09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Andrej Blatnik’ten ‘Deri Değişimi’ Zamanın saydam duvarları Slovenyalı Andrej Blatnik, Amerikan edebiyatı üzerine yüksek lisans yapmış, şimdilerde kendi ülkesinde bir yayınevinde editör olarak çalışmakta. Doğu Avrupa’nın geçmişinden yansıyan ışığın gölgesinde kaleme aldığı kısa öykülerinde yalın bir dil hâkim. Slovenya’nın yakın tarihi göz önüne alınırsa, yaşanan çalkantılı dönemin ardından kaçınılmaz değişimi ‘deri değişimi’ olarak nitelemesi ve kitabına başlık yapması yerinde bir seçim. Ë Meliha AKAY “Sonu gelmeyen günler ve geceler boyunca mühürlenmiş yük vagonlarında sevk ediliyorlardı” tümcesiyle başlayan öykü İkinci Dünya Savaşı’nı ve henüz barut kokuları dağılmamış BosnaHersek savaşını; o yıllarda yaşanan sürgünleri, zorunlu göçleri anlatan pek çok filmin karesini bir kez daha belleklerimizin derinliklerinden alıp gün yüzüne çıkarır. Nereye gönderildiğini bilmeyen kahraman yolculuğun bir yerinde trenden atlar. Son vagon uzaklaştıktan sonra tam kurtulduğunu düşünürken sevinci yarım kalır. Gördüğü tek şey, tepesinde biten subayın çizmeleridir. Subay büyük bir pişkinlikle silahını kılıfından çıkarır. Ona “hayvan” diyerek tepki gösteren kahramanın başına silahını dayamadan önce şöyle der: “Bir hayvan olabilirim fakat bu hayvan akıl yürütebilir. Eğer çoğunluğun kaderini değiştiremiyorsan onlarla paylaşmak zorundasın.” Isaac yalnızca acı hissedecek miyim, diye düşünür. Sonrasında tabanca namlusunun ötesinde tanrıya kavuşacağını anlamıştır… Öykünün son satırında durup bekledim. Isaac’ın o anda ölüp ölmediği belirsiz. Eğer öldüyse yaşamla ölüm arasındaki bekleyişin ne kadar sürdüğü de belirsiz… Kendimi alıp Isaac’ın yanına koydum… Onunla birlikte beklediğimi düşünmeye çalıştım. Bekleme sürecinin; ölümle yaşam arasındaki köprüde kalakalmanın hangi zaman birimiyle açıklanabileceğini sordum, hem kendime, hem Isaac’a. Zaman konusunda çelişkiye düştüm. Bu kertede empatinin de ötesinde Einstein’ın İzafiyet Teorisini bir kez daha düşünmeliydi okur. Öykü, zamanın sınırlarını ve göreceli hızını aynı teoriyle açıklamak için okura yeni bir pencere açıyor, başka bir soruyu getiriyordu: Bunca kötülüğün anası neden hep insan? Ben nerede okuduğumu anımsamasam da, eleştirmen ve edebiyat tarihçisi Antel Szerb’in bir sözünü anımsadım. “Eğlenmek için okuyanlar vardır, okumalarıyla kültürlerini arttırmak isteyenler vardır; ama ben üçüncü tür okuyucuyu düşünüyorum, okumayı yaşamsal bir işlev ve karşı konulmaz bir zorunluluk sayan okuyucu yalnızca bunlardır. Dünya küçük bir iyiliğe yakıcı bir biçimde gereksinme duyuyor ve de kitapları seven kişi kötü insan olamaz.” Bireysel ve toplumsal yaşam alanlarında, farklı dillerin, farklı kültürlerin ve milliyetlerin konu edildiği tartışma platformlarında yaşanan bunca karmaşanın, bunca iletişimsizliğin ve kavganın nedeni ne öyleyse? Özgürleştirmek isterken kendi özgürlüğünü yitirmesi mi? Bunca acının/kötülüğün/vahşetin, savaşların yaşandığı yüzyılda, savaşı ellerini ovuşturarak onaylayan siyasetçilerin içinde hiç mi ‘kitap seven’ kimse yoktu? Yüzyıllardır uygarlık tarihi adına hayli yol kat eden insan; dünya savaşlarından sonra yaşadığı değişimlerle, hele ki teknoloji devrimiyle birlikte dünyayı elinin altında tutacak kadar hızlı iletişimle hayatı kolaylaştırırken, ne yazık ki yaşadığı yabancılaşmayla kendisiyle arasına mesafeler koydu. Aşılması zor gibi görünen bu ‘ara’nın elbette farkındaydı. Çünkü farkındalığı da artıyordu. İnsanı yeniden ve yenileyerek kazanma çabasının yansımaları edebiyatın öteki türlerinde olduğu gibi öykü türünde de görülüyor. Kitapta yer alan Geçici Oda adındaki öykü tam da bu yansımanın ürünü. Öyküdeki kadın, adamla paylaştığı yaşamı sorgularken ve adam baştan sona suskun kalırken, aslında yaşanan değişimi ve yabancılaşmayı göz önüne seriyor: “Eskiden böyle değildi. Hiçbir şey aynı değil. Hiçbir şey. Eskiden bazen her şey değiştirilmeli diye düşünürdüm. Fakat baştan sona her şeyi değiştirdiğin zaman sıra er geç sana geliyor. O zaman başına neler geleceğini kestiremezsin. Öylesine tehlikeli. Eskisi gibi kendiliğinden değişsin isterim. Ama öyle olmazsa…” Kadının farkında olduğu yabancılaşma öylesine yaşamını kuşatmıştır ki, bireyi yaşadığı yere aidiyetini belirleyen en önemli unsur olan dil’i bile yadsımaya başlar. “Artık bu dil benim değil sanki. Ağzıma bir avuç dolusu sözcük tıkıştırmışlar. Ve sadece onları kullanıyorum. Bir sürü. Ne kadar uğraşsam da onlardan kurtulamıyorum. Tam burada, içimde öylece duruyorlar. Sen de beni hiç gezmeye götürmüyorsun.” Öykünün finalinde adama dönerek sorar: Geçici demiştin. Şimdi ne diyorsun? Bu sorunun yanıtını adamdan alamaz. Yazar da bilinçli olarak okura bırakır. Isaac’ta ve bu öyküde olduğu gibi, öykülerin içinden geçerken zamanın saydam duvarlarına toslamak mı acaba bu denli etkili kılıyor diye düşünmeden edemedim. Andrej Blatnik bireyin penceresinden toplumsal panaromaya bakabilen, acıyla hüznü, yitimle ironiyi iç içe geçirebilen, değişimin bedellerini ödeyen insanı farklı bir bakış açısıyla yorumlayan bir yazar. Entelektüelin ve sıradan insanın sanatla, doğayla, toplumla, değerler karmaşası yaşayan insanla ve son kertede kendisiyle ilişkilerine yönelik düşünce kazısı yapabilmiş bu öykü kitabında. Kendisinin de müzikle iç içe olması, bir dönem bir müzik grubunda bas gitar çalması öykülerde de müziğin kendini hissettirmesini, hatta bir kimlik kazanarak yer almasını sağlıyor. Müzik için söylenen kulak sahibi olmak deyimi aslında edebiyat için de geçerlidir ya hani… Kalemden önce kulakla yazılır ya hani metinler. Duymasını, damıtmasını, anlamlandırmasını bilmek için metin önce sesle kotarılır ya hani... BLATNIK’İN ÖYKÜLERİNDE ‘ÇEVRE’ Yirmi birinci yüzyılın üzerine kâbus gibi çöken küresel ısınmaya dikkat çektiği Kyoto adındaki öyküde, insanın doğal dengeleri nasıl bozduğunu acımasızca eleştirirken günümüz insanının umutsuzluğunu ve bu korkuyu aktarıyor okura. Aynı öyküde adı geçen Sam ve Jay arasında geçen konuşmalarla aslında Amerikan emperyalizmine gönderme yaparken bir yandan da Japonya’nın, bugünün Japonya’sının Amerika’nın kötü bir kopyası olduğunu söylemekten kaçınmıyor. Şehir öykülerinin ağırlıkta olduğu kitapta şehir insanının görmezden geldiği sorunları ince bir duyarlıkla işliyor. İlk öyküsünde yer verdiği çağın vazgeçilmez sorunsalı olan iletişimsizliği, aynı çatılar altındaki iki kişilik yalnızlıkları konu edinirken kitabın son sıralarındaki ‘Aslında’ adındaki öyküde ise ‘yazan’ insanla, yazanla hayat paylaşan insanın arasındaki çatışmayı sessiz bir çığlık gibi aktarmakta okuruna. Bir öykücü olarak en çok da bu öyküde soluklandığımı söylemek, sanırım kişisel bir yorum olmaz. Kitabın bütünündeki öykülerde benimseyemediğim iki ‘şey’ vardı. Öykü başlığı verilerek yazılmış ikişer ya da üçer satırlık metinler… Öykü çekirdeği diyebileceğimiz kadar içkin ama öykü diyemeyeceğimiz kadar kısa olan metinlerin dışında yalın ama güçlü bir kotarmayla anlatılmış konuları, Türk edebiyatında romanın gölgesinde kalarak geriye düşmüş bir tür olarak görünen (aslında gösterilen!) öykü severlerin beğeniyle ve ilgiyle okuyacağını düşünüyorum. ? [email protected] Deri Değişimi/ Andrej Blatnik/ Çeviren: Ay Başman/ Pupa Yayınları/ 134 s. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşayan insanın geriye, 20. yüzyıla dönüp uzaktan bakması, geçmişin ayıplarını ve günahlarını çıplak olarak görmesini sağlıyor. Tarihçilerin ve edebiyatçıların damıtarak ortaya koyduğu yalın gerçekleri konu edinen kitaplar da tarihin, toplumların, kültürlerin izini sürmek isteyen okurun vazgeçilmezi oluyor. Devlet politikalarının güdümünde yazılan resmi tarih kitaplarının ötesinde; kişisel tarihi yansıtarak aynı zamanda yaşadığı dönemin toplumsal olaylarını çekincesiz anlatan yazarlar değişimin ve dönüşümün niteliğini de ortaya koyuyor. Andrej Blatnik’in Pupa Yayınları’ndan çıkan Deri Değişimi adındaki öykü kitabı 20. yüzyılda yaşanan İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında değişen sınırları ve toplumları olduğu kadar aynı yüzyılın sonlarında yaşanan çözülmeleri, ortaya çıkan milliyetçilik akımlarıyla bağımsızlığını kazanan ülkelerdeki sarsıntıyı, değişimin bedellerini derinliğine verebilen bir kitap. Henüz öteki kitaplarıyla tanışmadığım yazar kısa öyküde hayli başarılı. Yeni doğmuş bir yayınevinin okura böyle bir kitapla ‘merhaba’ demesi hem yazar hem yayınevi için bir şans olsa gerek. Slovenyalı Andrej Blatnik, “ Amerikan edebiyatı üzerine yüksek lisans yapmış, şimdilerde kendi ülkesinde bir yayınevinde editör olarak çalışmakta. Doğu Avrupa’nın geçmişinden yansıyan ışığın gölgesinde kaleme aldığı kısa öykülerinde yalın bir dil hâkim. ” SLOVENYALI BİR YAZAR Slovenyalı Andrej Blatnik, Amerikan edebiyatı üzerine yüksek lisans yapmış, şimdilerde kendi ülkesinde bir yayınevinde editör olarak çalışmakta. Doğu Avrupa’nın geçmişinden yansıyan ışığın gölgesinde kaleme aldığı kısa öykülerinde yalın bir dil hâkim. Slovenya’nın yakın tarihi göz önüne alınırsa, yaşanan çalkantılı dönemin ardından kaçınılmaz değişimi ‘deri değişimi’ olarak nitelemesi ve kitabına başlık yapması yerinde bir seçim. Yaklaşık yüz elli yıl önce, Habsburglar zamanında bağımsızlığını isteyen ama gerçekleştiremeyen Slovenya, Yugoslavya döneminin ardından bu düşünü 20. yüzyılın son çeyreğinde utkuya dönüştürmüş. Bu sancılı süreçte yaşanan acılar ve insanlığın değerlerini sorgulatan eylemler, özgürleştirmek isterken özgürlüğünü yitiren insanın kaygıları yazarın öykülerinde kaçınılmaz olarak yer bulmuş. İlk öykülerden biri olan Isaac adındaki öyküde olduğu gibi… SAYFA 18 Fotoğraf: Tone Stojko CUMHURİYET KİTAP SAYI 985
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle