08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Özen Yula’yla ‘İtiraz Oyunları’ üzerine Tiyatro öcü muamelesi görüyor Ë Erdem ÖZTOP eni kitabınızda oyunlarınızı okurla buluşturdunuz. Dört oyundan oluşuyor kitap ve adı İtiraz Oyunları. Gene diğer metinleriniz gibi olabildiğince sert ve isyankâr her biri, katılır mısınız? Sert ve isyankâr değil de, olması gerektiği gibi yazıldığını düşünüyorum onların. Oyunlar bana sert gelmiyor. Aslında demek istediğim şu: Sert ve isyankâr oyunlar olsunlar diye özel bir çaba harcanmadı. Harcanmamalı da. Öyle yazarlık olmaz. Anlatılanlar sert konular olabilir; ama oyunlar hayatın kendisi gibi. Şefkat ile şiddet, acı ile neşe iç içe. İsyanınız ya da başlıkta dendiği gibi, neyedir itirazınız? İtirazım aslında düzenin böyle gelip böyle gitmesine. Herkesin bireysel olarak bir şey yapamayacağını düşünüp, oturup tembellik etmesine. Bireysel olarak benim elimden gelen bu. Ben de bunu yapıyorum. Yazarak, durumu anlatarak tepkimi gösteriyorum. Ama biri umursar, ama umursamaz. Ama birilerinin de bunu yapması gerek. Yalanlarla kurulmuş hayatlara yeni ve daha zor yalanlar ekliyorum. Başını kuma gömmüş siyasetçilerden, sadece başörtüsüne endeksli bir siyasetten fenalık geldi. Dünya gerçek sorunlarla uğraşıyor, mali kriz her yeri etkiliyor, işsizlik oranı kaygı verici boyutlara ulaştı. Biz ortada kriz filan yokmuş gibi hâlâ yalan dolanla vakit geçiriyoruz. Yetmiş küsur yaşındaki adamlar Türkiye siyasetine çöreklenmiş, zar zor elde ettikleri yerleri bırakmamak için canları pahasına savaşıyorlar. Gençler siyasetin insanı kirlettiği bilgisiyle uzak durmaya çalışıyorlar. Çöken sağlık ve eğitim sistemi kimsenin umurunda değil. Savunma harcamalarının insan hayatlarına endekslendiği bu düzende neyin ters gittiği kimsenin umurunda değil. Bunları söyleyerek de bir şey olmuyor. Ama artık konuşulması önemli geliyor bana. Seksenlerin tozunu atmaya çalışıyor insanlar. Diğerleri de aykırı çıkan her türlü sesi susturup dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışıyorlar. Genelde bu türden metinleri öykü ve romanlarda (o da çok az) okuruz, ama bir tiyatro metninde pek kaleme alınmaz sanıyorum böylesine eleştirel oyunlar, yanılıyor muyum? Haklısınız. Tiyatro bire bir etkileşimle ortaya çıktığı için ya da tiyatroda bire bir etkileşim hemen ortaya konduğu için bu tür oyunlar pek talep görmez. Eleştirel çok oyun vardır dünyada. Ama eleştiriyi hangi düzeyde ve nasıl yaptığınız önemli. Oyunları diğerlerinden ayıran özellik de bu bence. Yoksa “Öfkeli Genç Adamlar” da, “in yer face” de, “new writing”in bazı örnekleri de bu tarz eleştirilerle yüklüdür. Ama Türkiye’de eleştirel bakış dendiği zaman sadece “toplumcu gerçekçi” anlayış anlaşılıyor. Tiyatroda bu durum da pek geçerli değil. Belki de bu nedenle her oyun içinde kısmen de olsa eleştirel bakış taşımasına rağmen öte yandan tam anlamıyla eleştirel olup devrini, düzeni ve iktidarı ve gizli iktidar sahiplerini eleştiremiyor. Ayrıca “Vatan Yahut Silistre” dersinden muzdarip bu ülkede tiyatro daima öcü muamelesi görüyor. Hep istiyorlar ki, SAYFA 20 Y işi bu kadar ileri safta görmüyorsunuzdur umarım? Birileri “Ya sev ya terk et!” sloganına sımsıkı sarılıyorsa bu ülkede bugün birçok insan da “Param olsa bir dakika durmam buralarda!” sloganına sarılıyor. Artık devir değişti. Ben durumu böyle görmüyorum. Gidilecek her yere kendini de beraberinde götürüyor insan. Dolayısıyla nereye giderse gitsin, önce mentalitesinin değişmesi gerekir. Ama bunu anlayan kaç kişi var bu sloganlarla yaşayanlar arasında, bilmiyorum. Hepsinin ötesinde ben olacakları göze alıp gidebilenlere hep saygı duyarım. Gitmek hep bir eylemdir, birçok şeyi göze almaktır. Kalanlar ise emniyeti tercih edenlerdir benim yazdıklarımda. KAÇIK BİR MELEK Tamam. Gökten melek gönderilir dünyayı kurtarsın, insanları doğru yola soksun diye! Bereket ilkin işe bir porno film çekimindeki görevi üstlenerek başlar melek. Sözünü ettiğimiz bu hikâyenin, “Yala Ama Yutma” oyununda olduğu gibi, işimiz Allah’a mı kaldı artık? Gökten bir melek inecek ve dünyadan bir kişiyi doğru yola getirecek… Eh, adı üstünde bir fantezi bu! Şimdiye dek kitabı okuyanlar en çok bu oyunu sevdiler. Bazıları oynamak istediğini söyledi, bazıları çok eğlendiğini. Demek ki doğru bir damar yakalanmış orada. Biraz kaçık bir melek dünyaya yanlış bir görevle gönderilirse ne olur sorusu bu oyunu çıkardı ortaya. Bir de o oyunu İtalya’da yazdım. Buradaki otosansürümden uzaklaşarak. Ben de çok eğleniyordum. O nedenle çok daha eğlenceli oldu. Benim için eğlenceli olması önemliydi o oyunun. Çünkü diğer oyunlarda hep karanlık taraflarını anlattım dünyanın. Ama neticede oradaki meleğin de tanrıyla çok iyi geçindiğini söyleyemeyiz. Yani onun gelmesi bir zorunluluk. Biliyorsunuz insandan dönme bir melek o. Vaktiyle çok konuştuğu için kocası tarafından uçurumdan yuvarlanmış bir kadıncağız. Kitaptaki diğer oyunda, “Pusulasız”da ise, unutma hayallerinin, pusulasız bir yaşamın peşine düşülür… Ama yaşananlar hep mi bir zaman geldiğinde bizim peşimize takılır sevgili Yula? Evet, öyle galiba! Dedim ya gittiği yere asıl kendini götürüyor insan. Aklını, yüreğini, hafızasını, hatıralarını. Gördüğü işkenceleri unutamaz insan. Eğer içinde bir tutam insanlık barındırıyorsa yaptıklarını da asla unutamaz. Unutmamalı. Ancak öylece insan olarak kalabilir ya da insan olabilir. Yeni hayat hiç de öyle sanıldığı gibi kurulmuyor. Oradaki Sırp için de, kaçıp oraya yerleşmeye çalışan Türk için de durum aynı. İkisi de geldiği kökleri, yaşadıkları hayatı ve acıları unutamıyor. Ataları onlara bir kader çizmiş adeta. Ama elbette şunu da söylemem gerek. Benim oyunlarımda böyle bu durum. Ama dünyada bunun aksini yaşayan çok sayıda insan var. Unutarak yaşayanlar çoğunlukta. Ama umarım her biri günün birinde geçmişiyle yüzleşir ve insan olanların sayısı artar bu dünyada. ? [email protected] İtiraz Oyunları/ Özen Yula/ MitosBoyut Yayınevi/184 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 985 Özen Yula’nın İtiraz Oyunları adını verdiği yeni tiyatro metinleri geçen günlerde yayımlandı. Yula’nın yazdığı her türde sert eleştiriler yer alır. Bu kez oyunlarına yansıyor eleştirileri. Yula’yla yeni kitabı ve tiyatro üzerine söyleştik. bir kaset koysunlar da neşelerini bulsunlar. O nedenle ciddi bir durumu anlatan oyunlar cahil idareciler tarafından yasaklanıyor. Ve kerameti kendinden menkul bu adamlar, yasaklama ve sansür durumlarında insiyatif kullandıklarını söyleyecek kadar da pervasızlar. ‘ÖFKEM İÇİMDE...’ Her metninizde günceli yakalıyorsunuz. Onu toplumun, ülkenin ve hatta dünyanın genel sorunlarıyla harmanlayıp çok sert, kimi kez de okuru inciten metinlerdir yazdıklarınız. Bunu bilinçli olarak mı yapıyorsunuz, yoksa öfkeniz mi kabarıp patlıyor? Öfkem patlamaz aslında. Sakinimdir. Öfkem içimdedir. Ama bazı zamanlarda öfkeyi denetimli olarak serbest bırakırım ki o dediğiniz tarz ortaya çıkabilsin. Serinkanlı yazılacak, anlatılacak şeyler vardır bu hayatta; bir yandan da öfkeyi okura geçirerek anlatılacak şeyler de! Bazen dediğiniz tarzda anlatmayı tercih ediyorum. Başka türlü bir halt anlamıyorlar. Her şey çok güzelmiş, düzenliymiş gibi yaşıyorlar. Ya da yaşanan namussuzlukları onaylayan sessizliklerle boyun eğiyorlar, midem bulanıyor. Ellerinden bir şey gelmeyeceğini düşünen insanlar içimi kıyıyor. Hayatta en öfkeli metnimi ben yıllar önce yazdım. Herhalde Türkiye’de ondan öfkelisi de yazılmayacak. Çünkü bir kuşağın manifestosu gibiydi o. Saldırgan olmayan çok ciddi bir öfkesi vardır “Yakındoğu’da İhanet”in. Kitaptaki bir oyun var ki, bu tamamen dingin, ama bir o kadar da hareketli bir hal içinde yol alır… Masalsı ve şiirsel dillerin kreşendosu eşliğinde, Şems’e, Mevlana’ya yaklaşılır ve “Unutma” denir; hayatta geçmişini, yaşantını, yaptıklarını… Bir düşün neler kaldı geride; bunlardan ders al ve yoluna durmadan devam et… Orada asıl önemli olan bu iki adamın da ortada olmaması, onların arasındaki iletişimin diğerleri tarafından nasıl değerlendirildiğinin anlatılmasıdır. Şiirsel bir dil kullanılması önemliydi bu açıdan. Mesnevi’sini yazan bir adamın yakın çevresindekilerden söz ediyoruz. Onlar da kimi zaman o dili kullanarak anlattılar sorunlarını. Günahıyla sevabıyla herkes kadar yaşadılar. Belki herkesten daha cesurdular. Cesur olmaktan başka yolları yoktu belki de. Ama unutulmamaları gerektiği muhakkak! Yakın zamanda o oyunu kendim yöneteceğim. Öyle bir isteğim ve ısrarım var. Özel bir oyun olacak rejisiyle. Sahne üstünde bir şiir canlanacak diye bir umudum var. Gelelim “Derin Bir Ülkede” adlı oyuna! “Şems!.. Unutma!..”nın yanında bir hayli çatışmalı, kavgalı bir türdedir. İç seslerin, tinercilerin, karanlık adamların var olduğu bu oyununuzda, mekân olan şehre kin kusulur örneğin sonunda! Neden? Şehir, insanların iliğini kemiğini sömürür. Bu anlamda altmışlı yıllardan bu yana değişen nedir ki? Herkes bir ümitle tası tarağı toplayıp büyük şehre geliyor. Vaktiyle yurtdışına gidiyorlardı, şimdi de büyük şehirlerde ekmeklerini arıyorlar. Kimsenin doğurmayın demediği 78 çocuklarıyla beraber şehre gelip hayatlarını daha da dayanılmaz kılıyorlar. Doğurmamanın ayıp sayıldığı bir kültürden çıkıp şehrin felaketlerine yeni felaketler eklemeye geliyorlar. Doğdukları yere değil, doydukları yere gidiyorlar. Bu da bana dokunuyor. Çünkü orada hayat kuramıyorlar, o çocuklar insan olarak yetişemiyor. Tacize uğruyorlar, tinere, hapa alışıyorlar. Yankesicilik ve hırsızlıkla, jigololuk ve fahişelikle hayatlarını kurtarmaya çabalıyorlar. Ya da çeksenet mafyasına katılıyorlar. Şehir hayatı onları bu hale koyuyor. Ama gene de suçlu olan şehir değil, bu düzen ve o düşünmeden doğurtup duranlar. Onların cehaletinden de kim sorumlu onu bilemiyorum. Belki bizim de çok payımız var bu hatalarda. Öyle ki, bu sözünü ettiğimiz oyun ve kalan diğer ikisinde de yanılmıyorsam, hep bir kaçış hayali vardır. Kaçıştan kastım, ülkeyi terk etmek ister kahramanlar! “Bu ülkede yaşanmaz artık” cümlesine varılır! Bu oyunların yazarı olarak siz de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle