19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K O, eleştirimizde yalnızlaştırılmış aydının da simgesiydi aynı zamanda. Bu nedenle bir yıldız gibi kayarken, göz kamaştırıcı parlak bir ışık bıraktı bize. “Üzerinde güller biten”, o bereketli Fethi Naci toprağı, ormanıyla… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Fethi Naci yokluğunun dayanılmaz acıklılığı... hipti bana göre. Bunun için de ötekilerden ayrılıp kendi yaşamlarının bir türevi, diyelim ellerinin kollarının uzantısı olarak önümüze geliyordu eleştirileri. Öteki eleştirmenler, masa başına oturup belirledikleri konu çerçevesinde çalışmaya yönelirken buna kendi dışındaki nesne olarak bakıyor, soğukkanlı bilimci tutumuyla nesnesine yaklaşıyordu genelde. Ataç’la Fethi Naci’nin bunlardan ayrılan yanı işte burada kendini gösteriyor bana göre. İkisi de tüm yaşamlarına yayılan düşünce, ruh, karakter yapılarıyla, kişiliklerinden yansıyan heyecanlı, coşkulu, öfkeli ya da sevinçli halleri, ne bileyim biraz da her şeyleri uluorta açığa döküveren çocukça tutumlarıyla sanki eleştirilerini o anda ayaküzeri yapılandırıyormuş gibi izlenim bırakıyor bende. Ancak bu durum, eleştirilerinin emek verilmeden, ayrıntılara yer açılmadan, üç beş kez okunup özümsenmeden, yargıya götürücü çıkarsama yollarının bütün adımlarında, her aşamada uzun uzadıya düşünülüp emin olunmadan üstünkörü verimlendiği sonucuna götürmemeli bizi. Tersine her ikisi de konularını şaşılacak bütünsellikte kavrayıp gereği yönünde işleyen kimseler görünmekle birlikte, tepkilerini, isterseniz biçemleri deyin buna kişilikleriyle karakter yapılarının gereği yapıp çatan bir konum sergiliyor. Bütün bu nedenlerle Nurullah Ataç’la Fethi Naci’nin eleştiri yazınımızda farklı, apayrı yerleri bulunduğu kanısı taşıyorum kendi payıma. Ötekilerin örnekse Asım Bezirci’yle Memet Fuat’ın da, eleştirilerini tüm yaşamlarına yaydıkları anlayış yönünde yapılandırdıklarını görmemek için kör olmak gerek herhalde. Ancak bu durumu, bu iki eleştirmenin eleştiri anlayışlarıyla örtüştürmek daha doğru geliyor bana. Örneğin Bezirci’nin bilimden yana, toplumsalcı bakışının, Memet Fuat’ın düşünceye saygılı, çoksesli yaklaşımının kişilik özelliklerinin yansıması gibi alınması kaçınılmaz bir olgu. Ancak bu doğrultuda yalın kılıç öne çıkarak güne dönük duygulanımlarla, izlenimlerle yazı kaleme almadıkları da ortada herhalde. Bunun gibi, çalışmalarını diyalektik bakışla, yapısalcı yaklaşımla, modernist açıdan, postmodernist tutumla, psikanalitik temelde vb. yürüten, üstelik söz konusu anlayışlarını yaşamlarına yaymış izlenimi bırakan daha pek çok eleştirmen de gösterilebilir bu arada. Mehmet Rifat’ın Eleştirel Bakış Açıları (Dünya, 2004) başlıklı yapıtı, onun “gösterge eleştirisi” bildirgesinin ötesinde bu doğrultuda ufkumuzu genişleten bir çalışma olarak duruyor önümüzde… (Çalışmaları üzerinde gereğince durulmayan bir yetke de Mehmet Rifat.) Bu yüzden yitirdiğimiz bütün eleştirmenlerin eksikliğini duyuyoruz elbette, ne ki eleştiri yapıtları, bu doğrultuda kendilerinin eksikliğini bir ölçüde gideriyor belki onların, oysa Ataç’la Fethi Naci, işte tam da bu nedenlerden ötürü eleştirilerinin eksikliğini duyumsattıkları kadar kendi birey yokluklarının hüznünü de yaşatıyorlar aynı zamanda bize. sal tarihini, bu yönde eğrilen insanımızın karakterini, siyasi, coğrafi bir haritayı şekillendirircesine yerli yerine oturtmuştur Fethi Naci. Şunu da düşünelim ki Türkiye İşçi Partisi’nin parti programının hazırlanışında eylemli görev alarak ön açıcı tutum sergileyen biri o. Bu, onun kendine güveninin ifadesi değil elbette yalnız, bilgisinin, yeterliğinin yetkinliğe varan boyutu aynı zamanda. O zaman Fethi Naci’nin karnının masala tok olacağını anlamak kolaylaşıyor. Toplumsal, sınıfsal, siyasal oluşumların haritası üzerinde çalışmış bir kurmay değil çünkü o, yanı sıra uçsuz bucaksız yazın denizinde, yalnızlık içinde korkusuz yol alabilmek amacıyla haritalar yapmayı başarmış bir eleştiri düşünürü… Buna göre o, tıpkı büyük felsefeciler gibi kendi okulunu kurmuş biri hiç kuşkusuz. Üstelik bu yanıyla Ataç’tan ayrıldığı da söylenebilir onun. Ataç, böylesi bütünselliği, saltık olarak yazındil ilişkilenişi bağlamında yansıtıyor yalnızca. Fethi Naci ise buna önce toplumsal, tarihsel, budunbilimsel, insanbilimsel, ekinsel, ekonomik vb. taban hazırlıyor; bu temelde genel olarak sanatı, özel olarak yazını yoğurup kendi dizgesini kuruyor. Nitekim Gerçek Yayınevi aracılığıyla yürüttüğü “100 Soruda” dizisinde yayımladığı kitap adlarını şöylece gözden geçirmek bile onun nasıl büyük dizge kurmuş bir eleştirmen olduğunun gizli ipucunu vermeye yetecektir bize… İşte bu yüzden Fethi Naci’nin yazında da elbette masala toktur karnı. Uydurukçularla kandırıkçıları, yüze gülücüleri, kavuz gürültüsü çıkaranları, saman alevi gibi parlayanları yazınımızda ilk o görmüş, yapılan şaklabanlıkların, atılan yanlış adımların, yazınsal olmayan tutumların altını ilk o çizmiş, bu yanıyla yazınımızın tek sistem kurucu eleştirmeni olarak tüm zamanlara yayılacak değer üretmiştir. ÇOCUKLUKMUŞ YAPTIĞIM... aan Arslanoğlu, 2008 Kasımı’nda elektronik posta ile, kitaplarının yayıncısı Ahmet Öz’ün, Fethi Naci ile ilgili bir “andaç kitap” hazırlamak istediğini, bu çalışmada benim bulunmamı, bunu üstlenemesem bile bir yazıyla kitaba katılmamı arzu ettiklerini yazdığında, teşekkür edip bağışlanmayı dilemeliymişim. Oysa ben n’apıyorum? Bundan onur duyacağımı, ne var ki Lâle Kalpakçıoğlu ile Fethi Naci dostlarının görüşünü, onayını alarak ancak bundan sonra böyle bir işe girişebileceğimi, ahlaken de yazınsal açıdan da doğru tutumun bu olacağını, ne var ki konunun önem taşıdığını, kimi ayrıntıları ortaya koyabilmek için Öz’le, Arslanoğlu’yla bir araya gelip yüz yüze görüşmemiz gerektiğini yazıveriyorum Kaan’a, yanıt olarak… Çocukluk burada işte, buna sevinivermiş görünmekte… Otursana oturduğun yerde a benim Sadık çocuğum… Aradan aylar geçiyor, Kaan bu kez telefonda; buluşabilmek için uygun tarih kolluyoruz… Nisan sonlarında bir araya geliyoruz. Taslak kitap üzerine ayrıntıları konuşup, yer yer tartıştıktan sonra ayrıldığımda yanlarından, oracıkta telefona sarılıp Lâle Kalpakçıoğlu’yu arıyorum. Geniş bir özetlemeyle durumu aktarıyorum. Dinliyor sabırla, sonra o “vakur” uyarısı yuvarlanıyor önüme: “Fethi Naci için andaç kitap hazırlamayı düşünen birinin gerek nezaket, incelik açısından gerekse telif yasası bağlamında önce benimle görüşmesi gerekmez miydi?” O zaman anlıyorum, yaptığımın ne denli yakışıksız bir davranış olduğunu… Özür diliyorum Lâle’den, bu yönde düşünememiş olmaktan ötürü çok utandığımı söylüyorum. O, Kaan’a, bana suçlayıcı yaklaşmasa da iş bitirmeye dönük “nahif” tutumumuzun eksik yanlarına ayna tutmuş oluyor böylece… İvedi Kaan’ı arayıp görüşmemizi aktarıyorum ayrıntılarıyla. Ertesi gün Kaan, yayıncısı Ahmet’le Lâle’ye gidiyorlar. Sonrasında görüşmeyi özetliyor Kaan, ama ben, bu işi üstlenmemin artık ahlaken de yazınsal açıdan da doğru olmayacağını düşündüğümü belirtip beni bağışlamalarını diliyorum. En başta yapmam gerekeni söylüyorum yani… K Fethi Naci, yalnız roman türünü değil, şiiri, öyküsüyle tüm yazınımızı, geçmişinden bugüne Türkiye’nin toplumsal yaşamıyla harmanlayıp örtüştürerek yerli yerine koymayı hakkıyla başarmış bir eleştirmen. YOKLUĞUYLA DAHA DA BÜYÜYEN DEV: FETHİ NACİ Hulki Aktunç’un sözünü açıklayabilmek için buna Fethi Naci’nin yokluğu bağlamında yaklaşmanın daha doğru olacağını söylerken, bunları vurgulamaktı amacım… Çünkü Fethi Naci, üstelik özel uzmanlığı olarak alınagelen roman türünü değil yalnız, şiiri, öyküsüyle tüm yazınımızı, geçmişinden bugüne Türkiye’nin toplumsal yaşamıyla harmanlayıp örtüştürerek yerli yerine koymayı hakkıyla başarmış bir eleştirmen. Onun yaşamı içine giren tüm yazıncıların, bu haritada kendilerini görmek istemelerinden daha doğal ne olabilir? Ne var ki böyle çok ayrıksı değere sahip bir insanın kendi dilinin tüm yazıncılarını yaşamına katabilecek, tümünü işleyebilecek olanağa sahip olamayacağı da düşünülmeli… Yokluğunda daha da devleşirken o, onda gözlenebilecek bu tür boşluklar, bir eksiklik olarak alınabilir, ancak ona yüklenen yüksek değeri değiştirmeyecektir hiçbir zaman bu… Beşir Fuatlar, Nurullah Ataçlar, Fethi Naciler, Asım Bezirciler eleştiri göreneği henüz ortalarda görünmezken, koyu karanlıklar ortamında birer güçlü yanarca halinde ortalığı aydınlattı… Bunların içinde, kendini yetiştirişi bile insanda başlı başına serüven duygusu uyandırabilecek Fethi Naci’nin büyük dizge kurmuş tek eleştirmen olarak varlığı, yokluğunda daha da büyüyerek ileri kuşaklara taşınacağından, ileriki on yıllar içinde, yaşadığı dönemin tüm yazınsal verimine değgin tek değilse bile en önemli tanık olarak alınacağından kuşkum yok kendi payıma! Bugün (23 Temmuz), birinci ölüm yıldönümü… Onun tarafından onurlandırılıp yüceltilen nicelerinin ona ilgisizliği ortadayken Hulki, derin bir paradoks sunuyor bize. Fethi Naci, bilinçli görmezden gelmenin üzerinde dururdu sıklıkla: “sessizlikle karşılamak”. Bizlerden sonra da onun ışığını taşıyacaklar bulunacak elbette… Varlıklarında payı bulunan kimilerinin sessizliğine karşın… O, eleştirimizde yalnızlaştırılmış aydının da simgesiydi aynı zamanda. Bu nedenle bir yıldız gibi kayarken, göz kamaştırıcı parlak bir ışık bıraktı bize. “Üzerinde güller biten”, o bereketli Fethi Naci toprağı, ormanıyla… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1014 FETHİ NACİ’SİZ FETHİ NACİ’YLE... Hulki Aktunç’un bir yazısında gözüme ilişmişti; Fethi Naci’nin kendisinden tek satırla söz etmediğini, adını bile anmadığını yazıyordu Aktunç… Doğrusu ya, çok düşündüm bunun üzerinde. Ne demek istiyordu Hulki Aktunç? Başka yazarlar adına yer verip onca söz etmişken kendisinden, tutup ne diye Fethi Naci’ye değiniyor, metinlerinde yer almayışının içindeki çökeltisine özel vurgu yapmaya girişiyordu, bir gönderme varmışçasına bunun altında? Fethi Naci’nin yokluğundaki varlığıyla mı açıklamak gerekiyor acaba bunu? Doğrusu da bu galiba!… Bizde özellikle iki eleştirmen, Nurullah Ataç’la Fethi Naci, kişilikçe örtüşen yanlarıyla da yaşameleştiri bütünlüğü güden, bunda titizlenen bir anlayışa saSAYFA 20 ELEŞTİRİMİZİN BÜYÜK DİZGESEL OKULU... Sevgili Turhan Günay, ne zaman Kitap Ekinden söz açsa, bir yerini getirir, dergideki en büyük eksikliğin Fethi Naci gibi bir eleştirmenin yokluğu olduğunu söyleyiverir iki lafın arasında. Oysa Fethi Naci, gerçekten yok! Bundan ötürü değil mi zaten Fethi Naci’yle ama Fethi Naci’siz olarak yaşamak düşüyor bize. Cuma masası/akademisi üyeleri de eleştirmenliğinin ötesinde çok renkli, çoksesliliğinin eksikliğini duyuyor, yaşıyor olmalı onun… Fethi Naci yokluğunun, daha doğru deyişle eksikliğinin anlamını deşmeye geldi sıra… Nedir Fethi Naci’nin bu bağlamda barındırdığı giz? Tüm yaşamına kabalama göz atıldığında bile, onun bir ansiklopedi ortaya koymak üzere kendini dokuduğu, bu şekilde yapılandırmak üzere yola çıktığı öne sürülebilir. 1940 sonlarından itibaren bir “sosyalist aydınlanmacı” kimliği yansıtmaya koyulduğu çok net görülebiliyor nitekim. Ancak bu yanını sürekli yoğurup geliştirerek, her uğraşısıyla kendini yeniden biçimlendirip yeni bireşimlere giderek gerçekleştirdiği açık Fethi Naci’nin. Türkiye’nin düzeni, sınıfsal yapısıyla birlikte toplum
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle