19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Felsefe Eşliğinde Aşka Yolculuk’ Bir kadın ve üç felsefeci Felsefe Eşliğinde Aşka Yolculuk, Sussex Üniversitesi’nde felsefe öğrencisi Susannah’ın günlerini 1970’lerin toplumsal ve cinsel özgürlüğünün damgasını vurduğu kampus ortamında felsefe, arkadaşlık, aşk ve hayat üzerine düşünerek geçirişini ve sınıf arkadaşı Rob ile yaşadığı beklenmedik ilişkisi sonrası hayatını şekillendirmek için Nietzsche, Heidegger ve Kierkegaard’a nasıl başvurduğunu anlatıyor. Ë Gültekin EMRE etmişli yılların Londra’sı. Sussex Üniversitesi’nin felsefe bölümü öğrencilerinden Susannah’ın Nietzsche’nin İnsanca, Pek İnsanca, Heidegger’in Varlık ve Zaman, Kierkegaard’ın Korku ve Titreme yapıtlarıyla hayatına bir düzen verme çabaları romanın ana örgüsünü oluşturuyor. Kendisinden on yaş büyük antikacı Jason’la birlikteliği giderek sorun çıkarmaya başlar. Aslında üniversitedeki pek çok arkadaşından Jason sayesinde daha iyi bir durumdadır kaldığı yer, gelir olarak. Yaşadıkları antikalarla dolu evin boğucu havası, hazırlamak için çaba harcadığı tez, seminerler, erkek arkadaşıyla olan konumunun derinliğine sorgulanması kitabın ilk bölümünde ayrıntılı ele alınıyor. Bu bölümde daha çok özgürlük kavramı üzerinde duruluyor, kendini özgür kılmak için çaba harcayan Susannah’ın iç dünyasındaki çalkantılar üzerinde duruluyor. ÖZGÜRLÜK VE YALNIZLIK Jason onu uzun süreli bir başına koyarak gittiğinde yalnızlığı giderek büyümektedir. Nietzsche okur durmadan, yolunu bulmak için. Şu cümleler kendi konumuyla örtüştür: “Yalnızlık onu sarmış, çevresinde kıvrılmış, her zamankinden daha korkutucu, boğucu, yürek daraltıcı...” Nietzsche’yle didişen sınıf arkaCharlotte Greig daşlarından birisi akli dengesini yitirir, bir kliniğe kapatılır. Jason’la ilişkisini sorgulamaya başlamıştır içten içe. Sınıf arkadaşı Rob’la ciddi bir yakınlaşmaya doğru çekildiğini duyumsar. “Böyle biri kesinlikle kötü geceler geçirecektir... öte yanda, bir ödül olarak başka günlerde ve başka bölgelerde esriklik içinde kendinden geçtiği sabahlara da uyanacaktır...” Üniversitede Şili’deki faşist darbeye karşı eylemler, toplantılar da sürer bir yandan. Bildiri dağıtmalar, konserlerle para toplamalar da. Kendi varlığının özgürlüğünü sorgularken Susannah, Rob’la ilişkisinde başka bir bağımlılığa adım atar. Jason’la Rob arasında gidip gelmeye başlar. İkisini birden idare eder gibi gözükürken, aslında karar veremeyişinin sıkıntılarını yaşar. Jason’la ilişkisinde sona doğru yaklaşırken Rob’la yakınlaşmanın yakıcılığına doğru çekilir. İki ilişkinin varlığı ruh dengesini bozmaya başlamıştır. Heidegger’i okurken başlarda fazla bir şey anlamaz. Ama giderek kendi durumuyla örtüşmeye başlar onun felsefesi. “Ama gerçeklikte, diyordu Heidegger, biz insanlar kendimizi dünyaya ‘fırlatılmış’ halde buluyoruz; ya batacağız ya da elimizden geldiğince yüzeceğiz. Hayatımızı sürdürmek için eylemlerde bulunmak, bir şeyler yapmak durumundayız: Yiyecek bulmak, barınak bulmak vesaire. Bütün bunları düşünmeden yaparız: Aslında biz sadece, herhangi bir sorun ortaya çıkınca düşünürüz. Otomobil sürer gibi: Bu işi otomatik yaparsınız, sadece çarpışmak üzere olduğunuzu fark ettiğinizde dikkat etmeye başlarsınız.” Noel tatilinde annesini görmeye gidecek, orada hamileliği üzerine düşünecektir. BİR TERCİH Ayrıca Jason’la Rob arasında bir tercih yapacaktır. Bir sıçrama yapacaktır; bunu hem kendisi, hem Tanrı bilecektir. Çocuğun Rob’dan olduğu kesindir. Jason’ın ise eşcinselliği iyice ortaya çıkmıştır. Rob, sorumluluk alacak güçte, yapıda değildir. Henüz karakteri oturmamıştır. Çocuğunu doğurursa eğer, onun sorumluluğunu nasıl üstlenecektir bir anne olarak? Bunu bilemez. Bir erkeğe gereksinimi olacaktır. Bu iki erkeğin onu geleceğe taşıyamayacağı ortadadır. Ekonomik olarak Jason’dan bir kuruş bile yardım göremeyecektir artık. Annesinden gelenle de çocuğunu ¥ büyütemez. Okulunu bitiremezse Y Jean Cocteau’dan ‘Dehşet Çocuklar’ Jean Cocteau’nun Türkçe’ye Dehşet Çocuklar olarak çevrilen romanı başlığından ötürü olsa gerek Fazıl Hüsnü’nün “çocuklar korkunç allahım” dizesini düşürürken akıllara “çocuk” dünyasının kapılarını anneleri hasta iki kardeşin (Paul ve Elisabeth) özelinde okuyucuya açıyor. Ë Müge KARAHAN omanda iki kardeşe eşlik eden kahramanlar da tabii ki ortaokul ve lise çağındaki ergenleşmekte olan başka çocuklar. Kardeşlerden küçüğü olan Paul’ün okuldaki kar topu savaşıyla başlayan roman, çocukların kendi “savaş”ına, kendi “oyun”larına odaklanırken çocuğun özel “dünya”sının nasıl da sarsılabileceğini ve “oyunu” bozulan çocuğun kendi dehşetini aktarıyor. Edebiyatta ve sinemada çocuk ve çocukluk anlatılarının genellikle klasikleştiği düşünüldüğünde Cocteau’nun bu eseri, “modern” kavramının karmaşısına rağmen “Modern Klasik” olarak adlandırılabilir. Çocukluğa ve çocuklara dair anlatıların ilgi çekmesinin nedeni ise Berger’ın akla uygun tanımlamasıyla açıklanabilir. John Berger, çocukların dünyasının yapısının bir sihir Jean alemine benzediğini Cocteau ifade ederken bu tanıdık yorumun altını Jean Piaget’ten alıntıladığı cümlelerle doldurur: “Çocukların dünyasında rastlantı yoktur. Bir şey muhakkak başka bir şeyle izah edilir.” Bu cümleler çocuk direngenliğini anlamanın da bir yoludur. Aslında çocuk ağlarken de bir şeylere sığınırken de ve en önemlisi “oynarken” de direnmektedir. Onun “oyunu” kolaylıkla direnişine dönüşebilir. Çocuğun direngenliğinin sınırları Cocteau’nun romanında da okuyucunun karşısına çıkar: Dargelos adlı ‘arkadaşının’ kartopuyla yere yıkılan ve sakatlanan Paul’ün bu savaşı bir oyuna, bir kazaya dönüştürerek örtbas etmesi çocukların kendi yöntemleriyle iş gördüklerini göstermektedir. R İstirahat etmesi gerektiğini bu nedenle de okula gidemeyeceğini öğrenen Paul, liseye başlayamayacağı için üzgündür çünkü romanda anlatıldığı kadarıyla liseye gitmenin raconu başkadır; “ … Orta sona giden çocuklar korkunçtur. Bir sonraki yıl Caumartin Sokağı’ndaki liseye gideceklerdir. Amsterdam Sokağı’nı küçümseyecek, kendilerine bir rol beğenecek, okul çantasını atıp bir bez parçasına bağlayacakları iki üç kitapla yetineceklerdir.” Paul bütün bunları kaçırmanın üzüntüsü içindeyken ablası Elizabeth ise bir odadan hiç çıkmasızın birlikte kalacakları için mutludur. Bu iki kardeşin kendi oyunlarını, kendi dünyalarını okuyucuya aktarmak için yazar, utanma duygusunu kullanmıştır ki gerçekten de iki kişi arasındaki ilişkiyi resmetmek açısından utanma en baskın renk olacaktır. Utanç duygusuna varmak içinse çıplaklığa başvurur Cocteau: “Elisabeth soyundu. İki kardeş arasında ayıp yoktu. Bu oda, bir vücudun iki uzvu gibi yaşadıkları, yıkandıkları, giyindikleri koruyucu bir kabuktu.” İşte çocukların kendilerine ait bir dili, bir odası, kendilerine ait oyunları ve kuralları olduğunu; o öteki dünyaya girmedikleri sürece kendilerince yaşadıklarını anlatır bu satırlar. Romanın ikinci bölümü gizli aşkların ve itirafların ortaya çıkmasıyla ve Dargelos’un görünmesiyle hız ve heyecan kazanır. Cocteau’nun çizimlerinin, anlatımına eşlik ettiği kitap, resimlere daha ziyade çocuk kitaplarında rastlayan bizler için farklı bir imkân da sunar. Yazar tarafından sunulan görselin okuru kısıtlaması riskine rağmen oldukça sade çizimler bu sorunun önüne geçmiştir. Berger’in tariflediği çocuğa özgü serüven duygusu okuru, bu çocukların geçişlerine ergenliğe geçiş, liseye geçiş, annesiz bir hayata geçiş, aşka geçiş, uykuya geçiş, uykudan rüyaya geçiş eşlik etmek üzere çağırıyor. ? Dehşet Çocuklar/ Jean Cocteau/ Çeviren: Saadet Özen/ Turkuvaz Kitap/ 128 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1014 SAYFA 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle