Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA İzmir’in sularında ateşler yanar... 15 Mayıs 1919’un üzerinden tam doksan yıl geçti, yüzyıla varan bir zaman, az değil… Gittikçe uzaklaşıyor muyuz biz bu tarihten yoksa gide gide daha çok mu yaklaşıyoruz bu tarihe? Öyle görünüyor ki, canlılığını da güncelliğini de hiçbir zaman yitirmeyecek bir tarih bu! Öyleyse 9 Eylülleri fırsat zamanına dönüştürebiliriz pekâlâ… Bunun için kitapların önümüze serdiği gerçekliklerle yüzleşmeye yönelmekten güzel ne olabilir? Bu bağlamda dört kitabı aldım “Kitaplar Adası”na bu hafta… Ferzan Gürel’in İzmir’in İşgalinden Kurtuluşa (Cumhuriyet, 2000), Nurdoğan Taçalan’ın Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken (Bilgi, 2007), Bilge Umar’ın İzmir’de Yunanlıların Son Günleri (Bilgi, 1974) ile Yunanlıların ve Anadolu Rumlarının Anlatımıyla/ İzmir Savaşı (İnkılap, 2002) adlı yapıtları, tarihsel olayları zamandizinsel akışla aktarırken sergilediği hünerli tutumla da dikkati çekiyor diyebilirim… Ferzan Gürel, zaten bir “anı roman” olarak kaleme almış kitabını, ancak Nurdoğan Taçalan’la Bilge Umar ondan geriye pek düşmeyecek bir biçemle yapılandırıyor kitaplarını… Roman sıcaklığında bir okunurluk bu! SİZ İÇ SAVAŞ YAŞDINIZ MI HİÇ?.. Doksan yıl önce yaşanan 15 Mayıs 1919, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilişinin değil yalnız, aynı zamanda bir RumTürk iç savaşının da vurgusu anlamına geliyor… Evet, işgalle birlikte bir RumTürk iç savaşından da söz edilmeli buralara gelmişken konu… Nitekim dört yazarın ortak vurgusu olarak dile getirebilmek olanaklı görünüyor bunu… Nurdoğan Taçalan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken’de İzmirli Rumların bir anda ortalığı dalgalandıran bayraklarıyla giriyor konuya, yerel gazeteleri de taramış olarak: “Ne oluyordu İzmir’de?/ Şehrin büyük bir bölümü niçin mavibeyaz renklere boyanmıştı?/ Takvimler, 1918 Kasımının 6’ncı gününü gösteriyordu./ Yani; Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından tam bir hafta sonrasını. [“Osmanlı İmparatorluğu bu mütareke ile yalnızca savaşın durdurulmasını değil, teslim olmayı ve sömürgeci devletler tarafından parçalanmayı da kabul etmişti”r. (43)]/ Mütareke koşullarına göre, bir İngiliz savaş gemisinin İzmir Limanı’na geleceği Rumlar tarafından duyulunca, gösterişli bir karşılama töreni hazırlanması için harekete geçmişlerdi. (…)/ 6 Kasım Çarşamba günü Rumların kıyametleri koparmalarının nedeni buydu. (…) Ellerinde Yunan bayrakları, yakalarında mavibeyaz rozetler, Venizelos’un küçük boy resimleri… Ve bıktırasıya uzayan, bir türlü kesilmeyen çan sesleri, vapur düdükleri.” Köylü gazetesi, 4 Kasım 1918 tarihli sayısında olacakları önceden haber veriyor gibidir: “… İçlerinde bulunan bir zattan öğrendiğimize göre: İzmir’de çeşitli devletlerin tebaası şimdiden birçok bayraklar hazırlayarak, İzmir halkına dağıtmışlardır. O zatın bildirişine bakılırsa, şimdiye kadar 12 bin kadar İtalyan bayrağı ve bunun iki katı da Yunan bayrağı dağıtılmıştır.” (13, 14) “Vasıf (Çınar) Bey, 6 Kasım günü… olanları, 8 Kasım(da) Anadolu gazetesinde… şöyle anlatacaktı(r): ‘Anladım, bir İngiliz monitoru (orta boy savaş gemisi) geliyormuş. Bu müjde karşısında, şimdiye kadar bu memleketin şefkatli sinesinde en asil nimetler, himayeler içinde yaşamış bir sürü vatandaş, ölçüsüz taşkınlığa kapılarak sevinç gösterisine lüzum görmüş. (…) Sevinçlerinden denize atılanları, küçük yük arabalarının merkeplerine, köpeklerin kuyruklarına bile Yunan bayrakları takarak zafer ilan edenleri gördüm. …Her bakkal çırağının, her çocuğunun elinde Yunan bayrağı…” (20, 21) Ferzan Gürel, işgali bir genç kız olarak karşılayan teyzesi Hüsnet Ulusoy’un (18891986) anılarıyla yapılandırıyor kitabını. Bu çerçevede daha ilk gün başlayan, sonrasında gün gün yayılıp şiddetlenerek içinden çıkılmaz hal alan iç savaşın tanıklığını yaptırıyor roman kahramanına… Genç Hüsnet (Hasene), o ana baba gününde her yanı kuşatan kışkırtıcı havanın ilk ağızdan tanığıdır: “Yıllardır dost bildiğimiz şu yerli Rumlara bak! Yunan İzmir’imize daha adım atmadan, ondan yana olmuşlar bile! Ne zaman dikilivermiş bunca Yunan bayrağı? Mavibeyaz şemsiyeleri nereden bulup buluşturmuşlar?” (12); “…Hiç durmadan; bolluk, mutluluk içinde geçirdikleri bu topraklar üstünde yıllardır dostça yaşadıkları, Türklere düşman kesildiklerini, sloganlarla haykırarak dışa vuran yerli Rumlar Yunanlıların İzmir’e girmesiyle çıldırmışlardı.” (14) Soru, bütün ürkünçlüğüyle önlerindedir: “… İşgal altında nasıl yaşayacağız?” (27); “Gerçekten ülke, böylesine topyekun bir felakete hiç düşmemişti(r).” (31); “Hiçbir Müslüman kadın hele genç kızlar tenha yerlerde yalnız başına dolaşamaz olmuş; ortam müsaitse zorla alıp bir yerlere kapatıyorlarmış hoşlarına gidenleri… İşlerini bitirdikten sonra da sanırım ya öldürüyorlar ya da alıkoyuyorlarmış. Kaç kişi bu yüzden, karısını, kızını kaybetmiş ve bir daha da bulamamış.” (50) Bir iç savaşta kim kimi neyle suçlayabilir ki? İÇ SAVAŞTA HERKES KİRLİ HERKES SUÇLU! İngiliz monitorunun İzmir Körfezinde demirlemesinden sonra başka bir Anadolu görüntüsü çıkmıştır sanki ortaya. Taçalan gazetelerden yararlanarak şunları aktarıyor bize: “… Ayvalık Metropoliti, Çalgıcıbaşı’ndaki Cicika’nın kahvesi önünden geçiyordu. (…) Rumlar, Metropoliti görünce bir ağızdan Yunan marşını söylemeye başlamışlardı. Hele marşın;/ ‘E siz Türkon sfaksete/ Ton tiranon sfaraksete’/ dizelerini birbiri arkasına ¥ yoruluncaya kadar tekrar ettiler. zmir’in dağlarında çiçekler açar…” İzzettin Hümay Elçioğlu’nun bestelediği “İzmir Marşı”nın bu sözlerini bilmeyen var mıdır ya da duymayan kalmış mıdır? Peki, bir döneme damgasını vuran marş, sevinç coşkuAtatürk İzmir’de (9 Eylül 1923). su olarak mı alınmalı yalnızca? Olup bitenleri anımsamanın, geçmişte yaşanan ölüm kalım kavgası aracılığıyla bir döneme ayna tutmanın da simgesi değil midir “İzmir Marşı”? Belki daha önemlisi, bellek odamızda bir tarihseltoplumsal gerçekliği sürekli kılacak bilinç dağarıKurtuluş anından 1 dakika sonrası Teğmen Ali Rıza Akıncı ve nın da simgesi bu… Yüzbaşı Şerafettin vilayet binasına Türk bayrağını asarken. Bundan ötürü sevinçleri, tarihsel çağrışımları aşan, ama tüm bunları toplumsal duyarlık bilincimizin bileyi taşına dönüştüren bir kavramsallık bağlamında yaklaşmak gerekiyor “İzmir Marşı”na… Herhalde en doğrusu bu olsa gerek! Çünkü 9 Eylül diye adlandırdığımız bir tarihsel olgunun önüne çıkarıyor bizi “İzmir Marşı”. O 9 EyÜnlü İtalyan ressam Vittorio Pisani’nin İzmir’i işgal eden lül ki, ancak 15 MaYunan askerlerinin Kordon’da Türklere yaptıkları mezalimi anlatan tablosu. yıs’la bir anlam buluyor… 1919’ dan 22’ye bir kavram çifti olarak da yaklaşılabilir bu iki tarihe… Başlangıçla sonun diyalektik anlamda bütünlenip somutlaştığı bir us köprüsü… İzmir'e giren Türk birliklerinden biri Kordonboyu'nda yürüyüş halinde. “İ SAYFA 20 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1020