19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

JeanPaul Sartre’dan ‘Varlık ve Hiçlik’ Gelip insana dayanır her şey JeanPaul Sartre’ın felsefi görüşünün hemen hemen tümünü kendisinde bulduğumuz Varlık ve Hiçlik “L’Etre et le Néant: Essai d’ontologie phénoménologique”, ilk yayımlanışından 66 yıl geçtikten sonra Varlık ve Hiçlik (Fenomenolojik Ontoloji Denemesi) adı ile Türkçeye çevrildi ve yayımlandı. o bilgi olarak, kendi kendisinin bilinci olmasıdır. Bu, zorunlu bir koşuldur: Eğer bilincim masa bilinci olmanın bilinci olmasaydı, bu masanın bilinci olacak ama masanın bilinci olmanın bilincinde olmayacaktı ya da diyebiliriz ki, kendi kendisinden habersiz bir bilinç olacaktı, bilinçsiz bir bilinç olacaktı; bu da saçmadır. Şu yeterli bir koşuldur: Şu masanın bilincinde olduğumun bilincinde olmam, gerçekten de masanın bilincinde olmam için yeterlidir. Şüphesiz bu, benim o masanın kendinde varolduğunu olumlamam için yeterli değildir ama onun, benim için varolduğunu pekâlâ olumlayabilirim.” (s. 27). FENOMENAL VARLIK Sartre’a göre insan varlığı her şeyin varlığından önce gelir. Onun Şeytan ve Yüce Tanrı oyununun baş kişisi “Gœtz”, yalnızca insanların gerçekten var olduklarını söyler. Ancak ona göre varlık, fenomenolojik olarak belirlendiğinde bir anlam taşımaktadır. Varlığın fenomenal nitelikte olması demek, onun kendisini bize görünüş olarak sunması demektir. Buradaki görünüş kavramı bizim günlük dilde kullandığından soymak mümkün değildir, varlık var olanın her zaman mevcut olan temelidir, varlık var olanın her yerinde ve hiçbir yerindedir, hiçbir varlık yoktur ki bir varlık tarzı olmasın ve kendisini hem açığa çıkaran hem de örten varlık tarzının içinde kavranmasın” (s. 39). Sartre burada bilincin yaptığı işle ilgili olarak önemli bir şey söyler: Ona göre bilinç varolanın (bir fenomenal varlığın) varlığının “ötesine” geçemez. Bir bakıma onun özüne kapalıdır. Bilinç olsa olsa bir varlığın anlamına ve “özgür olmaya mahkum” olmasına bağlıdır. Bu da dünyanın yükünü insanın omuzlarına yıkar; Platon’un mağaradan kurtularak gerçekliği görüp, ancak diğer insanları da bu gerçeklikten haberdar etmek amacıyla tekrar mağaraya dönen insanın yüklendiğine benzer bir “sorumluluğu” bir ödev olarak insana verir. FELSEFEDEN SOMUT İNSANA Ë İsmail H. DEMİRDÖVEN iz, altmışlı yıllarda, söylemi “özgürlük” üzerine kurulu ve düşünsel altyapısını özellikle Sartre’ın felsefi görüşünden alan Fransa’daki gençlik hareketlerinden etkilenen bir kuşak olarak, onun bu oylumlu yapıtından haberdar olmadığımız söylenebilir. Biz Sartre’ı o yıllarda ilk çevirileri yapılan Saygılı Yosma, Şeytan ve Yüce Tanrı, Sinekler gibi tiyatro yapıtları ile Bulantı, Duvar gibi romanları ve onun kendi varoluşçuluk anlayışını özetlediği, o sıralarda ancak entelektüellerimizin okuduğu Varoluşçuluk Bir Hümanizma Mıdır? başlıklı kısa metninden tanımışızdır. Yirminci yüzyıldaki bir grup felsefecinin özelliği, felsefî görüşlerini sanatla, özellikle de yazınla organik bir ilgi içinde görüp kurmalarıdır. Ayrıca Sartre gibi adı “Varoluşçuluk” kavramıyla özdeşleşmiş kimi felsefecinin ortak hareket noktasını insan ve insana ilişkin sorunların oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu “sorunlar”, özellikle yirminci yüzyıl Avrupa insanının içinde bulunduğu toplumsal koşullarda yüz yüze geldiği ve yaşadığı kendi varlığı ve varoluşu ile kurulu toplumsal ilişkiler düzenini sorguladığı sorunlar olarak öne çıkmaktadırlar ki bunun somut bir örneğini “özgürlük” sorunu olarak Sartre’da görmek olanaklıdır. B Varolanlar arasında insan ikircikli bir yapı gösterir. Yani insanı, Sartre’ın yaptığı ayırım çerçevesinde ve aynı zamanda iki tür varolma tarzına da sokmak olanaklıdır. Bu durum insanın neliğini bilgisel açıdan sorunsallaştırır. İnsan bir yandan bilinci taşıyan bir varlıktır (“l’étrepoursoi, kendiiçinvarlık”). Öte yandan insan aynı zamanda, bir cisim, bir organizma olarak diğer varolanlar (“l’étreensoi, kendinde varlık”) arasında bir varoluşa sahiptir. “Kendinde varlığın” kendisiyle bir ilişki kurabilmesinin bilincin varlığına bağlı bulunduğu ve “kendiiçinvarlığın” da bilinç olarak, bilincin kendini düşünümsel (réflecti VARLIK VE VARLIK OLMAYIŞ Varlık ve Hiçlik bu tür insan sorunlarının felsefi (ontolojik) bakımdan temellendirilebileceği bir altyapı ya da bir hareket noktası oluşturmaktadır. Onun, gerek tiyatro yapıtlarıyla gerekse roman kurgusu bağlamında yaşamın içinden verdiği somut insan ve ilişki durumları, Varlık ve Hiçlik’te felsefi terminoloji ile dile getirilmiş ve temellendirilmiş olmaktadır denebilir. Örneğin insanın bu dünyada “ortada bırakılmışlığı ve yalnızlık duygusu” ile özgür olmaya “mahkum” olması, giderek “sorumluluğu” felsefece, Varlık ve Hiçlik’te, bilincin bilgiye önceliği ve otonomisi gösterilmekte, bilincin ancak “kendiiçinvarlık” (êtrepoursoi) bakımından olanaklı olabileceği böylece temellendirilmektedir. “Bir bilen bilincin (consience connaissante), nesnesinin bilgisi olması için zorunlu ve yeterli koşul, bilincin, SAYFA 10 ğımız görünüş kavramından farklı bir anlam taşır. Öyle ki: “Görünüş, varolanın tüm varlığını kendine doğru çeken gizli bir gerçeğe değil, görünüşler dizisinin toplamına gönderme yapmaktadır. “Fenomenal varlık kendini ifşa eder, varoluşunu ifşa ettiği kadar özünü de ifşa eder ve fenomenal varlık bu kendini ifşa edişlerin, tezahür edişlerin birbirine iyice bağlanmış dizisinden başkaca bir şey değildir” (s. 1921). Görünüşün arkasında gizemli, keşfedilmeyi ve bilinmeyi bekleyen bir öz yoktur. “Bu varlık ancak fenomenlerin fenomenötesi varlığıdır, fenomenlerin arkasına saklanacak numenal bir varlık değildir.” Görünüşler (fenomenal anlamda varolanlar) “bilincin karşısına kendi varlıklarının temeli üzerinde çıkarlar. Bununla birlikte, bir varolanın varlığının özelliği, kendini, bilince, bizzat kendisinin, açmamasıdır; bir varolanı varlı Sartre’ın insanı kendisini içinde bulduğu toplumsal ilişkiler düzenini değiştirebilecek bir itici güçtür. Bu insan aynı zamanda “diyalektik aklın” da itici gücünü oluşturur. Sartre hayatını paylaştığı Simone de Beauvoir’la... doğru yani fenomenal varlığın varoluşu anlamında varolanın “ötesine” geçebilir. Burada “ötesine geçme” kavramı bir yerlerde bulunduğu düşünülebilecek saklı bir özü bulmak ya da keşfetmek için değil; bilincin varolanla hâlen kurulmuş olandan farklı bir anlam bağlamı kurması olarak anlaşılmalıdır. Bunun için de bilincin bir öze (örneğin Tanrıya) bağlı olmaması, bilincin kendisinin bilinci olması, giderek de insanın “özgür” olması gerekir. Aslında “öz” diye bir şey yoktur. Bir şey varsa o da varolanın fenomenal varlığının kendisidir. Yani “varoluş özden önce gelir.” İnsanın bu dünyada yeni anlam bağlamları oluşturabilmesi ve dünyayı ya da dünyasını değiştirebilmesi, “bu dünyaya atılmış” ve) biçimde açınlamasıyla (révéler) fenomenal olarak varolduğu söylenebilir. İnsanı geleceğe belirleyecek bir “öz” bulunmadığı için, insanın gelecekte nasıl varolabileceği önceden bilinemez. Şimdi ve gelecek arasındaki gerilimden kaynaklanan bir “bunaltı”yı yaşayan insan “hiç”in farkına varır. Böylece “Hiç” de fenomenal tabanı insan bilincinde olan bir fenomen olur. Dolayısıyla “hiç”in bilinci olan bir bilinç mutlak anlamda “hiç”tir. “Hiç” olanı başka bir yerde aramamak gerekir. “Hiç”, “kendiiçinvarlık” bakımından, bu varlığın “hiçlenmesiyle (néantisation)” fenomenal olarak varolur. İnsan bu bağlamda ve “kendiiçinvarlık”la ilişkisinde bütünlenmemiş, tamamlanmamış bir eksiklikler varlığıdır. Böyle bir varlığın kendisini tamamlaması için kendinden başka bir dayanağı yoktur. Yani “in ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle