Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ama bunların arasında en çılgıncası, evde çalışan Zouzou adlı kızın (bu kız sadece ev işlerinde çalışmıyordu; hem Sarı Cüce’nin, hem de oğullarından birinin metresiydi aynı zamanda) bağırsaklarında yerleşmiş Zoé takma adlı bir bağırsak kurdunu kendine naklettirme hayaliydi. Zouzou’nun Zoé’si hangi akla hizmet Arkebüz’ün işkembesine nakledilsin ki? Yanıt basit: Arkebüz o güzelim etleri şişmanlama tehlikesi olmadan patlayana kadar yiyerek mideye indirsin diye tabii ki! (Burada Alexandre’ın bu anekdotu kitabın romana özgü akışını devam ettirmek için uydurup uydurmadığı şüphesi düşüyor insanın aklına. Ancak okumayı sürdürdükçe, her şeyin gerçekliğinden şüphe etmekten, anlatılanlara inanamamaktan vazgeçemiyoruz; hatta kitap bittikten sonra bile!) ¥ HEZEYAN KASIRGASI Alexandre hangi yöne dönerse dönsün, bir “hezeyan kasırgası” ile karşılaşıyor. Arkebüz’ün ve Sarı Cüce’nin evladı olduğunu her haliyle belli eden “Zebrail”, yani Pascal da büyük ailenin kalıtımsal olarak çift dalaklı doğan çoğu üyesine benzer şekilde sıradışı ve çılgınca bir yaşam sürüyor. Ölümünden sonra her yıl Paris’teki SainteClotilde Kilisesi’nde onu anmak üzere yapılan törende buluşan metreslerinden de anlaşılacağı üzere, kazandığı parayı anında har vurup harman savurarak ömrünü harcıyor. Alexandre’ın annesi de 68 kuşağının getirdiği yenilikleri sonuna kadar kullanarak, hiç çekinmeksizin, uluorta kendine âşıklar ediniyor. Meşhur bir filmin çekimleri sırasında senarist, yapımcı, başasistan ve danışmanla birlikte oluyor ama yönetmenin adı bu aşk listesinde görünmüyor. Zebrail öldüğünde Alexandre’ın 12 yaşındaki kardeşi baba bildiği bu adamın gerçek babası olmadığını öğreniyor. Biyolojik baba ise… Claude Sautet! O filmin, yani César ve Rosalie’nin yönetmeni, Pascal’ın ısrarı üzerine çocuğun babası olduğunu kabul ediyor: mahkeme zoruyla! Annesinin bir âşığı tarafından satın alınan ama Zebrail’in kendisine ait olduğunu iddia ettiği Verdelot’daki evde odalar annenin resmen bilinen âşıklarının adlarını taşıyor bugün! Evet, nasıl oldu da Alexandre delirmedi? Tam yazın ortasında, Batignolle Meydanı’nda, önünde bir tiramisu, üstünde uçuk kırmızı balıkçı kazağı, kumaş bermuda şortu ve ayağında gemici ayakkabılarıyla masada oturan Alexandre bu büyük başarısını şöyle açıklıyor: “Yirmi yaşına geldiğimde bunları düşünmemeye karar verdim. Jardin’lerin romanı beni aşıyordu. Ruhumda çıldırtıcı etkileri vardı. Böylesi zor bir durumu uzun süre devam ettirerek yaşamak mümkün değil; öyle bir an geliyor ki dinlenmeniz, siyaset bilimi eğitimi almanız, bir noterin kızıyla evlenip çocuk sahibi olmanız ve aklın alacağı kitaplar yazmanız gerekiyor.” Gerçekten de bu aslında bir ilk roman ise önceki kitaplarında hangi bölümler gerçekten ona ait? “Belki içlerinden birkaç bölüm çıkar. Romanlarım benim için bir kaçıştı. Ben kitaplarımı, inancı olmadan ibadetlerini yerine getiren bir inançsız gibi yazıyordum. Bu romanı yayınladığımda bütün gemileri yaktım. Bundan böyle kalemi elime aldığımda kendimi kontrol etmek zorunda değilim. Kendime özgü başka bir üslup bulabilirim.” Jardin’lerin Romanı, yazarının iyi bir yolda olduğunu gösteriyor, Gecenin Sonuna Yolculuk yapıtını şimdiye dek yazılmış en büyüleyici roman olarak benimseyen Alexandre Jardin’in bu girişimi sıkı bir meydan okumayı da ortaya koyuyor. Alexandre, Jardinler’i yazmaya başlarken LouisFerdinand’ın romanının ilk kelimelerini ödünç alabilir: “İşte böyle başladı.” ? *L’Express Dergisi, 29 Ağustos 2005/ Çeviren: Elif Koşkan. Jardin’lerin Romanı/ Alexandre Jardin/ Çeviren: Orçun Türkay/ Can Yayınları/228 s. Iris Marion Young ile Richard Rorty’ye ilişkin anma konuşmaları (William McBride), kapanış konferansı (Federico Mayor) 2007 Dünya Felsefe Günü başlıklı kitapta yer aldı. Mercek altına alınan kavramlar ise şunlardı: “diyalog”, “barış”, “insan hakları”, “felsefi etik”, “meslek etikleri”, “serbest pazar”, “felsefe”, “felsefenin geleceği”, “kadın felsefeciler”, “güvenlik”, “yerel”, “küresel”, “laiklik”, “felsefede diyalog”, “sivil toplum”, “şiddet”, “demokrasi”, “eğitim”, “felsefi pratik”, “felsefe eğitimi”. Türkiye’de ve dünyada olsun, tüm olup bitenleri, felsefe yoluyla anlamanın ve anlatmanın başında gelenlerden biri olarak İoanna Kuçuradi, yayıma hazırladığı kitaba yazdığı önsözde bu bağlamdaki çabayı şöyle özetliyor: “Bir Dünya Felsefe Günü’nü ilan etmenin amacı, felsefe eğitimi ve öğretiminin yaşamımıza sağladığı yararlardan başka, felsefe bilgisinin ve felsefe bilgisine dayanarak olan bitene bakmanın kamu yaşamında ve dünya problemlerini ele almada oynayabileceği aydınlatıcı role dikkat çekmektir. İstanbul’da kutlanan Dünya Felsefe Günü’nün bildirilerini yayımlamakla, bu amacın gerçekleşmesine ek bir katkı yaptığımızı umuyorum” (1). ¥ ÖNCE DÜNYA YURTTAŞLIĞI UNESCO’nun dünya ölçeğinde bir felsefe stratejisi oluşturması konusunda çaba harcayan, İnsan Hakları ve Felsefe Küsüsünün ülkemizde de kurulmasına katkı sağlayan, bu kürsüyü 2009 yılında Maltepe Üniversitesi’nde de açtırmayı başaran Türkiye, felsefenin doğduğu topraklara, laik Cumhuriyet düzeniyle yeniden dönüşünün gururunu yaşıyor diyebiliriz. Hegelce bir deyişle, felsefenin tini yine bu topraklarda, doğduğu coğrafyada. Dünya filozoflarının bir araya geldiği 2007 Dünya Felsefe Günü kutlamasında Otfried Höffe’nin dikkati çektiği gibi, günümüzde en büyük sorun farklı kültürlerin nasıl bir arada yaşayabileceği sorunudur (2). Bu konuda yapılacak olan, insan hakları gibi bir yapıyı ulusal yasa düzeninin temeli olarak ele almak; uluslararası yasa ve anlaşmalar yoluyla uluslararası yasa düzenini oluşturmaya çabalamak; bütün bunlara ek olarak da, tamamlayıcı olarak da bir dünya cumhuriyeti denilebilecek federal nitelikli bir dünya yasal düzenini kurmak; bu yeni yasal düzeninin edimcilerinin ya da aktörlerinin birbirlerini dışlayan değil, tam tersine tamamlayan dünya yurttaşları olacağı açıktır. “Öncelikli olarak birisi Alman, Fransız ya da Türktür; ikincil olarak ise bir dünya yurttaşıdır, başka bir deyişle, tamamlayıcı nitelikli federal dünya yasal düzeninin bir yurttaşıdır” (3). 2007 Dünya Felsefe Günü başlıklı kitap, zengin içeriğiyle, her zaman yararlanabileceğimiz, ayrıca barış kültürünün yolunu açan, ipuçlarını veren bir başucu kitabı niteliğinde; kitabın, yukarıda sıralanan kavramlara ilişkin belirlemeleri yol aldırıcı, kışkırtıcı; genç kuşaklar içinse öngörü sağlayıcı. ? Dünya Felsefe Günü/ Yayıma Hazırlayan: İoanna Kuçuradi/ Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları/ 444 s. Notlar: (*) Prof. Dr. Betül Çotuksöken, Maltepe Üniversitesi. (1) İoanna Kuçuradi, “Önsöz”, agy., s. IX. (2) Otfried Höffe, “The Diversity of Cultures under the Unity of a Global Law”, agy., s. 17. (3) Otfried Höffe, “The Diversity of Cultures under the Unity of a Global Law”, agy., s. 21. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1014