romanı yazmada? Doğrudan değil de tarih nezdinde olmuştur mutlaka. Urfa’ya gittiğinizde, insanlarla konuştuğunuzda, yüzde yüz emindirler ki, Hz. İbrahim’in yurdu orası. Orada doğup büyümüş, Hakk’a orada varmıştır… Tevrat’a bakıyorsunuz, Hz. İbrahim’in yurdunu, ta Basra Körfezi’ne doğru götürmüşler. Niçin oraya taşınmış, romanda var. Harran kim, İbrahim’in kardeşi, Urfa’nın ilçesi olan Suruç, büyük amcası… Yani buranın Hz. İbrahim’in yurdu olduğu konusunda büyük sonuçlar veriyor. Bunun dinen de ilmen de ispatını yapıyorum romanda. Basra’ya doğru nasıl götürüldü Hz. İbrahim’in yurdu? Tevrat’ta geçen bu hikâyeyi de kitapta açıklıyorum.? Neydi Suçun Zeliha!/ Osman Necmi Gürmen/ Everest Yayınları/ 340 s. G “Bizde bir tabir vardır, ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ diye. Eğer tarihten ders almazsanız, tarihteki yanlışlar elbette tekerrür eder, devam eder… İş onları gözünüzün önüne koymak, ondan sonra da bunların tekerrür etmemesini sağlamak. Amaçlarımdan birisi bu. (...) Benim gayem, kalbe hitap etmek. Kalpteki kıpırtıları hissettiğiniz anda beyin çalışmaya başlar. Benim roman yazarak yapmaya çalıştığım da bu işte” diyor Osman Necmi Gürmen. SAYFA 16 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1052
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle