25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mehmet Atilla’yla ‘İskandil’ üzerine İkinci Dünya Savaşı’nın hararetli yaşandığı yıllar… İngilizler ve Almanlar, Yunan adalarını paylaşamıyor… Adalar Almanlar tarafından bombalanmaya başlıyor… Türkiye sınırına en yakın ada, İstanköy de saldırılara maruz kalıyor. İnsanlar kaçıyor… Teknelerle en yakın uç olan Bodrum’un Akyarlar kasabasına sığınıyor insanlar… Kimi cesetler de kıyıya vuruyor… Haliyle, savaşın o korkunç sahnelerine Bodrum halkı da tanık oluyor… Mehmet Atilla’nın hikâyesi de burada başlıyor. Yeni ve ilk romanı İskandil, bu savaşı, savaşın ardında yeşeren aşkı anlatıyor… Bu büyülü atmosferin anlatıcıları arasına o yılların tanığı Halikarnas Balıkçısı dahil oluyor… Atilla ile yeni romanını konuştuk. Ë Erdem ÖZTOP ehmet Bey, sizi çocuk kitaplarınız ve son yıllarda yayımladığınız öykülerinizle takip ediyorduk. Uzunca zamandır sessizdiniz. Yeni roman İskandil bu sırada yazıldı sanırım… İskandil’in yazılış süreci oldukça dönemeçli oldu. Aslında Bodrum’la ilgili bir roman yazma düşüncesini uzun yıllardır taşıyor, fakat bir türlü üzerinde yoğunlaşamıyordum. Ne zaman ki emekli oldum, yıl 2003, ancak ondan sonra ön araştırmalara başlayabildim. Son noktayı koyduğumda ise 2005’in Şubat ayına gelmiştik. Gelgelelim romanı yayımlatma süreci de umduğumdan uzun sürdü. Ben de her kırılma noktasında yazdıklarımı gözden geçirdim, kimi eklemeler ve kısaltmalar yaptım. Sonunda bugüne geldik. Şimdi geriye dönüp baktığımda elimde kalan metnin ilk metne göre daha sağlıklı olduğunu düşünüyor ve seviniyorum. Biraz romanınızın oluşum aşamasını anlatır mısınız? Roman sizin doğduğunuz yerlerde geçiyor. Ege’de, Akyarlar’da, eski adı Kefaluka olan, Yunanistan’ın İstanköy adasına en yakın olan uçta… Hikâyeye nasıl ulaştınız? Sanıyorum gerçek bir hikâyeden yola çıktınız? Romanın iki düzlemi var: birincisi tarihsel olgular, ikincisi de kurmaca olaylar... Tarihsel boyut ne yazık ki küllenip gitmiş, olup biteni bilen yok. Bizdeki yazılı kaynaklarda bu romandaki savaşlardan söz edildiğini henüz görmedim. İşin özü şu: 1943 yılında, İkinci Dünya Savaşı tüm acımasızlığıyla sürerken Bodrum’a çok yakın olan kimi Yunan adaları İngilizler ve Almanlar tarafından bir türlü paylaşılamıyor. Her iki taraf da bu adaları basamak taşı olarak kullanmak istiyor. Böylece savaş burnumuzun ucuna kadar gelip dayanıyor. Karışık yıllardır o yıllar... Dalgalar kıyılarımıza yüzlerce ölü taşı ‘Kusursuz Roman Yoktur’ maktadır. Her yer toz duman içindedir, İnönü ve Menemencioğlu o toplantıdan bu toplantıya gidip gelmektedir, ülkede yokluk ve yoksulluk diz boyudur. İskandil’in arka planına işte bu savaşın etkilerini yerleştirdim. Birçok kişinin kayıklarla Bodrum kıyılarına sığınmasından yola çıktım. Tamam, Türkiye savaşa katılmamıştı ama denizlerimizde bir can pazarı yaşandığı da gün gibi ortadaydı. Ayrıca son derece ilginç ve başarılı bir ‘köy eğitmenleri’ uygulaması yaşanmıştı bu ülkede. İşte bu iki gerçeklikten beslenip yeni bir gerçeklik yaratmaya çalıştım. Romanın bütün ögeleri kurmaca çünkü. O dönemde yaşayan insanların kimilerini konunun izin verdiği ölçüde anmakla birlikte ana karakterler, gelişen olaylar, yaşanan aşk, işlenen cinayet ve öteki bağlantılar romanın kendi gerçeğidir. GERGİN BİR SÜREÇ Günümüzdeki kahramanlar aracılığıyla geçmişe yol alıyor hikâye. İkinci Dünya Savaşı’nın o en buhranlı dönemine... Almanya İstanköy’ü bombalıyor. Roman, tutkulu bir aşkın dile yansıması diye tanıtılsa da, aslında gergin bir süreci işliyorsunuz, yanılıyor muyum? Bir romandan söz ediyorsak eğer, birçok şeyi bir arada konuşmamız gerekir. İskandil’de verili bir dünyanın yol göstericiliği var ama benim asıl amacım, okurla roman arasında yazınsal bir bağ kurabilmekti. Bu bağı kurabilmek için de bazı yeni alanlar yaratmak zorundaydım. Geçmişin gölgesini renklendirmek ve yeniden üretmek, ancak bu yeni alanların yardımıyla gerçekleşebilirdi. Kuşkusuz ki olayların zengin bir anlatımla, zekice bir nin üstüne gidiyorlar. İçtenlikle söylemeliyim ki, bu kararlılığı bir yazar olarak ben de engelleyemezdim. Engellemeye kalksaydım başka bir roman çıkardı ortaya. Yücel’in bir köy eğitmeni oluşu, Elif’in evli ve çocuklu oluşu kimileri tarafından yadırgatıcı bulunacaktır, bunu biliyorum. Ama hayat böyle bir şeydir işte. Ne mesleğinize ne de bulunduğunuz noktaya bakar, alıp sizi bambaşka yerlere savurur. Vardığınız yerde aradığınız olmayabilir. Zaten olsaydı, bu romanın yazılmasına da gerek kalmazdı. 40’lı yılların Bodrum’unda geçen romanda kılavuzumuz Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir oluyor. Romana nasıl dahil oldu kaptan? Bazı şeyler zihnimizde, hatta bilinçaltımızda özel bir güç olarak varlığını sürdürürken uygun bir ortam bulduğunda bir fıskiye gibi sularını saçmaya başlıyor. Halikarnas Balıkçısı da özel bir güç. O dönemde gerçekten Bodrum’da yaşıyor ve tıpkı romanda anlatıldığı gibi halk ile dış dünya arasındaki bağlantıyı sağlıyordu. Bunu göz ardı edemezdim. İlk sayfaları yazmaya başladığımda Balıkçı’nın metne bu kadar egemen olabileceğini düşünmemiştim doğrusu. Sonradan baktım ki durmadan kendini dayatıyor, ben de sayfalar ilerledikçe romanın tarihsel alt yapısını onun aktarmasını istedim. Hem okurla, hem de romanın güncel kahramanı Merih’le aynı anda bağ kurabilecek enerji yalnız onda vardı çünkü. Bazı cümlelerini kitaplarından olduğu gibi aldım, İskandil’in kendi atmosferi içine sokup sözcesözceleme ilişkisi içinde yeniden kullandım. İsli günler… Kan dökülüyor, Ege kıyılarında cesetler… Dil bu sürecin en etkili birleştiricisi oluyor! Katılır mısınız, romanınızın adından esinlenerek yaptığım bu açılıma? Romanın adı İskandil aslında, kapakta bu sözcükleri farklı renklerde fakat birleşik yazarak bir tür evirmece haline sokmak istedik. Kaldı ki romanın içeriğinde bir deniz dibi araştırması da var, yani ‘iskandil’ edilen derinlikler de sözkonusu. Ayla Kutlu’nun arka kapak yazısında belirttiği gibi savaşın karanlığını is, ihaneti kan, tutkulu bir aşkı da dil bağlamında özetleyen, sonra da her birini birleştirip İskandil’e dönüştüren ikili bir ad taşıyor bu roman. Romanın kendi dili ise bence her şeyden önemli ve en çok güvendiğim yanı... Yaz aylarında romanın geçtiği yerler dolup taşıyor! Ama kimse böylesine bir tarihi gerçeğin, savaşın ve onun getiri/götürülerinin ayırdında dahi olmuyor! Bundaki sebep sizce nedir? Acı olan şudur; bugün belli bir yaşın, diyelim ki 50’nin altındaki Bodrumluların çoğu, her gün baktıkları denizde bundan 66 yıl önce yaşananları, batan gemileri, kıyıya vuran cesetleri, sığınmacıları bilmezler. Ayrıntılardan vazgeçtim, ama hiç olmazsa İkinci Dünya Savaşı’nın bir bölümünün Bodrum açıklarında yaşandığı gerçeği bilinse, bana yeter. Bu denizlerde can veren gencecik çocukların kimliklerine baktığımızda acı gerçeği olanca çıplaklığıyla görüyoruz. Kimi Al man, kimi İtalyan, kimi İngiliz, kimi Yunan’dı bu askerlerin. Bitmedi; Kanada’dan, Güney Amerika’dan, Yeni Zelanda’dan, Hindistan’dan, daha nerelerden gelen bu çocuklar ilk kez gördükleri yerlerin son gördükleri yer olacağını biliyorlar mıydı acaba? Yazın denize girerken bir kez olsun bunu düşünebilirsek soluk alıp verdiğimiz bu güzelim coğrafyanın on kat daha anlam kazanacağına inanıyorum. Neden bilinmediği sorusuna gelince... Seyretmekten okumaya zaman bulamıyoruz da ondan. ROMANIN KENDİ YOLCULUĞU Ayla Kutlu’nun tespitine ben de katılıyorum: “Bir film yapımcısı, daha da iyisi bir yapımcıyönetmen olmayı çok isterdim. Öyle etkileyici bir film seyrettim ki bu kitabı kapatana kadar!” Sinematografik öğelerle bezeli bir roman İskandil! Yazarken ya da sonrasında bunu düşündünüz mü siz de? Hayır, böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi. Bu sözü ilk kez eşim söylemişti, sonra romanın ilk halini okuyan Ayla Kutlu da telefonda aynı şeyi söyledi. Hatta bu konuda o kadar çok ısrarlı oldu ki, hem daha sonraki konuşmalarımızda vurguladı hem de arka kapak yazısında bu yargısını okurla paylaşmayı ihmal etmedi. Sanırım bu kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuç, her savaşın binlerce film barındırdırması kurguyu böyle bir noktaya taşıyor ister istemez. Ben yalnızca birini yazmaya çalıştım. Böyle bir çalışma yapılsa, romanınız sinemaya uyarlanmak istense, ne dersiniz? Edebiyatın ve sinemanın kendine özgü dilleri var. Sonucu şimdiden kestiremem. Romandan daha başarılı bir film de ortaya çıkabilir, tersi de olabilir. Fakat beni şu aşamada ilgilendiren romanın kendi yolculuğu... Biliyorum ki kusursuz roman yoktur ama şanssız kitap vardır. Her türlü sonuca hazır, önce romanın okunmasını bekleyeceğim. Bundan sonraki yazım süreciniz nasıl gidecek? Uzun zamandır çocuk edebiyatından ürünlerinizle karşılaşmıyoruz örneğin? Bugünlerde bir çocuk romanım yayımlanmak üzere. Tudem Yayınları arasında çıkacak. İkincisi de hazır aslında. O da dört yıldır bekliyor. Yayıma hazır bir öykü dosyam var ayrıca. Zamanın bu dosyaları nereye taşıyacağını ben de bilmiyorum. ? erdemoztop@yahoo.com İskandil/ Mehmet Atilla/ Şenocak Yayınları/ 298 s. SAYFA 5 M Mehmet Atilla’nın bir çocuk romanı da yayımlanmak üzere... kurguyla ve olabildiğince aşınmamış bir bakış açısıyla birleştirilmesi yazarın yükümlülüğü kapsamındadır. Ortaya çıkan bileşke sizin gergin bir süreç olarak adlandırdığınız gerilime uzanıyorsa ve İskandil’de de böyle bir sürükleyicilik varsa bu saptama hoşuma gider. Dalgalar kıyıya sert vuruyor. Acılar çekiliyor ve sonra sancılı bir aşk doğuyor. Kabul görmez türden bir aşk… Doğru, romanda Elif’le Yücel arasındaki yaşanan ilişki daha en başından bazı sorunları da içeren bir ilişki. Fakat her ikisi de onca iç hesaplaşmaya karşın kendilerini kenara çekmek yerine birbirleri CUMHURİYET KİTAP SAYI 1002
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle