02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

...KISA KISA... Antik Çağ’da Tarsuslu Filozoflar Ë Yrd. Doç. Dr. Eyüp ERDOĞAN arsus’u kayıt altına almak ve tarihe mal etmek noktasında Strabon kadar önemli bir iş yaptığını düşündüğüm GazeteciYazar Uğur Pişmanlık’ın Antik Çağ’da Tarsuslu Filozoflar adlı kitabının 2. baskısı yayınlandı. Kitap, 30 yıllık geçmişiyle Türkiye’nin önde gelen yayınevleri arasında bulunan Arkeoloji ve Sanat YayınlarıMozaik Serisi’nde çıktı. Yaklaşık 20 yıldır yazma uğraşı içinde olan Pişmanlık’ın daha önce yayınlanmış “Kent Masalları”, “Gezginlerin Gözüyle Tarsus”, “Tarsuslu Yazarlar ve Sanatçılar Antolojisi” adlı kitapları da bulunmaktadır. Öncelikle Uğur Pişmanlık’ın Antik Çağ’da Tarsuslu Filozoflar adlı kitabının, sanırım ülkemizde bir kenti ve o kentin özellikle Antik Çağ’da yetişmiş düşünürlerini ele alan ilk kitap olduğu söylenebilir. Antik Çağ’da Tarsuslu Filozoflar, Helenistik dönemden başlayarak Geç Antik Çağ’ı da içine alan zaman diliminde Tarsus’ta yaşamış ya da bu çevreden beslenmiş olan, sözcüğün geniş anlamıyla düşünür olarak nitelenen, adı ve yapıtları bir şekilde günümüze ulaşmış olan otuz dokuz kişiliğin yaşamöykülerini ve felsefi yaklaşımlarını konu edinmektedir. Farklı alanlarda uğraşlar vermiş olan bu kişilikler arasında retorikçi, hekim, tragedya ozanı ve Hıristiyan kuramcı düşünürlerin yanı sıra bu kitaba önemli bir özellik katmakta olan kadın hekim ve düşünürler yer almaktadır. Bir felsefe tarihi çalışması olarak nitelenebilecek eserdeki çoğu birden çok konuya eğilmiş olan düşünürlerin, kanıksanmış inançlara eleştirel bakmalarına ve T Uğur Pişmanlık bir karşıtkültür oluşturmalarına rağmen, halk tarafından saygı görmüş oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim Tarsus’ta bilgilenme sadece okulla sınırlanmamış, halka açık tartışmalarla toplumsallaşması canlı tutulmuştur. Bunun en açık işareti de açılmış olan okullara yalnız aristokrat ailelerin çocuklarının değil, diğer sınıfların çocuklarının da gönderilmiş olması, hatta yazmanların çoğunun eğitilmiş köleler olmasıdır. Tarsus bölgesinden çıkan Stoacı filozofların sayısı ve önemine bakarak bu çevredeki hâkim felsefe okulunun Stoacılık olduğu görülür. Mithraizm ile etkileşim içinde oluğu görülen Stoacı düşünür lerin o günün dünyasında, Tarsus ve çevresinde yaşamış okullar kurmuş ve bunu kuşaktan kuşağa sürdürebilmiş olmaları, şehrin coğrafi, siyasi, ekonomik önemine ve tarihsel sürecin yarattığı düşünsel iklime bağlanmıştır. Bu düşünsel iklim, Klasik Batı felsefesinin EgeYunan merkezli tarihinin Anadolu’nun içlerinde yer ettiğini göstermektedir. Bu durum, felsefenin Anadolu’dan Yunan’a gelen bir etkinlik olarak görülmesi gerektiğini savunan görüşü yeniden düşünmemizi sağlamaktadır. Kültürlerin üst üste yığıldığı bir kent olan Tarsus’ta felsefe okullarının kurulmasını ve birçok düşünürün yetişmesini sağlayan koşullar, kentin tarihsel geçmişindeki sosyal ve kültürel değişimlerde saklıdır. Bunun için öncelikle kentin tarihsel dokusu içindeki gelişme evrelerine ve bunun yarattığı zenginliğe bakmak gerekir. En parlak çağlarından birini Roma İmparatorluğu döneminde, Kilikya Eyaleti’nin başkenti olarak yaşamış olan Tarsus, bu dönemde SuriyeMezepotamya geçiş yolları üzerindedir ve Akdeniz havzasının en canlı limanlarından biridir. Bu özellikleri Tarsus’un siyasi ve ticari bir merkez olmasını sağlamıştır. Tarsus’un, Batı ile Doğunun coğrafi olarak kesiştiği noktada yer almakta olması, her iki coğrafyanın kültürlerinden beslenmesini de sağlamıştır. Kentin bu çok kültürlü yapısı, bilim ve felsefenin gelişmesini sağlayan iklimin yaratılmasında ve yaşatılmasında etkili olmuştur. Antik Çağ’ın ünlü gezginlerinden Amasyalı Strabon, Tarsus’ta dönemin büyük üniversitelerinden biri bulunduğunu belirtmiştir. Kimi kaynaklara göre, Tarsus’ta iki yüz bin kitaptan oluşan bir kütüphane bulunmaktadır o dönemde. Bu kitaplar, daha sonra Cleopatra ve Antonius tarafından gemilerle taşınarak, Mısır’da ki ünlü İskenderiye Kütüphanesi’ne taşınmıştır. Strabon yapıtının Anadolu ile ilgili cildinde, yaşadığı çağda geldiği Tarsus’a ilişkin gözlemlerini ve öğrendiklerini şöyle açıklıyor; “Tarsos’ta halk kendini büyük bir şevkle sadece felsefeye değil aynı zamanda bütün öğrenim dallarına vermiştir. Kent bu konuda, Atina’yı ve İskenderiye’yi veya filozofların dersleri ve okullarıyla anılan herhangi bir yeri geçmiştir. Fakat burası diğer kentlerden o kadar farklıdır ki, öğrenmeye düşkün olanların tümü yerlilerdir. Tarsos kenti, her tür retorik okullara sahiptir ve genellikle gelişen ve güçlenen halkı ile bölgenin ana kenti olma ününü, birçok yetenekli kişinin kentten ayrılarak geri dönmemesine rağmen korumuştur. Kentin ünlüleri Stoiklerdir… Ancak bize bu kentin bilginlerinin sayısını en çok Roma söyleyebilir. Çünkü Roma Tarsoslu’larla ve İskenderiyeli’lerle doludur. İşte Tarsos böyledir.” Uğur Pişmanlık’ı, felsefe yapmaya çalışan bir Tarsuslu olarak, gerek yaşadığı kentin kültür tarihi içinde ki yerini aydınlatmış, gerekse Tarsuslu filozofların felsefe tarihi içinde yer almasını sağlamış Tarsuslu bir felsefe tarihi yazarı olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum.? Antik Çağ’da Tarsus’lu Filozoflar/ Uğur Pişmanlık/Arkeoloji ve Sanat YayınlarıMozaik Serisi/ 80 s. Ë Celal İLHAN adık Aslankara, genç ya da yazarlığa yeni soyunmuş kimselere, hiçbir karşılık beklemeden, yazınsalın geleceği adına destek veren kitap eki yazarlarının başında gelir. Cicoz, onun yayımladığı ikinci öykü kitabının adı. Daha önce de Uykusu Sakız adlı öykü kitabını okumuştuk. Bir romanının, birkaç da oyununun kitaplaşmış olduğunu biliyoruz Aslankara’nın. Onun, çocukluk günlerine değin uzanan tiyatro tutkunluğu, yaşamını o yolda kazanma kararlığı edebi kişiliğini de tiyatro ekseninde yapılandırmış ve geliştirmiştir. Uykusu Sakız’da çocukluğunun renkli, yaşanası dünyasıyla tanıştırıyor okurunu. Kendine özgü derinlikli ve tiyatral anlatımıyla, yakın akrabaların, arkadaşların, komşuların ve yöre insanının nakış nakış işlendiğini görürüz o kitabında. Aslankara, Cicoz’la yine çocukluğundan başlayarak gençlik yıllarına, tiyatro aşkının onu gün gün ele geçirdiği dönemlere götürüyor okuyucuyu. Önüne çıkarılan engelleri kâh üstünden atlayarak kâh arkasından dolaşarak ama mutlaka aşıyor. Rakip tanımadığı gözdesi tiyatroya, orada edindiği dostluklara dönerek öykü yazıyor, öyküde tiyatroyu tiyatroda öyküyü yüceltiyor bir bakıma. Öykücü Aslankara, tiyatrocu olanına Cicoz’la bir demet çiçek sunuyor sanki. “İnsanı şaşkınlığa düşüren yanları vardı Hakkı’nın. Bir hayal içinde yüzüyor ya da bir hayalin peşinde gidiyor gibiydi. Hangi yazardan söz etsem, oyunlarını okuduğunu anlıyordum, ama bu, bilgiçlik olsun diye değil de yeri geldiğinde kendiliğinden minik ipuçlarıyla çıkıyordu ortaya. Pek çok yönetmenin çalışmasını yakından izlemişti bu arada, öteki yönetmenler üzerine yoğun bilgisi olduğu da seziliyordu. Anlamıştım taşranın aykırısıydı bu adam” (İlkyaz, s. 16) Güzel işlerin, sanatsal atılımların ancak aykırı diye bilinen insanlarca yapılabileceğini yadsınamaz bir biçimde S kalmamış ortada. Bir de Ragıp. Al birini vur ötekine. Ragıp’a verdi hiç değilse, bu Hakkı’ya zırnık koklatmadı.” (Kuşluk, s. 44) Sahnede olduğu gibi öteki alanlarda da emeğinin karşılığını alamayıp tek varsıllığı sayılabilecek bedensel sağlığını da yitirenlere bir gönderme. Türlü toplumsal baskılar yüzünden, çağında cinselliği yaşayamamış insancıkların acıklı hali ve işte benim öykülerim diye not düştüğüm, “öğle üzeri ve akşam adlarını taşıyan öyküler. “İnsanın başına gelebilecek en kötü iş nedir diye sorsalar, aranmayıştır derim duraksamadan. Ölmekten beter! Öldüğünde nereden bileceksin aranıp aranmadığını, iş yaşarken aranıp sorulmakta. (… ) Diyelim otuz yaşındasın, hiç aranmıyorsun, seksen yaşındasın hep aranıyorsun… Hangisi gençtir, seksenlik olanı, işe yaramak duygusu yok mu, insanı bir anda dipçik gibi yapar çünkü.” (Öğleüzeri, s. 101) Yer yer deneme alanına giren bir öykü Öğleüzeri. Böyle öyküler daha bir anlamlı, yaşama daha çok doM. Sadık kunan, etli canlı öyküler sanki. Birkaç satırla da sondan bir önceki öyküye, AkAslankara şam’a gelsin sıra. “Babamın, anneme derin fısıltıyla kısa ve öz anlatan bir bölümce. Düş mü söyledikleri kalmış belleğimde: ‘Sanat aşksız yapılmıyor gerçek mi olduğu belirsiz bir dayıdan söz karıcığım. Uzun zamandır üretemiyordum, kendimi veediyor sabah başlıklı öykü. remiyordum sahnede. Bunun için âşık olmam gereki“Ah dayıcığım öl artık, n’olursun öl! Bak, hiç kimse yordu, inan. Tam bu sırada çıktı o kadın karşıma.’ Dalkalmadı, ne en büyük koruyucun annem, ne senden madan önce bir tokat sesiyle irkilmiştim, galiba annem kanser gibi korkup kaçan büyük dayım! Sıran geldi işte. babamı tokatlamıştı.” N’olursun öl dayıcığım, beni seviyorsan öl!” (s. 26) Tiyatro delisi Hakkı, öyle sesleniyor karısına ve hak Dayı da Hakkı gibi aykırı bir tip. Dahası dünyadan ettiği tokadı yiyor ondan. Hakkı’ya göre, tiyatrocuysanız kopuk, kendi aleminde yaşayan ev aile, güncel ahlaka eşinizi aldatmak meslek icabı bir şey. Gerçek yaşamda dair ne varsa bir torbaya koyup taşa çalmış biri. Tüm ay da böyle mi bilinmez ama Hakkı’ya yakışıyor bu hercairıksılıkların ardında yer alan değişmeyen tema, tiyatro. lik. “Yavrum, son oyunuymuş meğer Hakkı’nın. CiğerleBu öyküler, kimsenin yadsıyamayacağı bir biçimde rini yemiş pamuk tozu oğlanın. Eee, onca yıl işçiliğini yeniden kanıtlıyor, “insan yazacaksa en iyi bildiği konuyapmışsın Sümerbank’ın. Hakkı’yı da ne severek oynada yazmalı,” kuralını. ? mıştı. Sen tut bir de âşık ol Handan orospusuna. Ulan neyine tutuluyorsun o kaşar karının, yatmadığı herif Cicoz/ Sadık Aslankara/ Can Yayınları/ 128 s. Cicoz SAYFA 18 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1002
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle