29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ leri hâlâ yaşanıyor. Sivas Kıyımı’ndan yaralı kurtulanlardan, yarasız kurtulanlara dek hepsinin yaşamlarında bir daha eskisi gibi olmayacak zamanlar yaşandı, yaşanıyor. Şeytan Minareleri’nde, bu bakımdan görülmeyeni anlatmaya çalıştım. Toplumun çıplak gözle göremediği, gazetelere, televizyonlara yansımamış, bireyi kendi çeperinde yakıp kül eden gerçekliği göstermek istedim okura. “TOPLUMUMUZ SAĞIR” Şeytan Minareleri’ndeki “Dinlemek ruhu yatıştırır; beyni eğitir; bilgiye kapı açar. Dinlemek yeniler seni, değiştirir, varlık bilincini, esenliğini, zamanını yeni anlamlarla donatır” sözleri topluma önemli bir ileti. İnsanların bilinçsizce konuştuğu, okumadığı, özellikle de giderek yozlaştığı bir toplumda yaşıyoruz. Roman kahramanı Meserret Masalcısı, anlattıklarıyla bu çarpıcı gerçeği somutlaştırıyor? Romanda ipuçları verilen çözümü okura bırakmak doğru olur ama eklemek istedikleriniz de olabilir. Bu konuda neler söylersiniz? Ben toplumumuzda kişilerin birbirlerine sağır olduklarını düşünüyorum. Kimsenin birbirini dinlemeye ne niyeti, ne sabrı, ne kültürü var. Yaşanan tam anlamıyla bir curcuna. Kim ne diyor, öteki ne anlıyor, kimse açıklayamıyor bu durumu. Zaten anlaşmazlıklar da buradan çıkıyor. Bu bir eğitim işi elbette ama roman, öykü, şiir, deneme… Okumak da bir eğitim. Bu anlamda istedim ki dinlemek üzerine okur biraz düşünsün. Dinlerken kazanacaklarının ayrımına varsın. Gerçeği yalnızca kendi kafasının içindeki sanmasın. Okumayan kişilerin açmazı her zaman büyüktür. Okuyanların kendi çıkış yollarını üreteceğine, okurların dinleyerek de okumak kadar yaşamlarına değer katacağına inanıyorum. Yazarken kendiliğinden çıkan bu durum sanırım bende uzun bir birikimin sonucuydu. Bilmem işe yarar mı? Şeytan Minareleri’nde anlatılan acının yaşandığı yer ayrı, anlatıldığı yer ayrı. Sivas’tan İzmir’e, İzmir’de de Karşıyaka’dan Kemeraltı’na uzanan anlatı mekânları görülüyor. Sizde Kemeraltı özel bir çevre sanıyorum. Daha önce de sanırım 1980’lerin başında Kemeraltı Şiirleri’yle bu özel ilginiz ortaya çıkmış ‘Ben toplumumuzda kişilerin birbirlerine sağır olduklarını düşünüyorum. Kimsenin birbirini dinlemeye ne niyeti, ne sabrı, ne kültürü var. Yaşanan tam anlamıyla bir curcuna. Kim ne diyor, öteki ne anlıyor, kimse açıklayamıyor bu durumu. Zaten anlaşmazlıklar da buradan çıkıyor’ diyor Hidayet Karakuş. tı. Romanın bölümlerinin başına koyduğunuz dizeler de çoğunlukla Ateş Mektupları’yla Kemeraltı Şiirleri’nden seçilmiş. Sizi Kemeraltı’na çeken, Beybaba’yı orada dolaştıran nedir? Kemeraltı Şiirleri, 1982’de yayımlanmıştı. O yıllarda da Türkiye’nin ekonomi politik ortamının somut örneği bana hep Kemeraltı görünmüştü. İstanbul’da Mahmutpaşa, Ankara’da Samanpazarı, Adana’da Mısır Çarşısı… gibi yerler en canlı tecim yerleri değil midir? Kemeraltı’nda her gün yüz binlerce insan dolaşır, alış veriş eder, yer içer, kendini arar. Benim için Kemeraltı bir masal evrenidir. Bu yüzden Binbir Gece Masalları’nı okurken de gözümün önünde hep Kemeraltı’nın gizemli dünyası canlanmıştır. Tarihsel geçmişiyle, yapılarının özgünlüğüyle, insanlarının yaratıcılığıyla eşi bulunmaz bir yerdir İzmir’in içinde. Acılarıyla boğuşurken kendini evden dışarı atan Beybaba için oradan daha güzel sağaltıcı bir dünya düşünemedim. Biliyorsunuz, Karşıyaka’daki çarşıya açılan sokaklardan birinden çıkıp gelen Beybaba, Kemeraltı’na gelmeden öyküsüne başlayamaz. O bir masal kahramanıdır aynı zamanda. Aşkının başladığı yer de Kemeraltı’dır. Hem geçmişini arar bir bakıma, hem acılarını sözcük sözcük, kendi törensel alışkanlıklarıyla kimseden bir şey beklemeden anlatmaya girişir. Belirlenmiş bir erekten çok Beybaba’ya yakışan, onun geçmişiyle bütünleşen bir evren olarak Kemeraltı, biraz da kendiliğinden romanın çevresini oluşturdu. Romanda Masalcı, öykülere vuruyor kendini. İçinde bir ırmak gibi çağlayan anıları boşaltmak istiyor. Burada Hidayet Karakuş, roman kahramanıyla özdeşleşiyor. Mahir’den Masalcı’ya uzanan çizgide ölümsüz bir aşk, ayrılık, özlem ve Sivas Kıyımı’nın travması var. O cehennemden son anda kurtulan bir yazar olarak Şeytan Minareleri, bu boşalma için yeterli mi yoksa devamı başka bir romanla gelecek mi? Şeytan Minareleri’nin yazılma süreci çok uzun. Yazmayı o yıllarda düşünmüştüm ama Sivas Kıyımı’nın tozu dumanı dağılmadan yazmak da istemedim. İnsan yazıp içindeki acıyı bir an önce atmak ister, bu bir kendi kendine sağaltım yoludur genellikle. Ancak ben yazmak istedikçe acı derinleşti. Zaman uzadıkça hem biçim, hem biçem arayışı ayrı bir acı yarattı. O nedenle de aradan geçen on altı on yedi yıl hep diri kaldı içimde. Bundan sonra bitecek mi? Aksine o acı, sanırım şimdi daha bir somut, daha bir kanatıcı oldu bu romanla birlikte. Yakılan, yakılmak istenen, olayın şaşırtısıyla okuma yazmayı unutan arkadaşlarımızın, onların yakınlarının kendi başlarına verdikleri yaşam savaşı unutulmamalıydı. Onlar için yazdım, kendimi hep sanki bu işin dışındaymışım gibi düşünmek istedim yazarken ama yer yer yazmayı bırakıp evin içinde deli deli dolaştığım oldu. Aynı izlekte yeni bir roman beni gerçekten sağaltır mı dersiniz? Şeytan Minareleri/ Hidayet Karakuş/ Cumhuriyet Kitapları/ 336 s. SAYFA 31 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1052
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle