27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kafka’dan ‘Aforizmalar’ Kafka güneşi Aforizmalar, Kafka’nın ardında bıraktığı tamamlanmış ender elyazmalarından biridir. Tüm aforizmalar Kafka tarafından tek tek numaralandırılmıştır. Max Brod, altısı küçük okul defterlerine yazılmış aforizmalardan, kısa öykücüklerden, çeşitli konulardan oluşan bu elyazmaları “yığınını” Taşrada Düğün Hazırlıkları başlığıyla tek bir kitapta toplamıştır. Daha sonraları birçok ülkede, bu kitaptan küçük başka kitaplar üretilmiştir: Babaya Mektup ve Aforizmalar gibi. Bu kitaptaki aforizmaların tam olarak ne zaman yazıldığını bilmiyoruz. Bir sayfadaki 1917 tarihiyle Günlük’te yer alan benzer cümleler, aforizmaların 191718 yılları arasında yazıldığına işaret etmektedir. Max Brod, bu aforizmalara “Günah, Acı çekme, Umut ve Gerçek Yol Üzerine Derin Düşünceler” başlığını uygun görmüştür. Ama Kafka, bu elyazmalarına bir ad vermediğine göre, en uygun başlık, kuşkusuz, yazın alanındaki bu türün genel adı olan Aforizmalar’dır. Hemen şunu da belirteyim ki, Kafka’nın tüm kitaplarında, özellikle günlüklerinde ve mektuplarında yazılmış, çeşitli konularda, ayıklanacak olsa, başlı başına büyük bir kitap oluşturacak kadar aforizma vardır. Ë Ferit EDGÜ er genç yazarın keşfettiği, etkilendiği, yapıtıyla diyalog kurduğu yazarlar vardır. Bunlar, zaman içinde önemini yitirirler. Öylesine ki genç yazar orta yaşlarına geldiğinde, bu yazarlarda ne bulduğunu şaşırarak sorar kendine. Gençlik yazarları içinde kimileri de vardır ki tüm yaşamı boyunca eşlik eder ona. Her okuyuşunda, onlarda yeni bir şeyler bulur; o güne değin bunları nasıl ayrımsayamadığına şaşar. Bu, okurla yazar arasındaki ilişkinin bir hayli ötesinde bir ilişkidir. Tek taraflı da olsa bir hısım akraba ilişkisidir. YENİYETME YAZARLAR İÇİN DERSLER Elime kalemi aldığım çok genç yaşlardan bu yana, yerli yabancı pek çok şairle, yazarla bu tür ilişkim oldu. Dünyamı zenginleştiren, bana yazmayı da, okumayı da, düşünmeyi de öğreten ilişkiler. Yalnız, nasıl yazar olunur sorusunun değil, nasıl insan olunur sorusunun da yanıtını bulduğum yapıtların yazarları. Çağdaşlarımdan Sait Faik’ten, Nâzım Hikmet’ten, Melih Cevdet’ten, Oktay Rifat’tan söz ediyorum. Yabancıları saymaya kalkmayayım ya da yalnızca birkaçını sayayım: Rabelais, Marquis de Sade, Lautréamont, Rimbaud, Jarry, Breton, Sartre, Artaud, Beckett, Kafka… Gördüğünüz gibi hiçbir filozof adını anmadım. Okumadığım ya da unuttuğum için değil, onların (varsa) üzerimdeki etkilerini yeterince özümleyemediğimi düşündüğüm için. Örneğin, hemen hemen tüm yapıtını okuduğum Sartre’dan, yirmili, hatta otuzlu yaşlarımda neler öğrendiğimi, onun hangi yönlerine öykündüğümü çok iyi anımsıyorum. O yıllarda “Ya Sartre gibi olurum ya hiçbir şey” dediğimi de. Bu derin etkiyi bugün açıklamakta güçlük çekiyorum. Dönemin koşulları, deyip geçiyorum. Bir de özrüm var: Yeryüzünün dört bir yanındaki gençleri, politikacıları, yazarları, düşünürleri etkilemiş biriydi o. Ama Kafka öyle değil. O her zaman koşulsuz yazarım oldu. Ondan, düşünmeyi, politikayı, yazarın sorumluluğunu, toplum birey ilişkilerini öğrenmedim. Düş gücünün sınırsızlığını, düşün içindeki gerçeği, gerçeğin içindeki düşü, nasıl yazılacağını, nasıl yazılmayacağını, yapıtın önünde silinmeyi de. Kafka’nın Türkçedeki ilk kitapları, 1950’lerin ortalarında yayımlanan Milena’ya Mektuplar ve onu izleyen Değişim’di. Kafka’yı tanımadan okunmuş Milena’ya Mektuplar’ın pek bir anlamı yoktur. Ama Değişim ve Akademiye Rapor bu iki öykü, kendilerine yeni yollar, yeni açılımlar arayan biz genç Türk yazarlarının hemen ilgisini çekti. Ben de onlardan biriydim. Daha önce Sartre’ın Bulantı’sı ile Duvar’ını ve tabii o küçük ama yankıları büyük Varoluşçuluk Bir Hümanizmadır konulu konferans metnini; Camus’nün Yabancı’sını, Veba’sını okumuş olduğumuz için, bir ölçüde de olsa Kafka okumasına hazırdık. İlginçtir, Tünel’deki Kohen Kızkardeşler Kitabevi’nin satılmayan kitaplarını attığı asmakatta, Michaux’nun, Perse’in, Tzara’nın kitaplarını bulduğum gibi, Kafka’nın Fransızcalarını da buldum. Ceza Kolonisi ile Çin Seddi, ilk okuduğum öykü kitapları oldu. Beni Kafka’da ilk çarpan, o, süssüz püssüz, yalın, handiyse doğal, kendiliğinden anlatımı olmuştu. Metni sıfatlardan, benzetmelerden arındırmak, yapıtı ekleyerek değil, eksilterek oluşturmak. Joyce’da, Proust’ta, Céline’de, Beckett’te, Breton’da, göze batarcasına gördüğümüz “çalışılmış” üsluptan eser yoktu onun öykülerinde. Olağanüstü olayları, olağan, sıradan bir duruma indirgiyordu Kafka’nın bu sanki olmayan üslubu. Kendi sesini bulmaya çalışan, üslup temrini yapan genç yazarın, bundan alacağı dersler olmalıydı. Gerçekçilik ve toplumculuk, dolayısıyla toplumcu gerçekçilik tartışmalarının Batı’da da yurdumuzda da ateşli tartışmalara, hatta suçlamalara sahne oldu ¥ H İnsanın önündeki ayna Ë Ali BULUNMAZ inlerce sayfalık bir kitap insanın gözünde büyüdükçe büyür; kocaman ve aşılamaz bir dağ olur çıkar. Tırmanmak istenip, korkulan bir engele bürünür adeta. Ama bu ufak bir engeldir aslında, çünkü uzun uzadıya anlatılan hemen her konu, zihinde oluşacak soruların yanıtlarını da kendi içinde barındırır, sadece onu görmek, görmek istemek gerekir. Gelgelelim incecik, kısa ve özlü anlatımlar aynı korkuyu salmaz ruha. En azından başlangıçta. Hızla yenilip yutulacağı sanılır, esas yanılgı buradadır işte. Siz onlara özlü söz, çıkma ve aforizma (haydi biraz daha derine inelim, Wittgenstein’da rastladığımız gibi “yan değini”) deyin; bunlar öyle kolay tüketilmez, zihninizi hazırlamazsanız hazımsızlık bile yaratabilir. Kafka’nın Aforizmalar’ı da bu cinsten. Onun, çoğunlukla yaşadığı çağdan büyük oranda etkilenerek oluşturduğu kendi karanlık dünyasını yansıtan yapıtları içinde Aforizmalar’ın önemi bir boy önde sanki. Hem zamanını hem yapıtlarını hem de edebi ve ruhsal dünyasını aydınlatan değiniler bunlar. Kendini anlatıyor gibi görünürken insanı eşeleyen, bunu yaparken en ince ayrıntıları en arı ifadelerle kâğıda döken biri var Aforizmalar’da. Buna bir sıfat takmak mümkün: Bilge. Aforizmalar’da ortaya çıkan bilgelik, tam da özüne uygun biçimde, sınırlayıcı değil, yol açıcı bir nitelik taşıyor. Ancak şunu da göz ardı etmemeli: Zihin zorlanmadıkça, verili olanın, yani Kafka’nın kaleminden düşenlerin kazısı yapılmadıkça neyin nereye dokunduğunu kavramak zorlaşıyor. Kısacası aforizmalar, metaforlara boğduruluyor o zaman. Üstelik, kitabı bir solukta okuyup soluksuz kal B mak da olası. Kapağını kapatıp bitirdiğinizi sanmak, Aforizmalar’ın uçurumdan aşağı yuvarlanması da demek. Aforizmalar’ın, Kafka için ve edebifelsefi olarak ne anlama geldiği, Ferit Edgü’nün geniş kapsamlı yazısıyla gün ışığına çıkıyor zaten, tekrarlamak yersiz. Şunu eklemeli sadece: Her aforizmadan bir kitap kotarılabilir kolaylıkla çünkü dehlizlerde sizi bir derya karşılar. Biraz daha yoğunlaşınca, sözcükler ve cümlelerle Kafka’nın yarattığı etikanın sesini de işitebilirsiniz. “Sahip olmak”ın yerine “olma”nın gerçekliği ve gerekliliğini yansıtan bir etika bu ya da “dünyayla arandaki savaşımda, dünyadan yana ol” diyen. Kafka’nın yapmaya çabaladığı, arkasından kimsenin gelip gelmeyeceğini o kadar da umursuyor görünmemekle birlikte, kendine bir patika yol bulmak belki de. Bu yol, manevi değerlere ve umuda giden bir özelliğe sahip Kafka için. 14. aforizma bu umudu şahlandırıyor iyiden iyiye: “Düz bir yolda yürüyor olsan, tüm ilerleme isteğine rağmen hâlâ gerisin geriye gitsen, o zaman bu ümitsiz bir durum olur; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik, bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, zeminin özelliğinden ileri gelebilir, umutsuzluğa kapılmamalısın.” Sadece bu değil; Aforizmalar, insanı kendini gözlemlemeye çağıran, çift yönlü bir sesleniş öte taraftan: Başkalarını tanıyarak kendini anlayan insan ile kendinden yola çıkıp karşısındakileri kavrayan insanı anlatıyor bu ses. “İyi” ve “kötü” üzerine de düşünen Kafka, Aforizmalar’ın kapısında dikiliyor. Ölüm ve yaşam üzerine yazdıkları, “ilk günah”a dair karaladıklarıyla birleşiyor. Her ne kadar manevi yön ağır bassa da, Kafka’nın Aforizmalar’ı dünyanın tam orta yerine düşüyor. İnsanın kendini dünyadan sıyırmaması gerektiğini öğütlüyor bir anlamda: “Dünyanın acılarından uzak tutabilirsin kendini, bu sana kalmış olup doğana uyar ama tam olarak bu uzak duruş belki kaçınabileceğin yegâne acıdır.” Kitabın sürprizlerinden biri de, Kafka’nın elinden çıkma desenler. Aforizmalarla bütünlük oluşturan desenlerin ilgi çeken yanı, yazılanların görselliğini sağlaması. Kafka bir dünya, yayımlanan bu aforizmaları ise o dünyaya giriş için bir anahtar gibi algılanabilir rahatlıkla. Hani şöyle demek de olası: Kafka’nın dolambaçlı ya da sarp yolları için bir harita Aforizmalar. Yapmacıksız, yalın bir dünya adına bir çağrı belki de: “Evden çıkıp gitmem gereksiz. Masa başında otur ve bana kulak ver. Kulak vermesen de olur, tamamen sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, kendini sana sunacaktır; başka bir şey gelmez elinden, cazibeye kapılmış, ayaklarının dibinde kıvranıp duracaktır.” Maske düşürmek... Kafka’nın yaptığı da bu işte. Aforizmalar, Kafka’nın dünyasını okura açıyor; yalnızca bu mu? Elbette değil, adeta insanın önüne konulan bir aynaya benziyor. ? SAYFA 26 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1052
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle