Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y E eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Eszter’in köleleşmesi mi, özgürleşmesi mi? szter’in Mirası, küçük bir kitap, 95 sayfa. Ama, bağrında büyük bir edebiyat barındıran küçük kitaplardan. Jorge Luis Borges okumuş mudur, bilmiyoruz; ama okuduysa, hiçbir şey o kadar uzun yazılmaya değmez diyenlerden olduğundan, işte, demiştir belki de, bir çağ dönümünde derin ve yabansı bir tutkuyu dile getiren bir başyapıt. Sándor Márai, 20. yüzyılı en başından handiyse sonuna dek yaşamış bir yazar. 1900’de AvusturyaMacaristan imparatorluğuna bağlı Kassa kentinde (şimdi Slovakya’da Košice) doğmuş. Gençliğinde Frankfurt, Berlin ve Paris’te yaşamış; bir ara dönemin modasına uyup Almanca yazmayı düşünmüş, ama sonunda anadili Macarcada karar kılmış. Kafka’nın yapıtlarıyla ilgili ilk yazıları yazanlardan. Márai de, tıpkı Tibor Déry ve öteki has yazarlar gibi, II. Dünya Savaşı öncesinde faşist yönetimle, savaştan sonra da sosyalist yönetimle yıldızı barışmayan, bağlanmaya yanaşmayan aydınlardan. 1948’de kısa süreliğine İtalya’ya, oradan ABD’ye gidişi, bir tür özsürgün olsa gerek. Ülkesinden uzakta, ama anadilinde yaşamayı sürdürmüş. Ta ki, karısının ölümünün ardından gittikçe daha derin bir yalnızlığa gömülüp 1989’da kafasına bir kurşun sıkarak yaşamına son verinceye dek. Yapıtlarının çoğu, ölümünden sonra çevrilmiş başka dillere. Dünya okurunun, Márai’i 1990’larda tanımaya başladığı söylenebilir. Eszter’in Mirası’na gelince. Eszter, sevdiği erkeğin yıllar önce kız kardeşiyle evlenmesine göz yummuştur. Bir akrabasıyla birlikte, dingin bir yaşam sürmektedir. Günün birinde, kendisini aldatan Lajos’tan bir telgraf alır. Lajos, bir günlüğüne kente gelmektedir. Eszter’in ruhunda birden eski günlerin anıları, kendisinin de anlam veremediği tanıdık duygular uyanır. Lajos’un niçin geri döndüğünü kimse bilmemektedir, ama onun aşağılık bir dolandırıcı, ikna gücü yüksek bir laf ebesi olduğunda herkes hemfikirdir… Eszter’in, mutluluktan da büyüleyici, yürek dağlayan bağlılık öyküsünü, yine Eszter’in ağzından dinleriz anlatı boyunca. “Yaşam tüm güzelliklerini cömertçe bahşetmiş, sonra da hepsini ustaca çekip almıştır” Eszter’in elinden. Görünürde bir yazgıcılık, bir teslimiyet vardır Eszter’in anlattığı öyküde. Ama belki de, tuhaf, yabansı, edilgin bir “özgürleşme”nin öyküsüdür yaşanmış olan… ? Sándor Márai MÜREKKEBİ KURUMADAN ‘Ahlaki bir protez’ Eszter’in Mirası’ndan tadımlık satırlar: ysa öylesine basit ki,” dedi, “şimdi anlayacaksın. Bende bulunmayan ve karakter denen şey sendin, sen olmalıydın. İnsan böyle şeyleri hissedebiliyor. Karakteri olmayan veya mükemmel bir karaktere sahip olmayan bir insan ahlak bakımından az buçuk sakat demektir. Tıpkı her bakımdan sağlıklı olup da yalnızca elinin veya bacağının teki olmayan bir insan gibi. Bu tür insanlara yapay bir uzuv takıldığında yeniden iş görür, çevrelerine hizmet verebilir duruma geliverirler. Benzetme için özür diliyorum ama işte sen de benim için böylesi bir yapay organ olabilirdin... Ahlaki bir protez. Umarım bu söylediklerimden alınmamışsındır?” diye şefkatle sorduktan sonra bana doğru eğildi. “Hayır,” dedim, “yalnızca bu söylediklerine inanmıyorum Lajos. Karakterin yeri doldurulamaz. Yapay yollarla bir insandan diğerine ahlak aktarmak mümkün değildir. Kızma ama bunların hepsi birer kuramdan ibaret.” “Hayır, bunlar yalnızca kuram değil. Görüyorsun, ahlak insana başkasından miras kalan değil sonradan elde edilen bir özellik. İnsan ahlaktan yoksun doğar. Vahşilerin veya çocukların ahlak anlayışı Viyana veya Amsterdam’daki yargıtay yargıçlarının ahlak anlayışından farklıdır. İnsan tarzını, kültürünü olduğu gibi ahlakını da yaşamının akışı içinde edinir.” Vaaz verir bir tonda us “O taca konuşuyordu: “Kimileri karakter açısından yetenekli insanlardır, evet dâhi müzikçiler, dâhi şairler olduğu gibi karakter dehaları da vardır; işte sen de böyle bir karakter dehasısın Eszter; hayır, itiraz etme sakın! Ben de bunun varlığını hissettim. Ben ahlakla ilgili konularda duyarsız biriyim, bu konuda neredeyse cahil olduğum bile söylenebilir. İşte bu nedenle kaçıp sana sığındım, sanırım en çok bu nedenden dolayı...” Türkçe’de Macarlar: Anımsadıklarım M acar edebiyatı Türk diline ne ölçüde yansımıştır? Bu, kuşkusuz, kapsamlı bir inceleme konusu. Ama, pek de güçlü sayılmayacak belleğimi zorladığımda, Macarların özgürlük özleminin simgesi olarak kabul edilen 19. yüzyıl şairi Sándor Petöfi’nin, özellikle bir dönem çokça okunduğunu anımsıyorum. A. Kadir ile Şerif Hulusi’nin kimi çevirileri geliyor aklıma. Ve elbette Tahsin Saraç’ın kitaplaşan Petöfi çevirileri; sanırım, ilk kez Cem Yayınevi’nden çıkmıştı. Ferenc Molnár çağdaş Macar edebiyatının en büyük yazarları arasında anılmaz, ama Pal Sokağı Çocukları, yalnız bizde değil, tüm dünyada en çok okunan –hem de yediden yetmişe Macar romanıdır belki de. Yıllar önce Zeyyat Selimoğlu çevirisinden okumuştum. 20. yüzyıl başlarının simgeci şairi En dre Ady’yi de Tahsin Saraç çevirmişti Türkçeye. Köktenci görüşleriyle Fransız ve Alman simgecilerinden ayrılan Ady’nin şiirleri, Kan ve Altın adıyla 1990’ların başında Adam Yayınları’nca yayımlanmıştı. Ady deyince, onun çevresinde toplanan edebiyatçıların 1908’de çıkarmaya başladıkları Nyugat dergisini unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Hem Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde Macar edebiyatına yön veren, hem de Avrupa’nın en canlı yayınlarından biri olan Nyugat’ın Macar kültürüne kazandırdığı yazarlardan biri de, sonradan Marxçılığı benimseyerek 1919 devriminde önemli bir rol oynayan György Lukács’tı. Sanatçıların siyasal denetim altına alınmasına karşı çıkarak hümanizme dayalı bir Marxçı estetik kuramı geliştiren Lukács’ın dilimize çevrilmesine Payel Yayınevi’nin öncülük ettiği söylenebilir. Cevat Çapan’ın çevirdiği Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, Ahmet Cemal’in Türkçeye kazandırdığı Estetik, Mehmet H. Doğan’ın Türkçeleştirdiği Avrupa Gerçekçiliği, bir zamanlar az okunmadı; umarım, hâlâ okunuyordur. Şimdi bakıyorum da, ciddiye alınması gereken bir “Lukács kitaplığı” var Türkçede. Yılmaz Öner’in çevirdiği Tarih ve Sınıf Bilinci’ni, Veysel Atayman’ın çevirdiği Marksist İmgelem’i, Ragıp Zarakolu’nun çevirdiği Lenin’in Düşüncesi/Devrimin Güncelliği’ni, Cem Soydemir’in çevirdiği Roman Kuramı’nı da unutmamalı. 1930’lar Macar şiirinin tartışılmaz adı Attila József, Türkçede en çok okunan yabancı şairlerden biri olsa gerek. Devrimci bir şairdir Attila József, ama 20. yüzyılın en büyük şairlerinden biri olmasında, yer yer usdışılıkla iç içe geçen melankolik gerçekçi biçemiyle, yaşamın özündeki güzellik ve uyuma olan inancını dile getirişinin de az payı olmasa gerektir. Onun Türkçede sevilişinde ise, iki şairimizin, Ataol Behramoğlu ile kısa bir süre önce yitirdiğimiz Kemal Özer’in payları yadsınmamalıdır. Behramoğlu’nun, bir dönemin ünlü dergisi Militan’a hazırladığı “Attila József Özel Sayısı” ile Kemal Özer’in Temiz Yürekle adıyla Broy’dan yayımlanan çevirisini anımsayalım. Tibor Déry de, Macar edebiyatının dilimize çevrilen benzersiz yazarlarından. 1945’ten önce faşist yönetimin baskılarına uğrayan, sosyalist olmasına karşın çizgidışı görüşlerinden ötürü sosyalist yönetime de ters düşen Déry’nin, Adalet Cimcoz’un Türkçesinden okuduğum Eğlentili Bir Gömme Töreni’nin yergi tadı hâlâ damağımda. Bir de, Barış Pirhasan’ın çevirdiği Niki adlı romanını anımsıyorum. Günümüz Macar edebiyatının önemli yazarlarından Peter Esterházy’nin Bir Kadın adlı romanı da Telos’tan çıkmıştı, ama okumadığımı itiraf etmeliyim. Yine çağdaş Macar edebiyatının ustalarından Magda Szabo’nun da iki yapıtı çevrildi dilimize. İza’nın Şarkısı Kanat Kitap’tan, 2003 Femina Yabancı Roman Ödülü’nü alan Kapı da Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlandı. Son yıllarda Türkçeye çevrilen en önemli Macar yazarların başında ise Imre Kertész geliyor. 2002’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen bu benzersiz yazarın Kadersizlik, Polisiye Bir Öykü, Doğmayacak Çocuk İçin Dua, Fiyasko, Tasfiye gibi yapıtları Can Yayınları’ndan çıktı. ? SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1014