05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ Anlamı şöyleydi:/ ‘Siz Türkleri kesiniz/ Zalimleri parçalayınız!…’/ Bu marş, ‘Cicika’nın hamiyetini tahrik etmiş, kahvesinde açtığı çadır altında meccanen (parasız olarak) rakı tevzi etmişti (dağıtmıştı).” (23) Bilge Umar, “Büyük kavgada Anadolu toprağına düşenlere” adadığı İzmir’de Yunanlıların Son Günleri’inde, işgal günü olaylarını incelemek üzere gelen, üyeleri bağlaşık devletler subaylarından oluşan Uluslararası Araştırma Kurulu’nun Paris Barış Konferansı’na sunduğu 7 Ekim 1919 tarihli raporunun 24. maddesinde Anadolu Rumlarının Yunanistan tarafından silahlandırıldığı görüşünü pekiştiriyor. Silahlandırılan Rum köylüleri İngiliz ya da Yunan askeri üniforması giyerek bağlaşık devletler askeriyle çatışmama emri alan Türk askerine saldırıyordu. Örneğin Urla Rumları 1919 Nisanında Paskalya Yortusu sırasında coşarak sağa sola Yunan bayrakları çekip taşkınlıklar çıkarmıştı. (Bak.: 48, 49, 50, 51) Nurdoğan Taçalan da bu yönde pek çok örnek veriyor (Bak.: 180 vd.) Sözün kısası İzmir’in Yunanlılarca işgali öncesindeki altı ay boyunca iç savaşın her türlü tohumu atılmış oluyor. 15 Mayıs 1919’da Yunan işgal askeri İzmir’e ayak bastığında İzmir Rum Ortodoks Metropoliti yani “Rum Ortodoks nüfusun önderi” (308) Hrisostomos’un (Khrysostomos) bu askerleri takdis etmesiyle (111) bir süredir devam eden iç savaş tam anlamıyla su yüzüne çıkmış oldu. Toprak yurttaşı bu insanlar, tragedik bir geleceğe doğru yol alacaklardı artık… Bilge Umar’ın Salon’dan alıntıladığı üzere “yurda gelen felaket her eve girecek”ti kaçınılmaz olarak. Nitekim işgalin tanıklarından, o sırada Isparta Rum azınlığının manevi önderi, baş taşra papazı Papayoakim Pezmacoglu’nun 1516 Mayısta İzmir’e yaptığı tren yolculuğu anlatısı bu yöndeki aymazlığı apaçık göstermeye yetiyor: “Torbalı’da… Türkler düşünceli, Hıristiyanlar keyiften sarhoş, tam çıldırmış. (…) Kilise çanları aralıksız çalınıyordu. Gerçek anlamda sarhoş bir papaz (…) davette bulundu: /Aşağıya in meslektaşım, Yunanistan’ımızın ve Venizelos’umuzun sağlığına içmek için sana ikramda bulunayım./ Ben iner inmez beni kucakladı, sarılıp öptü, bana sevinçle ‘Khristos anestè’ (İsa dirildi, şükürler olsun) dedi, beni istasyonun kahvehanesine rakı ikram etmeye götürdü./…/ Ona dedim ki, bu yörede çoğunluğun Türklerde olması ve Yunan ordusunun henüz gelmemiş olması dolayısıyla, duygularını böylece açığa vurması doğru olmayacaktır, çünkü Türkler burada Hıristiyanların üç katı sayıda olduklarına ve ileride onlara kötülükler edebileceklerine göre kendisinin bir ruhani önder olarak uygunsuz hallere vesile vermemesi gerekir.” “Çevre kırsal alanından gelme (Rum) halk, özellikle Şirinyer… Seydiköy ve Buca halkı, hepsi at üzerinde ve silahlanmış idiler; davullar, zurnalar da tutmuşlardı. (…) Trenin yanına varan herkes kendi silahını çekip ateşleyerek gelenleri selamlıyordu. Biz (…) bir serseri kurşunla vurulmayalım diye korkuyorduk, çünkü atlı, yaya herkes her yöne ateş edip duruyordu. Yaşasın diye… haykırmalar, hepten aklını kaçırmışlıklar.” (Yunanlıların ve Anadolu Rumlarının Anlatımıyla/ İzmir Savaşı, 46, 47) İyi de iç savaş, adı üzerinde bir savaş değil mi? Bir tarafın kapkara olması, öte tarafın apak kalması olası mı? BARIŞIN DEĞERİ SAVAŞTA MI ANLAŞILACAK İLLE? Bilge Umar, 9 Eylül sonrasında yaşa nan bir “mucize”den şöyle söz ediyor: “İzmirli Türklerden birçoğu, kendilerine sığınan Rumları günlerce sakladı, korudu ve onların elverişli zaman gelince, kaçmasını sağladı. Bu yerli Rumlardan biri, İzmir Yunan işgali altındayken, evinin balkon taşlarını, paçavra gibi kullandığı bir Türk bayrağı ile silen ve sonra o bayrağı bitişikteki Türk komşusuna doğru, balkonun korkuluğuna asan biri idi. Onu, bu Türk komşusu kurtardı.” (307) Buna karşılık Rumlar arasında bir Yorgi’nin bulunmadığı da düşünülmemeli. Ferzan Güler’in romanında “kırk yılın Yorgi’si, gözünü sevdiği(.) Yorgi’si, o felaket gününde yardımlarına koşmuştur” ailenin. (24) Charles Karabiber ise, “İzmir’de sayıları çok az olan ‘Türkofil’ Rumlardan biri idi. Kurtuluştan sonra Yunanistan’a değil Paris’e gitmiş, daha doğrusu gitmek zorunda kalmış(tır)…” (Taçalan, 37) Umar, İzmir Savaşı’nda 9 Eylül 1922 sonrasında karşılıklı mübadeleyle Anadolu’yu terk etmek zorunda kalan Rumların iç savaşa, işgale, Türk komşularına yönelik aktarımlarına yer açıyor bu kez. Umar’ın, “Yunanistan’daki ‘Küçük Asya Araştırmaları Merkezi’ yayını iki ciltlik Exodos (Göçe Çıkış) adlı kitap”tan yaptığı alıntılar bu konuda fikir verebilir: Zile/Özlüce göçmeni Maria Psyllidou şöyle diyor Örneğin: “…Türklerle hep iyi geçindik. Bu garipler, İzmir Savaşı çıkınca Yunanlıların ileriye doğru yürümekte olduğunu duyduklarında, korkuya kapıldılar ve bizlerden (Yunan ordusu gelirse) onları saklamamızı istediler. Sonra bizimkiler kaçınca cesaretleri yerine geldi, ama bize zarar vermediler.” Nevşehirli Anna Geòrgiadè şunları söylüyor: “…Son günlerimizde yöremizin Türkleri bize sepetler dolusu üzüm, armut, incir getirdiler. ‘Alın alın, bizi hatırlayın. Biz, sizlerden gördüğümüz iyilikleri hiç unutmayacağız. Bize verdiğiniz ekmeği, içirdiğiniz kahveyi helal edin, size verdiğimiz su helal olsun diye söyleyin.’ dediler./ Türkler saygılı insandır ve ne kadar küçük olursa olsun onlara ettiğiniz iyiliği unutmazlar.” (178) Ferzan Güler İzmir’in İşgalinden Kurtuluşa’yı “Atatürk’ün büyüklüğünü, kurtuluşa emeği geçenlerin özverilerini şimdiki kuşağın bilmediğini, çoğunun buna değer vermediğini görünce, yazmaya zorunlu olduğu(n)u” düşündüğünü söylüyor girişte. Evet, İzmir’in sularında ateşler yanıyor, ne ki kimsecikler ayırdında değil suyun ateşler içinde yandığının… Yoksa Aka Gündüz’ü yerinden kaldırıp bir kez daha kaleme sarılmasını mı istemeli “Ankara Marşı”nın sözlerini yazması için: “Ankara’nın taşına bak/ Gözlerimin yaşına bak/ Uyan uyan Gazi Kemal/ Şu feleğin işine bak.” Söz konusu iç savaştan sonra barış kurulabildi mi peki? İlk kurşunu atarak “efsane”leşen, Yunan askerince, Rum milislerce öldürülen Hasan Tahsin’in (Taçalan, 159) Konak’taki anıtı İzmir Körfezine bakıyor sonsuzca… Hrisostomos’un yontusu ise Atina’yla Pire arasında duruyor yüzü İzmir’e dönük ayakta… Bir farkla… İzmir Savaşı adlı kitabındaki bir fotoğrafta Bilge Umar’ın, 10 Eylül’de linç edilen Hrisostomos’un yontusunu ziyaret etme inceliği gösterdiği anlaşılıyor. Peki, 15 Mayıs’ta işgalciye ilk kurşunu sıktığı için katledilen Hasan Tahsin’in anıtı herhangi Yunanlı yazar tarafından ziyaret edildi mi acaba, işte bunu çok merak ediyorum doğrusu…? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle