08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gamze Güller’den “İçimdeki Kalabalık” Ë Sedat DEMİR Kentli kadının falı entlere, hatta merkezlerin dışında bulunmasına rağmen teknolojilerle yeni kent kültürüne kolayca eklemlenen yaşamlara göz atıldığında, kadın ya da erkek olsun, bireyin toplumla olan ilişkilerinde karşılaşılan güçlüklerin fazlaca olduğu görülür. Bu yeni bir bilgi değil, ama çelişkileriyle daima karşımızda, canlı. Çevreleriyle çatışmalara yol açan bu zıtlıklar, insanı ister istemez çıldırmanın eşiğinde tutabilir, bekletebilir ve zaten sonuçlara bakıldığında, çıldırmanın işten olmadığı bile bilinir. Özellikle kadın olmak, yeryüzünün neresinde ve tarihin hangi döneminde olursa olsun iki cinsiyetin de paylaştığı açmazlarla birlikte altından kalkılması zor olan bir yük ağırlığında, toplumun sırtında. ‘Kadın gibi’ olmayı ve ‘kadın olarak’ konuşabilmeyi başarabildiği ilk öykülerinde Gamze Güller, fincanı eline almış, edebi yalınlıkta, özgün bir dille kentli kadının falına bakmış. Dişil belleğin katmanlarına duran tozu silmek; içerik bütünlüğü çerçevesinde, Güller’in kitabında yaptığı, bu. Benanlatıcı tarafından seslendirilen kurmacalarında, Güller, aşkın yabancılaşmasıyla yaralanan, kentte yalnızlaşan, ‘mağdur’ bırakılan kadınların fısıltılarına kulak kabartıyor ve duyabildiklerini aktarıyor. Kitabın içinde erkek, sadece bir kere, o da kahramanlığa öykünerek başrolü kapabilmiş. Dekora ya da mekân gelince, tabii ki kent ve insanın başına musallat olan onun kültürü. Gerçekte, kadın olarak yaşamak ve bu yaşamı kentte sürdürmek çaresizliği mi çağrıştırıyor? Çaresizliği imleyecek kadar abartılı olmasa da, sosyal bilimcilerin sayrılara yol açan görünümün altını, yenilenen feminist ideolojilerle sürekli çizmeleri, vakıanın boyutunu oldukça açıklayıcı duyuruyor; yani, listeye alınabilecek bütün sorunsalların yanında, belirginliğiyle bireylerin sürekli yanında taşıdıkları cinsiyetlerinin farklılıkları, sözü edilen sonuçları dolaysız biçimde etkiliyor. Baskı kelimesini anıştıran etkenler, duyarlılıkları ya sayrılara dönüştürüyor ya da vicdani sorumlulukları delilik olarak adlandırıyor. Öte yandan edebiyat, duyarlı olmakla, saplantılar eşliğinde şiddetlenen delilik arasındaki en derin çizgiyi çeken uğraşılardan birisi, belki de tek olanı. Gamze Güller, sosyal anomalinin içinde çıldıran kadınların ayrıksı bir biçimini anlatıyor okurları için, satır aralarında. Karakterlerinin tamamı dertli, günümüz koşullarında kadın oldukları için. DUYARLILIKLA DELİLİK ARASINDA Elbette, derdini edebi olanla söyleyivermek dayanılmaz bir dürtü. Ne ki, salt anlaşılma isteğiyle, mesaj iletme çabasıyla ya da eğlenceli klişelere başvurma eylemleriyle sıkıntısını dillendirmenin, en başta anlatan için tehlikeli bir seçim olduğu da açık. Gamze Güller, bu yollara hiç sapmadan, özenle seçtiği kelimelerle eğitimli kadının kendi içinde yaşadığı ve içinde bulunduğu anaforSAYFA 8 K Gamze Güller, kadının kendi içinde yaşadığı ve içinde bulunduğu anaforları anlatmış. Her ne kadar içeriği olası saplantılarla yapılmış öykülere yer vermiş olsa da en akıllıca olanla, edebiyatla ulaşabilmiş okuruna. ları anlatmış. Her ne kadar içeriği olası saplantılarla yapılmış öykülere yer vermiş olsa da en akıllıca olanla, edebiyatla ulaşabilmiş okuruna. Ulaşabilmiş, çünkü kelime kelime güçlendirilmiş, usun ve toplumun insana oynadığı oyunlarla renklendirilmiş ve farklı dünyalardan, yalnızlıklardan yapılmış bir kitap, İçimdeki Kalabalık. Kitabın, biçemin özgünlüğünü, dilin bütünlüğünü sağlayan yapısının yanı sıra ayrıntıları tespit eden, onların peşini bırakmayan ve görülen düşlere –belki halüsinasyonlara ait benzetmeleri gerçeğe yaklaştıran özellikleri var. Düş ürünü olabilecek resimler, asla ağdalı bir söyleyişe kaçmadan özellikle günümüz eğitimli kadınının defterinde olabilecek sorunsallar, her öykünün belli başlı metaforları. Tutulduğunda, can yakacak deneyimleri nicelemiş cümlelere yaslanan –ya da arasına sıkıştırılan sıfatlar, onların nitelediği eşyalar ve canlılar anlatıyı okuma keyfine hızla yaklaştıran, yapıştıran birer öykü gibi görünüyor, tek başlarına. On bir öykünün her biri okurunu, bildik ama göz ardı edilen, hiç de konforlu olmayan dünyalarda, çağımızın deliliklerinin estetikle açıklanabileceği sınırlarda ağırlıyor. İlk öyküsünde, henüz kitapta neler olup bittiğini anlamak için kafasını uzatan okur, beyninden vurulmuşa döner. Dağların Soluğu adlı öyküde, yazar gerçeğe büyü katarak yaman bir kahraman oluşturmuş ve işin içine bütün şartlarıyla günümüz Irak coğrafyasını dahil etmiş. Aradığı sevgilisiyle çıplak bir arazide karşılaşınca onu hiç de umduğu gibi bulmayan kahraman, silahı ona doğru uzatır. Aşkın anlamına onun gerçeğini yakınlaştırmak için kullanılan soyut anlatım biçimi, anlatılmak istenenden çok daha sert; yani her şey tam yerinde, bu öyküde. Ağrı’da, genç kızlığa yeni yeni adımlarını atan bir çocuğun sessiz öyküsü var. Kolonya ve hastalık kokan evinde karanlık her şeyi ve herkesi yutuyor ve günler dayanılmaz bir ağrıya dönüşüyor. Yazarın mimarlık mesleğinden izler barındıran Otel, yine onun kaleminde kişileştirilmiş bir binanın soluk alıp verişini anlatıyor. Mimarın elinde can bulan otel, onun gözlerinde son nefesini veriyor ve bundan sonrası fantastik bir yolculuğa benziyor. Ancak bu öykü, yazarının mesleğiyle yakınlığı hakkındaki bilgisinden başka bir sır veriyor. Mimar karakterinin çizdiği, yaptığı binayı benimsediği düzeyde, yazar da karakterleriyle aynı mesafede duruyor. Onları, kimsenin eline bırakmadan delirtiyor. MEKZER, VOZET VE TÖBEK! Yazarın bu eylemine, kitap içinde en yakın duran örnek, Noel Baba’nın Bisikleti. Artık kimin eline geçtiği, içinde hangi dilin konuşulduğu belli olmayan, dükkânlarında anlayış gösterilmeyecek düzeyde berbat bir Türkçe yazan caddelerde yürüyor karakter ve taşıtlarda da aynı delilikle karşılaşıyor. Bazen böylesi bir çağda yapılması gereken en tutarlı tavır, deliliğin sularına, ama diğerlerininkine bulaşmayan bir suya kendini bırakmak. Güller’in seçtiği kadın da öyle yapıyor ve son olarak dünyanın yüzüne kapıyı çarpıyor. Mizah, çizgisini yukarıya taşıyor Noel Baba’nın Bisikleti’yle, ancak kahrama nımız kapısını kapatmadan duramaz, ‘mekzer’, ‘vozet’ ya da ‘töbek’ diye tuhaf bir sözlükle konuşan kente. Kitaba adını veren İçimdeki Kalabalık’ta, kahraman her ne kadar, “Teknolojinin insanı yalnızlaştırdığı koca bir yalan!” dese de hikâye, çevremizdeki kişilerin aslında kendimiz tarafından oluşturulmasıyla ilgili. Yüzeysel biçimde, sahte içtenliklerle yürütülen ilişkilerin getirdiği yalnızlıktan bahsediliyor bu öyküde. Kimsenin kimseyi anlamadığı, sadece başarının –başarısızlıkların konuşulmaya yüz tuttuğu bir topluma, işsizliğe bir de diş ağrısı ekleniyor ve öyküye kalabalığın uğultusu karışıyor. Gel Pisi Pisi de mizahın konuk olduğu bir öykü ve içinden deterjan kokularının yükseldiği bir anlatı. Mecazı bol olan bu öyküde, tahrip edilen onca eşyadan sonra tabii bir rahatlama söz konusu oluyor ancak ‘ev hanımları’ diye tabir ettiğimiz topluluğun zaman içinde minder aralarına, halı altlarına sıkıştırdığı sıkıntıların bir anda ortaya fırlamasına komşuların gürültüsü de eklenince, ev baştan aşağı evin hanımın müzesine dönüşüyor. Sonraki anlatı, kitabının ilk öyküsünün aksine, silah yerine kalemi alan ve boşanma akdine imzayı atanın ‘ölümün rengi’nin ne olduğunu soruşturmasıdır. Gizil bir annelik gücü hissedilir bu öyküde. Ölümün tadı bellidir: Metalik, yoğun ve acı. Ve bu tat çocuğunun ölümüdür. Kutu ise, modern zamanların çalışma ortamına eşsiz göndermelerde bulunan bir anlatı. Paravanın arkasında, dışarıdan gelen seslerle yaşayan bir ofis çalışanının iç seslerini dinlediğimiz öyküde, onun sesini hiç kimse duymaz. Ofis çalışanı, kendi benzetmesiyle, yüzünü göstermeden ortalıkta dolaşanlara “vücutsuz sesler” der. Gamze Güller’in Park’ta öyküsü eski bir aşkın yeniden alevlenen kininin dudak kenarlarında nasıl çiçeklendiğini söyler. Kayıp Aranıyor’daki başarısız adam, kitabın erkek kahramanı. Eksiklikleri ve hissettiği yoksunlukları yüzünden tercih ettiği yaşama kavuşamayan, gönüllü biçimde içine düştüğü zihinsel yanılsamalarıyla kaçmaya çalışan ve kendi yanılsaması içine düşüp boğulmak üzere olan bir adamın hayatı çizilir burada. Gamze Güller, ilk kitabıyla okurun karşısına çıkıyor ve okurun beğenisini üzerinde toplamayı başarıyor, onları hüzne boğarak, şaşırtarak ya da güldürerek, ustaca. Açıkçası çift kişilik yalnızlıkların kadın tarafını güçlü bir dille öykülüyor. Ancak Güller’in, etrafı birçok tanımla çevrelenebilecek, hangi teoriye dayanırsa dayansın daima bol çağrışımlı bilgileri herkesin zihninde yer bulan, soluk alıp veren yapılarında değişkenlerin karakteristiği ve hızı can alıcı olan, bu yüzden bireyin karşısına çoklukla bir sır olarak çıkan, tarihin kadim meseleleri de bunlara eklendiğinde içinden çıkılamaz birer organizmaya dönüşen kent olgusundan en doğru biçimde yararlanması dikkat çekici. Yazar, çılgın kalabalıktan uzakta duramayanların öykücüsü. Bununla birlikte, kadın edebiyatçılarımızın, öncelikle öykü alanında, toplumuokuru yeniden düzenleyecek kadar etkili olduklarını, öykü dergilerinin sıklıkla dosya konusu olarak kadın öykücüleri, onların öykülerini seçmelerinden ötürü biliyoruz. Bir yazarı belirli bir türün anlatıcısı olarak görmenin ne kadar doğru olabileceğini tahmin edemiyorum ama Gamze Güller’in, bu edebiyatın en parlak yıldızlarından birisi olacağını kestirmek güç değil. ? İçimdeki Kalabalık/ Gamze Güller/ Turkuvaz Kitap/ 90 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 985
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle