Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tayfun Pirselimoğlu’yla ‘Otel Odaları’ ‘Yazarın ölümle bir meselesi vardır’ Çöl Masalı, Kayıp Şahıslar Albümü, Malihulya ve Şehrin Kuleleri romanlarının yazarı Tayfun Pirselimoğlu, bu kez öyküleriyle okur karşısında: Otel Odaları. Aynı zamanda sinema yönetmeni olan Pirselimoğlu, özellikle film festivalleri sebebiyle gittiği şehirlerde kaldığı otelleri konuk ediyor hikâyelerine. Yazarla ‘sefil’ otellerin hikâyelerini konuştuk... Ë Mehmet ÇAKIR ört romandan sonra bir öykü kitabı. İlk öykü kitabınız. Neden öykü? Kitabın yazım sürecinden de söz eder misiniz biraz? Bunun hesabı çok yapılamıyor. Daha önce yazdığım bir hikâye vardı; kitaptaki ilk hikâye. O hikâyeyi yazarken bir otel takıntım olduğunu fark ettim. Şimdiye kadar yazdığım senaryolarda, romanlarda oteller hep vardı; otelin olmadığı hiçbir şey yazmamışım. Garip bir takıntı bu. Marazi bir hali işaret ediyor mu bilemiyorum ama yazdığım her şeye bulaştığına göre bir anlamı olmalı. Buradan hareketle otel hikâyelerini bir araya getirmek istedim. Romanlarımın içerisinde zaten yer alıyorlar; hikâyelerden oluşan tek başına bir oteller kitabının beni bu ‘takıntımdan’ kurtaracağını düşünmüyorum ama gerekli olduğuna inanıyorum. Neden oteller, otel odaları? Kitabın sonsözü biraz sözünü ettiğim hale işaret ediyor. Bundan ötürü Baron Kurtz’a teşekkür borçluyum. Kitaptaki son hikâyenin de kahramanlarından biri olan Baron Kurtz’a film festivali için gittiğim bir şehirde rastladım. Bana, yazıp çizdiklerimde neden bu kadar çok otel geçtiğini, bunun anlamını sordu. Şaşırdım ve bir cevap veremedim. Hatta gülüşmeler oldu salonda. Bu huzur kaçıran soruya hâlâ bir cevap bulamadım. Bu durumu kazıyınca altından ne çıkar çok emin değilim ama muhtemelen şöyle bir nedeni var: Otel odası aslında bir yolculukta geldiğiniz son nokta. Uzun bir yoldan geliyorsunuz, kapıyı açıyorsunuz ve geldiğiniz yerde, dört duvar arasında yalnızsınız ama bu çok kalabalık bir yalnızlık. Çünkü o odaya sizden önce onlarca, yüzlerce insan gelmiş ve kendi ruhlarının izlerini orada bırakıp gitmişler. Ölüm gibi bir başlangıç ve bir son hali bu; bir Araf hali. O son odada geçmişin bütün hesabını yapıyorsunuz. Bir daha bir yere gider misiniz, giderseniz nereye gidersiniz, meçhul. Bilemediğiniz, bilemeyeceğiniz bir bekleme hali. Tüm bunların karmaşası bana çok çekici geliyor. Sonunda da hikâyeye ya da romana dönüşüyor. HUZURSUZ HAYATLAR Öykülerinizde geçen otellerin tümü, biri hariç, tek kelimeyle ve sizin ifadenizle ‘sefil’ oteller. Pahalı, lüks otellerde hikâyeler yaşanmıyor mu? Yaşanıyordur mutlaka ama bana cazip gelen ‘sefil’ otellerin hikâyeleri. İşim nedeniyle festivalleri dolaşırken yılın belli bir bölümünü otel odalarında geçiriyorum. Ne ki, bana çekici gelen hep bu sefil oteller. Bir şehre gittiğim zaman birkaç şeye bakıyorum: bir oteller, bir berberler, bir de balıkhaneler. Muhtemelen berberler ve balıkhaneler üzerine de bir kitap yazarım ileride, onlar da benim takıntılarımdan. Sefil otel odalarının zengin hikâyeler barındırma ihtimali orada yaşayanların dünyalarından kaynaklanıyor. Sıradan ve huzursuz hayatlar o odalara sığınmışlar ve bekliyorlar. Bu, korkunçluğu barındırıyor, bu acıyı barındırıyor, bu tuhaflığı barındırıyor. Bu odaların kapıları kaygıya,kuşkuya, tedirginliğe açılıyor. Tüm hikâyelerinizde ölümler ve adli vakalar göze çarpıyor, neden? Otel odalarındaki ölümün en garip ölüm olduğunu düşünüyorum. Daha önce işaret ettiğim alegorinin somut bir karşılığı; hakiki bir son! Adli vakayla kastettiğiniz cinayetler sanıyorum. İşin bu polisiye tarafı da ilginç. Bu kitapta ölüm, sizin de dediğiniz gibi çok belirgin olarak görünüyor. Her yazarın ölümle bir meselesi vardır; benim de var. İşin adli tarafıyla ilgili olarak çok fazla sözüm yok. Hikâyenin çatısını kurarken o sizi bir yerlere götürüyor. Ancak otel odalarındaki cinayetlerin işaret ettikleri garip bir hal. Bu polisiye edebiyatı için de çok çekici gelmiştir; dört duvar arasında iz bırakmadan işlenen cinayetler kategorisine girmese de ‘Otel Odaları Raporları’ mesela, böyle bir kinayeyi barındırıyor. Öyküleriniz gizemli sonlarla noktalanıyor. Bunun öyküye ayrı bir tat verdiğini mi düşünüyorsunuz? Gizemli yerine ucu açık demeyi tercih ederim. O biraz okuyucuya mesafe D vermek, okuyucuyu kendisini sorumlu hissedeceği bir durumda bırakmak için. Metin sizi bir yere götürür. Götürdüğü yerde de elinizi bırakır. Ondan sonra ne tarafa gideceğinize, daha da önemlisi gidip gidemeyeceğinize okuyucu olarak siz karar verirsiniz. Bu bir sorumluluk taşıma halidir. Okuyucunun, okuduğu her metinden sorumlu olduğunu düşünüyorum. Elbette bunun hikâyeye ayrı bir tat verdiğini düşünüyorum. Okuyucunun metinle kurduğu ilişkide bir sıkıntı çekmesi gerektiğini düşünüyorum. Sıkıntıdan kastım az önce sorumluluk olarak ifade ettiğim durum. Otel Odaları Raporları adlı öyküde derin devletin tetikçiliğini yapan Y.Y.’nin öyküsü anlatılıyor. Y.Y. amirinden Haham diye söz ediyor. Bu öykünün gündemdeki Ergenekon davasıyla bir ilgisi var mı yoksa tesadüf mü? Otel Odaları Raporları diye bir rapor tutulsa ve bu rapor birilerinin önüne gelse... bu rapor hangi memlekete aittir diye sorulsa cevap için çok fazla düşünülmez herhalde. Cevap vermekte sıkıntı çekilmez. Sözünü ettiğiniz hikâyenin işaret ettikleri diğerlerinden çok farklı değil aslında.Yalnız o hikâyede değil tabii, diğer hikâyelerde de okuyucu için ipuçları var. Onda biraz daha belirgin duruyor galiba. Ne ki, hikâyenin derdi ipuçları vermek değil; daha da ‘derin’ bir ‘şeyi’ işaret ediyor. Öykülerinizdeki bir diğer gizemli, sizin tabirinizle ucu açık unsur da karakterleriniz. Neden bu tip karakterler seçtiniz? Karakterleri, hikâyenin kendi üslubu, kendi yapısı, kendi atmosferi yaratıyor. Karakterlerin sandığımızdan daha canlı olduklarına inanıyorum. Yarattığınızı zannettiğiniz kahraman, sizi alıp bir yerlere götürür. Bu garip bir ilişkidir ve sanıldığından daha hakikidir. Yazar kendisini sürükleyip götüren bir karakterin etkisinde kalabilir! Bu karşılıklı bir ilişki hali gibi duruyor daha çok. O yüzden biraz da karakter kendisini ‘gizemli’ bırakmak istemiş olabilir! Sayfalar arasında çizimleriniz de yer alıyor. Önceki kitaplarınızda da çizimleriniz vardı. Bu çizimleri dosyaya son noktayı koyduktan sonra mı yapıyorsunuz? Buradaki çizimlerin bir kısmı hikâyeleri yazarken yaptığım karalamalar. Çizimler, o hikâyeyle ilgili benim kendi imgelemimde oluşmuş olan resmi bir yere kaydetme ihtiyacından doğmuştur. Birçoğunu hikâyeyi yazarken yaptım. Hikâyeyi tamamen bitirdikten sonra yaptığım bir iki tanesi var. Benim yazarken hikâyeler içerisinde yarattığım bir imgelemim var ve bu sadece yazdığım metinle benim aramda olan, benim bilebileceğim bir durum. Halbuki her okuyucu için farklı farklı resimler çıkıyor. Bu biraz, okuyucunun imgelemini dağıtma pahasına elimi açıp gösterme cesaretiyle de ilgili. Tabii her okuyucu farklı bir resim yapıyordur kafasında. Güzel olan şudur ki benim yaptığım resimler okur için hiç de zorlayıcılık taşımaz. Bu bana ait olan bir dünya, benim dünyamı işareti. Okuyucu da kendi resmini yapar. EDEBİYAT VE SİNEMA Yönetmenler çok yoğun çalışırlar. Edebiyat ve sinemayı birlikte sürdürmeyi nasıl başarıyorsunuz? Film işi yoğunlaştığı zaman yazamıyorsunuz. Fakat bu yazamama süreci bir yandan da akülerinizi dolduruyor. Bir filmin çıkması bazen bir iki seneyi bulabiliyor. O sırada yoğun olarak filmle uğraştığım zaman yazmak pek mümkün olmuyor. Mesainin tamamı sinemaya gidiyor. Film bittikten sonra birçok şey yerine oturmuş oluyor ve yazabiliyorum. Öykülerinizdeki anlatıcının her defasında aynı kişi olduğu izlenimi uyanıyor. O kişi siz misiniz? Bu cevaplaması kolay olmayan bir soru. Hatta cevaplamamanın en iyisi olduğu bir soru! ? Otel Odaları/ Tayfun Pirselimoğlu/ İthaki Yayınları/ 132 s. SAYFA 13 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1002