19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nermin Bezmen’le eşine adadığı ‘Bizim Gizli Bahçemizden’ üzerine ‘Pamir’le olan hayatım...’ Bizim Gizli Bahçemizden... Nermin Bezmen imzalı. Otuz beş yıllık eşi Pamir Bezmen’in acı kaybının ardından kaleme alındı. Kitabında, eşiyle paylaştıkları nevi şahsına münhasır, bir aşkı anlatıyor Nermin Bezmen, bin bir tanımı ve coşkusuyla... Öyle bir iddia ki kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir duyguyu onca sayfada anlatmak. Tüm yoğunluğu, oylumları hani derler ya aksiyonuyla evvel zamanların aşklarına taş çıkartan bir aşk sözün konusu. Nermin Bezmen ile Bizim Gizli Bahçemizden‘i konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR eni kendinden ve kendimden fazla seven erkeğe, yokluğunun acısıyla kaleme aldığım uzun bir mektuptur bu” diyorsunuz... Bu sözünüzü açarak başlayalım isterim söyleşimize... Hayatımda ilk defa bu kadar hazırlıksız yakalandığım bir kitap. Çünkü bu kadar hazırlıksız yakalandığım bir şey yaşadım. O travmanın içerisinde Pamirciğimi defnettiğimiz günün akşamı o kadar yoğun ve ağır duygu seli kanatlarımı aşağıya çekmişti ki onları biraz çırpmak ihtiyacı hissettim. Ve kendimi en iyi ifade edebildiğim şey yazı. Terapi amaçlı, kendime merhem olacak, tamamen iç sesimle yüreğimi ruhumu dinleyip zihnimin kanatlarını da yanıma alıp yaptığım bir yolculuk oldu. Bir yarım koptu, makinede kalp çizgisi durduğu an kalbimin yarısının soğuk bir şeyle kesilip geri kalanın ateşe atıldığını hissettim. O kadar beraber çarpardı yüreğimiz. Bunu çok iyi bilen arkadaşlarım, dostlarım çok endişelendiler. Çok duygusal olduğumu, her şeyi çok derin yaşadığımı bildikleri için bu travmanın altından kalkamayacağımı hissederek terapiste gitmemi önerdiler. Hiç ilaç almadım, terapiste gitmedim. Hayır, bu aşka bunu yapmaya hakkım yok dedim. Bu Pamir’le olan hayatımın bir başka gerçeği dedim. Kitapta da yazdığım gibi, acımı hakkıyla yaşamak istiyorum. Bu acıyı yüreğimi kanata kanata yaşamak istiyorum. Uyuşmak neyi halledecekti. Bir kere aşkımı yaşadığım insana o bir ihanet gibi geldi. Çünkü otuz beş sene aşkın tadını çıkardıktan sonra eksikliğinin acısını da çekebilmem lazımdı. Acıma inat acımın tadını çıkarıyorum Pamir ve Nermin Bezmen evlilikleri boyunca hem eş, hem sevgili, hem dost, hem sırdaş hem de arkadaş olmayı başarmışlar... “B yazarken. Yazı elim ayağım oldu. Mini bir orkestra gibi birbirinizle uyum ve denge içinde bir yaşam sürmüşsünüz, ortak bir ses, bir yürek, aynı tonda, tınıda... Aynen, kesinlikle öyleydik. Pamir ile kendi aramızda çok güzel bir oda müziği yapıyorduk, böyle diyebiliriz. GÖZ GÖZE YAŞAMAK Evvel zamanların aşkları gibi... Yoğunluk ve aksiyonla da devam etmiş. Kanıksanan, eskiyen bir aşk değil sözün konusu... Çok yoğun, çok dolu dolu yaşadık. Ve bunu bir avantaj olarak değerlendirdik. Eskitmedik, asla. Çünkü birbirimizi hem tamamlayan, hem birbirine ihtiyacı olan ama birbirimizin kölesi olmayan iki âşıktık. Aşkımızı bu şekilde yaşamayı, taşımayı becerdik. Zaman zaman Pamir’in geyşası gibi de olurdum, saç traşını da, manikürü, pedikürü, masajını da yapardım. Yani bebek gibi bakardım, ama hayatta kendime ait, çok sağlam durduğum, katiyen taviz vermeyeceğim duraklarım da vardı. Dolayısıyla biz o alma vermelerde çetele tutmadan, birbirimizi anlayarak, dinleyerek, kitapta da anlattığım gibi birbirimizin gözünün içine bakarak yaşadık. Pamir’le hem eş, hem sevgili, hem dost, hem sırdaş, hem arkadaş olabilmenin verdiği gücü, güveni tecrübe ettim. Onun getirdiği bir dengeyle yaşadık. Şımarmadan yaşadık. Birbirimizin kalbini kırmaktan, incitmekten korkardık, sesimiz yükselmezdi. Aşka kristal vazo muamelesi... Aynen. Çok özen vardı aramızda. Nasıl buldu bu iki eş ruh birbirini... Her şey nasıl başladı? Aslında belki de aşkımızın bu kadar kuvvetli olmasında, bizim direkt sevgili olarak buluşmamamız da etkilidir. Patronmemur ilişkisi ile başladı her şey. Pamir’in gözüne girmek, onun hayatını kolaylaştırmak, onun bakışının tadını kaçırmamak için inanılmaz bir özveriyle yanında bir elemanı olarak çalıştım. Gözünün içerisine bakmam âdeti o zamandan başlar yani. Pamir de son derece hümanist ve sıcacık bir insandı. Dolayısıyla ondan herhangi bir patrondan korkar gibi değil de onu çok önemsediğimden, yücelttiğimden, hayran olduğumdan gözüne girmeye çalışıyordum. Birbirimize aşkımızı hissetmemiz yaklaşık bir buçuk yıllık bir süre sonrasına denk gelir. O arada Pamir’i çok iyi keşfettim, özel hayatını, duygularını, isteklerini, tarzını... Ve işte 1974’ün Temmuzu’nda fark ettiğimiz zaman yaşanan hakikaten geri dönüşü olmayan körkütük bir aşktı. Sevmeye, sevilmeye o kadar küçük yaştan itibaren alıştım ki. Sevgi dolu bir ailede yetiştim. Onun için kitabımda da diyorum, aşk genetiktir, herkes âşık olamaz... Aşka âşığım ben. Ve Pamir’le benzersiz bir aşk yaşadık; o nedenledir ki eksikliği birçok kayıptan daha farklı, daha yoğun. Mükemmeli tattıktan sonra kaybın algısını düşünün. Ne aşkı, ne evliliği çok söyleyerek, habire cümleler kurarak yaşamadık. Temas ve bakış çok öncelikliydi. Zihnimiz birdi. Birbirimizi okuduk diyebilirim. Ve aslında bu kitabı beraber yazdık. Belki beraber kaleme almadık ama yaşarken beraber yazdık. 396 sayfa kitabınız... 396 sayfada ilanı aşk. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir duyguyu onca sayfada anlatmak... Şimdi biz böyle deyince acaba sayfa sayısı az mı diye düşündüm... Ben böyleyim işte... (Gülümsüyoruz) Hiç mi sorun olmaz bir aşkta, hiç mi yıpranmaz bir şeyler.? Tamam sevgi, saygı bâki ama ya hayat? İşte bu ‘ama ya hayat’ı soruyorum... Olmaz olur mu? Ama bizim sorunlarımız birbirimizden kaynaklanmazdı, hep dışardan gelen sorunlardı. Bizim çok zor günlerimiz de oldu, dibe vurduğumuz günlerimiz de oldu maddi, manevi, sağlık açısından. Hepsini çok güzel atlattık. Sorunları ele almakta da çok iyi bir takımdık. Şöyle iyi bir takımdık; ben daha fevriyimdir. Mantıklıyımdır, pratiğimdir ama içinde böyle zelzeleler, yangınlar kopan bir insan tipiyimdir de. Kızınca kızarım, belli ederim, isyanımı dile getiririm. Pamir çok daha zen bir insandı. O hayatla ilgili bütün kızgınlık, kırgınlık, kin, nefret gibi duygularını çoktan temizlemişti. Ve kendisine en büyük kötülüğü yapan, en büyük kazığı yediği insan için bile “aldırma, zavallı bir adam, ne yapsın” diyebilirdi. Bizim en büyük davamız işte Pamir’in bu tavrıydı. Müdafaasız bir çocuğum gibi gelirdi bana. Ve çok hiddetlenirdim, ikimiz adına kızmaktan yorulur, “Allah aşkına kız biraz” derdim. Dünyaya ve kötülüklere karşı o kadar iyilik, saflık derecesinde iyiniyetlilikle, bazen bu beni çok kızdırırdı ve kırılırdım. Küslük yoktu bizde. Öpüşmeden, sarılmadan uyumazdık ama surat asardım yani. Ölene kadar denir ya anlıyoruz ki ölmüyormuş aşk... Bu ne kadar zor. Yani öyle olmalı tevekkül de bir sarkaç gibi, gelgitleri muntazam, dengeli olsa da fark ediyoruz ki acı hep taze? Bu aynen ölümcül bir hastalığın süreçlerine benziyor. İsyan, inkâr, kabul ve uzlaşma dönemleri... Aynı evrelerden geçiyor. Her seven için sevdiğinin kaybı büyük acı elbette, kimseninkini küçümsemek için demiyorum bunu ama bizim 35 senemizi, 24 saatten hep el ele, gözgöze yaşadığımız düşünürseniz ve normal evliliklerle kıyaslarsanız 102 seneye falan tekabül ediyor. Böyle uzun soluklu bir sevgiyi kaybetmek sanılandan çok daha sarsıcı bir duygu. Dedim ya müthiş bir takımdık. Çok ka liteli zaman geçirirdik, sürekli kendimizi geliştirirdik, beraber kitap okurduk; konseriydi, müzesiydi... giderdik. Haybeye geçirilmiş tek bir zamanımız olmamıştır. Hayatı hep öğrenmek ve keşfetmek üzere dolu dolu yaşadık. Kitapta da bunu şöyle belirtiyorum: “Biz, Mevlana’nın dediği gibi, zengin değildik ama zenginliğin kendisiydik.” İSYAN, KABUL, UZLAŞMA... İsyan, inkâr, kabul ve uzlaşma evreleri demiştiniz... Kitabın sonuna geldiğim gün artık acımı inkâr etmek adına bir çeşit bedenimin dışına çıkmış yazıyor gibiydim açıkçası, yukardan aşağıdaki kadına bakıyor gibiydim. Kitabın sonuna doğru, zaten okur da onu hissedecektir, kendime dönüşe başladım. O bana artık kabullenmeye başladığımı hissettirdi. Güzel güzel, ağır ağır bir kabulleniş, ayağa kalkış var. Orada da şöyle bir yöntem takip ettim, uzaklaşmadım, seyahate çıkmadan. Acımı önce evin içinde çözmem gerekiyor dedim, Pamir’siz yaşamayı kabullenmem gerekiyor dedim. Onun için ilk iki buçuk ay mezarlığa gitmek dışında evden çıkmadım, her köşede anılarımızı anımsadım, yeniden yaşadım. Sonra Pamir’siz ilkler başladı, ilk yağmur, ilk kar, ilk dolunay, ilk erguvanların açışı... Onun için ilk olarak bu evi, bu balkonu, bu bahçeyi çözmeye çalıştım. Daha sonraları tek bir arkadaş ile dışarı çıkmaya başladım. Gene sessiz gözyaşlarımla, kalp kırıklığımla ama her bir adım bir düğüm çözdü. Konserlere gitmeye başladım zaten genç kızlığımdan bu yana klasik müzik tutkunuyumdur. Deli gibi konsere gidiyordum. Amerika’daki kızıma tek başıma bir seyahat yaptım. Böyle bir gün kahkahalarla, “Pamirciğim teşekkürler, bana da ayaklarımın üstünde durabilen bir kadın olma fırsatı verdin” dedim. Ölüm fikrine kimse hazır olamaz ama böyle bir teslim olma, kuşatılma da yok öncesinde.. Hiç. Böyle bir korku dalgası içinde yaklaşmazdık ölüme Pamir’le. Hatta espiriyle yaklaştığımız olurdu, bu hayatın bir gerçeğiydi sonuçta, kaçınılmazdı. Arka bahçemiz var orman olarak tuttuğumuz, Pamir orada gömülmek istiyorum derdi. Hatta “Ben tıngırdayınca” derdi, ölüm demezdi pek. “Ben tıngırdayınca pis zamparalar üşüşecek buraya, ben bura¥ dan rahatsız edeceğim onları” derdi SAYFA 4 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle