Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Genç Bir Romancıya Mektuplar ir zamanlar herkes “şair”di ülkemizde. Özellikle gençlik çağında, hiç değilse birkaç dize karalamış insanların sayısı hiç de az değildi. Sonunda bu “genç şairler”in kaçı şairliğin o bilgi, yetenek, uğraş isteyen gerçek serüvenine atılmayı göze alırdı, o ayrı sorun. Görebildiğim kadarıyla, şiir yazmak son yıllarda eskisi B MÜREKKEBİ KURUMADAN Edebiyat ve şan şöhret M ario Vargas Llosa’nın Genç Bir Romancıya Mektuplar’ından kısa bir bölümü Türkçeye aktarmaya çalıştım. Yazarın bu “mektup”unda söylediklerinin, kitabın bütünüyle ilgili yeterince fikir verdiğini sanıyorum: “Değerli dostum, “Mektubun beni heyecanlandırdı; çünkü yazdıklarında kendi ilkgençliğimi gördüm, General Odría’nın diktatörlüğü altındaki Lima’nın o karanlık döneminde yazar olma tutkusuyla yanıp tutuştuğum günleri anımsadım. Ne yapacağımı, işe nereden başlayacağımı, gerçek yapıtlarımı bir an önce nasıl ortaya çıkaracağımı, özel tapınağıma yerleştirmeye başladığım Faulkner, Hemingway, Malraux, Dos Passos, Camus, Sartre gibi okurlarımın gözlerini kamaştıracak öyküleri nasıl yazacağımı bilemediğim için umarsızlık içindeydim. “Birçok kez onlardan birine yazıp (hepsi de hayattaydı hâlâ) nasıl yazar olunur diye sormak geçti içimden. Ama bazen utangaçlıktan, bazen de bozum olurum korkusuyla bir türlü cesaret edemedim kimsenin yanıt vermeye gönül indirmeyeceğini bile bile neden yazacaktım ki? Edebiyatın birçokları için pek bir anlam taşımadığı, varlığını handiyse bir yeraltı etkinliği gibi toplumun uç boylarında sürdürdüğü ülkelerde böylesi duygulara kapılmak çoğu kez genç insanların heveslerini kursaklarında bırakır. “Bana yazdığına bakılırsa, senin böyle bir düşkünlüğün yok. Bu da, atılmak istediğin ve olağanüstü şeyler beklediğin serüven açısından iyi bir başlangıç. Mektubunda öyle söylemiyorsun ama, hiç kuşkum yok bu serüvenden olağanüstü şeyler bekliyorsun. Bana sorarsan, hem o kadar çok şey bekleme, hem de başarıyı gözünde çok fazla büyütme. Kuşkusuz başarılı olmaman için bir neden yok, ama yazmayı ve kitaplarını yayınlamayı kararlılıkla sürdürürsen, çok geçmeden ödüller, övgüler, kitap satışları, yazarın toplumdaki saygınlığı gibi şeylerin hepsinin de yanıltıcı bir çekiciliği olduğunu göreceksin; bunlar o kadar rastgele şeyler ki, kimi zaman en çok hak edenlerin elinden kaçıp giderler ve en az hak edenlerin başına konarlar. Bu da, başarıyı ana erek olarak görenlerin hayallerini hiçbir zaman gerçekleştiremeyebilecekleri anlamına gelir; onlar, edebiyat tutkusu ile şan şöhret hırsını, edebiyatın kimi yazarlara (pek azına) sağladığı parasal kazanca kavuşma isteğini birbirine karıştırırlar. İkisi aynı şey değil. “Edebiyat uğraşının belirleyici özelliğinin, edebiyatla uğraşanların yeteneklerini döktürmelerini bu işin en büyük ödülü olarak görmeleri, bunu emeklerinin ürünlerinden kazanabilecekleri her şeyden daha üstün saymaları olduğu söylenebilir. Edebiyat uğraşı konusunda kuşku duymadığım bir şey varsa o şudur: yazar, derinlerde bir yerde, yazarlığın başına gelmiş ya da gelebilecek en iyi şey olduğunu duyumsar; çünkü, elde edebileceği toplumsal, siyasal ve parasal ödüller bir yana, yazarlık onun gözünde olası en iyi yaşama biçimidir. “Bana öyle geliyor ki, seni neyin heyecanlandırıp neyin kaygılandırdığını, yani nasıl yazar olunuru konuşmamız için bu uğraşın kendisinden yola çıkmamız gerekiyor. Elbette, kuşku ve öznellikle örtülü, gizemli bir iş bu. Ne var ki, bu, romantiklerin çevresine ördükleri abartılı söylencelerin kutsal coşku ve görkemini yadsıyarak, onu akla dayalı bir biçimde açıklamaya çalışmamıza engel değil. Bilirsin, o abartılı söylencelere göre, yazar tanrılarca seçilmiş biriydi; elle tutulmaz, gözle görülmez insanüstü bir varlık tarafından, bir kez dile getirildi mi insan ruhunu yüceltecek, Güzellik’le (tabii ki büyük harfle) göz göze gelen yazarın ölümsüzlüğe erişmesini sağlayacak tanrısal sözler yazması için seçilmiş biriydi. “Gerçi bugün hiç kimse sanat ya da edebiyat uğraşından böyle söz etmiyor, ama günümüzde getirilen tanım eskisi kadar şatafatlı, eskisi kadar yazgıcı olmamakla birlikte, hâlâ oldukça kaçamaklı: bazı insanların, yaşamlarını, ancak kendilerini bu uğraşa örneğin, öykü yazmak verdikleri zaman kendilerini kendileriyle bütünleşmiş ve barışık hissettikleri, yaşamlarını boşa harcadıkları kaygısına kapılmaksızın yapabileceklerinin en iyisini yapabildikleri için günün birinde kendilerini çağrılmış, nerdeyse zorunlu hissettikleri bir etkinliğe adamalarına yol açan kökeni belirsiz bir yatkınlık. “İnsanların geleceklerinin analarının karnında, yazgı tarafından belirlendiğine ya da yeni canların nelere yetenekli, nelere yeteneksiz olduklarını, nelerden hoşlanacakları, nelerden hoşlanmayacaklarını belirleyen şeytansı bir güç tarafından programlandığına inanmıyorum. Ama bir zamanlar Fransız varoluşçularının özellikle de Sartre’ın etkisiyle inandığım gibi, kendini bir uğraşa vermenin bir seçim olduğuna, bireysel istencin bir insanın geleceğini belirleyen özgürce bir dışavurumu olduğuna da inanmıyorum…” ? kadar gözde değil. Varsa yoksa “roman”. Sanki yazma uğraşına sihirli bir değnek değdi ve roman yazmak birden kolaylaşıverdi. Günümüzde müthiş bir hızla gelişen teknolojik olanaklarla birlikte, roman yazmak çocuk oyuncağı olup çıktı sanki. Genç yazarların roman yazmaya yönelmelerinde, sanırım, romancılığın daha kısa bir yoldan üne ulaştırdığı sanısının da payı var. Genç yazarlar arasında, hiç kuşkusuz, iyi romancı adayları da çıkıyor. Ama hiç de azımsanmayacak bir bölümünün, özellikle dil kaygısından yoksun olduğu, öykünün dile en küçük bir özen gösterilmeden yazıya döküldüğü görülüyor. Hele, ilk yapıtlardaki özyaşamöyküsel “barut” tükendiğinde, gerçek yazarı doğuracak imgelem, yazma ve öykü anlatma becerisi, kendi biçemini bulma kaygısı bir türlü devreye giremiyor. Ne ki, bu söylediklerim, yalnızca bizdeki örnekler için değil, başka ülkelerde yayımlanan yeni romanlar için de geçerli olsa gerek ki, Perulu romancı ve deneme yazarı Mario Vargas Llosa bu konuda bir kitap yazmaktan alamamış kendini. Kitabın adı, Cartas a un joven novelista. Farrar, Straus and Giroux’dan çıkan İngilizcesinden okudum: Letters to a Young Novelist, Türkçesi Genç Bir Romancıya Mektuplar. Ülkemizde özellikle Kent ve Köpekler, Yeşil Ev, Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu, Julia Teyze, Masalcı, Üveyanneye Övgü, And Dağlarında Terör, Teke Şenliği gibi yapıtlarıyla tanınan Vargas Llosa’nın Genç Bir Romancıya Mektuplar’ı, ilk ağızda, Malte Laurids Brigge’nin Notları’nın, Duino Ağıtları’nın yazarı Rainer Maria Rilke’nin, ölümünden sonra 1929 yılında yayımlanan Genç Bir Şaire Mektuplar’ını getiriyor akla. En azından, Vargas Llosa’nın, Rilke’nin geleneğinden yürüdüğü söylenebilir. Son dönem Latin Amerika edebiyatının en ayrıksı yazarlarından Vargas Llosa, 1999’da yayımladığı Genç Bir Romancıya Mektuplar’da, bir yaşam boyu edindiği yazma, okuma ve edebiyat üstüne düşünme birikimini, genç yazarlara yol gösterebilecek bir “el kitabı”na dönüştürüyor. Kuşkusuz, öğretmenlik ve bilgiçlik taslamamaya özen göstererek. Düşsel bir genç romancıya yazılmış mektuplarda, Vargas Llosa’nın, insanlığın ortak edebiyat uğraşına ilişkin düşünceleri ve inançlarıyla karşılaşıyoruz. Genç Bir Romancıya Mektuplar’ın, dilimize çevrilirse, yalnızca genç yazarların değil, pek çok yazarın işine yarayabileceğini düşünüyorum. ? SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1020