24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ lirlemesini, dünyaya ve insana bakışı ile felsefesinin merkezine yerleştirir. Ancak ortaya çıkan ve tanıklık ettiği onca kıyım ve trajedinin ardından, Camus’nün duyduğu şüphe ve kaygı durulmaz. Bunu 1949’da Defterler’de yer alan şu satırlarla dile getirirken, bir bakıma gelecekte insanlığı yeni trajedilerin beklediğini anlatmaya çalışır ama kurbanlara gösterilen “ilginin”, kurbanlar yaratılmasını engellemeyeceğini de bilir: “Binlerce yıldır, dünya, başkaları olağanüstü bir dalgınlıkla uzaklara doğru bakarken soğuk mezar taşları üstünde işkence gören insanların yer aldığı Rönesans döneminin İtalyan resimlerindeki görüntüler gibiydi. ‘İlgisizlerin’ sayısı ‘ilgililerin’ sayısı yanında baş döndürücüydü. Tarihi, başkalarının felaketiyle ilgilenmeyen insanların çoğunlukta olması belirliyordu. Bazen ilgisizlere de sıra gelirdi. Ama bu, genel bir dalgınlığın ortasında gelişirdi ve bu genel dalgınlık bu olayı telafi ederdi. Bugün, herkes ilgiliymiş gibi görünüyor. Adliye salonlarında, bütün tanıklar birdenbire eziyet görmüş insanlara yöneliyor.” BELLEĞİN ZAYIFLIĞINDAN DOĞAN GÜNLÜKLER Mart 1951 ile Aralık 1959 arasında tuttuğu notlardan oluşan (7, 8 ve 9.) Defterler (Defterler III), bir anlamda Camus’nün iyiden iyiye tanındığı ve başkaldırı düşüncesinin tüm dünyada önde gelen temsilcisi olduğu yılların da yansımasıdır. Yine bu dönem, yaşanmış onca yıkımın sonrasında, çok daha olgun ve aynı zamanda başkaldırı düşüncesiyle bezenmiş bir Camus’yü karşımıza çıkarır. O, başkaldırının en önemli özelliğini “bir aradalık” olarak belirlerken, bunu 1951’de düştüğü “kendimi öncelikle insanlıkla dayanışma içinde hissediyorum” notuyla daha da pekiştirir. Camus Defterler’de, okuyucuya gezilerinden de seslenir. Örneğin 1954 sonbaharında, İtalyan Kültür Birliği’nin davetlisi olarak gittiği İtalya’yı ve İtalyan kentlerini uzun uzadıya anlatır. Ancak o günlerin bir önemli özelliği, Başkaldıran İnsan’ın yayımlanmasıyla, Sartre ve Beauvoir ile kopan ipler ve birbirlerine yönelttikleri yüksek dozlu eleştirilerin varlığıdır. CamusSartreBeauvoir kavgasının dönüm noktalarından olan, Beauvoir’ın Mandarinler adlı romanının piyasaya çıkışı, sürtüşmeyi daha da alevlendirir ve Camus’nün sert ifade ve yergileri İtalya gezi notlarına yansır. “Kahramanın aslında kendisi olduğunu” söylediği romanda Camus, Beauvoir’ın “gerçek bir durumdan (Direniş’ten) yola çıktığını, ancak bunun dışındaki düşünce, eylem ve duyguların uydurma olduğunu” vurgular; “Sartre’ın yaşamındaki kuşkulu eylemler benim sırtıma yüklenmiş” diyerek, Fransa’da o günlerde ödüller kazanan kitabı yerden yere vurur. Üstelik bununla da kalmaz, Mandarinler’den hareketle “suçlandıklarında bunu başkalarının belini bükmek için yaptıklarından emin olunabilir” cümlesiyle, Sartre ve Beauvoir ile varoluşçuluğu da eleştirir. Tüm bu yergiler, 1951’de başlayan CamusSartre kopuşunun yüzeye çıktığı noktalardan sadece birkaçıdır. Camus’nün, Sartre ve Beauvoir’a yazdığı mektupların yanında, Defterler’deki bu satırlar kavganın anlaşılmasında önemli rol oynar ve edebiyat dünyası ile felsefe çevrelerince, bir dönemin canlı bir tartışması olmasından dolayı ilgiyle karşılanır. Savaştan çıkmış Avrupa ve dünyada, bu duruma Soğuk Savaş’ın tarafları ara sında süregelen gerilim de eklenince Camus, Defterler’inin sayfalarını aralayıp şunları karalar: “Savaşın yarattığı toptan yıkımın sürekli tehdidi karşısında –bir gelecekten yoksunluk– hangi ahlak anlayışı şimdiki zamanda yaşamamızı mümkün kılabilir? Onur ve özgürlük.” Bu sözler, çağının yıkıntıları arasında dolaşan; kimi zaman umutsuzlukla kimi zaman da yaşama sevinciyle üreten bir sanatçıfilozofun kaleminden çıkar. Ama Camus, tüm olumsuzluklara ve yine o dönem dünyayı yeniden şekillendiren gelişmelere ve eski dostlarıyla tutuştuğu kavgaya rağmen, yazmaya ve yaratmaya devam eder; 29 Mayıs 1958’de şöyle der: “Benim uğraşım kitaplarımı yazmak, insanlarım ve halkım tehdit edildiğinde savaşmaktır, hepsi bu.” Defterler’in dikkat çekici bir yönü de, Camus’nün iç sıkıntılarını, özellikle yaşamının hiçbir döneminde (Sisifos’un kayası gibi) sırtından atamadığı bir yük olan verem ve onun yol açtığı güçsüzlüğü yansıtması. “Hastayım, yorgunum” türünden ifadelerin alıntı, düşünce ve eserlerinin eskizleri arasında sıklıkla yer alması, hastalığı ve onun neden olduğu bitkinliğin ölümüne dek Camus’nün peşini bırakmadığının en açık göstergesi. Ancak, kimi zaman tökezlemesine neden olan tüm olumsuzluklara, iç sıkıntısına ve hastalıklara karşın Camus, bir yaşama âşığıdır ve bunu Defterler’in son satırlarından biri olan “sana verilmiş kısa günleri, yarışından kopmadan canlandır ve ışıklandır” cümlesiyle dile getirir. Bunun bir başka anlatımı, çok daha önce, Mayıs 1936’da yine Defterler’de “insan yaşamını aydınlatırsa onu elinden kaçırmaz; bütün durumlarda mutsuzlukta, düş kırıklığında tüm gayretim, ilişkileri yeniden kurmak” biçimindeki belirlemesiyle karşımıza çıkar. Defterler genel bir bakışla değerlendirildiğinde, ilk üçünde (Mayıs 1935Şubat 1942: Defterler I) baskın olan şey nesnelliktir. Camus burada, kendisini etkileyen söz ve eylemler ile eserlerinin oluşumuna ilişkin ayrıntılı açılımlar yapar. Ancak özyaşamöyküsüyle ilgili, neredeyse hiçbir ipucu vermez. Bir başka deyişle Defterler I, onu okuyanlarda Camus ile ilgili bir duygulanıma yol açmaz. Derinlemesine bir bilgiye; bir diğer ifadeyle, onun kişiliğini yansıtan bir ime rastlamak pek mümkün değildir. Camus orada yalnızdır, Susan Sontag bunu şöyle açıklar: “Yazarların defterleri tipik olarak, istemle ilgili önermelerle doludur: Yazma istemi, sevme istemi, aşkı inkâr istemi, yaşamı sürdürme istemi. Günlük, yazarın kendi gözünde kahraman olduğu yerdir. Yazar, günlüğünde yalnızca algılayan, acı çeken, mücadele eden bir varlık olarak bulunur. Camus’nün Defterler’indeki tüm kişisel yorumların kişiliksiz (nesnel A.B.) bir nitelik taşıması, yaşamındaki olayları ve insanları tümüyle dışarıda bırakması bundandır. Camus, yazdıklarıyla kendisinden yalnızlık içinde bir insan olarak söz eder –yalnız bir okur, bir dikizci, güneşe ve denize tapan biri, dünyada bir gezgin. Bu tutumuyla tam bir yazardır o” (2). Defterler II (Ocak 1942Mart 1951), yine eserlerinin oluşumunu yansıtsa da, orada bu kez, ilkine oranla birebir tanıklıklar daha çok yer kaplar: Savaş, ondan doğan yıkım ve sefalet, yalnızlık ve buradan filizlenen başkaldırı. Bunların hepsi, Camus’nün yaşamında ve dönemin Avrupa’sında derin izler bırakmış önemli olaylardır. Bir başka ifadeyle tarih, Defterler II’yi oluşturan 4, 5 ve 6. sayfaların kesişme noktasıdır. Defterler III’te ise, diğerlerine oranla öznel anlatım yoğunluğu hâkimdir. Mart 1951Aralık 1959 arasında tuttuğu notları kapsayan 7, 8 ve 9. defterlerde Camus, çok daha olgun, kavgalarla yoğrulan, eleştirileri sırtlayan ve iç sıkıntısı ile boğuşan bir yazar belirir. Yine burada geriye dönüşler ve duygulanımlarla, “Tüm yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonrabir doğru yaratmak zorundayım” diyen Camus, ölümünün ardından yayımlanan Defterler’de bu doğrunun yaratılması adına üzerinde durduğu “absurde” ve başkaldırı felsefelerinin nasıl oluşturduğuna dair ip uçları veriyor. yaşamından kesitler okuyucuyla buluşur. Pek çok yazar ve düşünür gibi notlarının yayımlanacağını öngörmeyen Camus, sözü geçen satırları, yayımlanması için kaleme almamıştır. Camus’nün Defterler ile ilgili; onların oluşturulmasına dönük olarak, son derece yalın bir açıklaması bulunur: “Kendimi bu günlüğü yazmaya zorluyorum. Ama isteksizliğim capcanlı duruyor. Neden hiçbir zaman günlük tutmadığımı şimdi anlıyorum: Bana göre yaşam gizlidir. Yaşam, başkalarından gizlenmelidir (…), yaşamı sözcüklerle ortaya sermemeliyim. Bana göre yaşam, gizli tutulduğu, dile getirilmediği zaman zengindir. Şu sırada günlük tutmak için kendimi zorlamamın nedeni, belleğimin zayıflığı karşısında duyduğum korku.” Camus’den geriye kalan onca yapıt, anı ve tartışmanın yanında; “absurde” ve başkaldırı düşünceleri ile bunların zeminini sağlam kılan ahlak anlayışı, belki de hepsinden daha öndedir. Camus Defterler’de, buna yönelik bir belirleme ve olan bitene dönük, eleştirel bir bakışa da yer verir: “Yıllar boyunca herkesin ahlakına göre yaşamayı istedim. Kendimi herkes gibi yaşamaya, herkese benzemeye zorladım. Kendimi ayrı düşmüş hissettiğim zaman bile, bütünleşmek için öyle davranmak gerektiğini söyledim. Ama bütün bunların sonunda felaket geldi. Şimdi kalıntılar arasında dolaşıyorum, kuralsızım, tereddütler içindeyim, yalnızım ve bunu kabullenerek, tek oluşuma ve kusurlarıma boyun eğdim. Tüm yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonrabir doğru yaratmak zorundayım.” Nietzsche’den alıntıladığı “hepsi benden söz ediyor, ama hiçbiri beni düşünmüyor” biçimindeki ifade, Defterler aracılığıyla Camus’yü bir kez daha ve daha geniş bir bakış açısıyla düşünmemizi sağlayacak bir ağırlık noktası gibi görünür. Çünkü Defterler’de, satır aralarındaki yaşam öyküsü, eserlerini yaratış serüveni; kimi alıntılarla sarıp sarmaladığı ve bazen de son derece açık tepki ile yergilerini gözler önüne serer. Bilinen günlük kalıplarını aşan Defterler, Camus’nün yapıtlarındaki tanıklıkları tamamlayan ve daha da anlaşılır kılan bir niteliğe bürünmesinden dolayı, eserlerindeki gibi onun üzerinde etraflıca düşünmeyi kışkırtır. Bir başka deyişle, çağının tanığı olan Camus’nün yaşamına da, Defterler aracılıyla tanıklık edilir. ? Defterler I/ Albert Camus/ Çeviren: Ümit Moran Altan/ İthaki Yayınları/ 200 s. Defterler II/ Albert Camus/ Çeviren: Ümit Moran Altan/ İthaki Yayınları/ 290 s. Defterler III/ Albert Camus/ Çeviren: Ümit Moran Altan/ İthaki Yayınları/ 276 s. Notlar: (1) Ahmet Cemal, “Albert Camus ve Defterler”, Cumhuriyet, 25.09.2003 (2) Susan Sontag, Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş, Yayıma Hazırlayan: Yurdanur Salman, Müge Gürsoy Sökmen, Metis Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 1998, s. 89. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle