08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Emin Özdemir’le yeni kitabını konuştuk İnsan yüreğine kitaplarla yolculuk Türkiye’nin önemli dilcilerinden Emin Özdemir, uzun bir aradan sonra yeni deneme kitabıyla okurlarıyla buluştu. Deneme türü içinde farklı bir yer edinen bu kitabı Özdemir, ‘denemesel anlatı’ olarak nitelendiriyor. Metinler, okurla sıcak bir diyalog kuruyor ilk elden. Özdemir’in yazı masasının karşısına geçmişten pek çok kitap kahramanı ve yazarı çıkıp geliyor. Özdemir’le insanın yüreğine okunduğu anlarda kalıcı izler bırakmış, yazınsal yapıtların incelendiği kitabı İnsan Yüreğine Yolculuk‘la ilgili sorularımızı yanıtladı. Adnan Binyazar’ın Emin Özdemir’le ilgili yazısını da önümüzdeki sayımızda yayımlayacağız. Ë Erdem ÖZTOP ayın Özdemir, yeni yayımlanan kitabınız İnsan Yüreğine Yolculuk üzerine yazdığı “Sunu”da Adnan Binyazar sizin için “(...) Onun amacı, yaşamı zamansal bir süreç olmaktan çıkarıp yaratıcılığın derinindeki anlamın izini sürmektir,” diyor. İlkin bu sözlerin ardına düşerek başlayalım söyleşimize. Binyazar’ın bu görüşünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Kitabın doğasına ve dokusuna yönelik ilginç bir saptama Binyazar’ın söylediği; çünkü İnsan Yüreğine Yolculuk zamansırasal (kronolojik) yaklaşımla oluşturulmuş bir yapıt değildir. İnsanın duygu dünyası; yaratıcı yazarlarca, ozanlarca nasıl algılanmış, nasıl bir anlam örüntüsü içinde yansıtılmaya çalışılmıştır? Böylesine geniş kuşatımlı bir soru yönünde temellenmiş bir kitaptır. Şu da var, her çağda, insan odaklı yazınsal yaratılarda insanın duygu haritası, acıları, korkuları, düşleri özlemleri dile getirilmiştir. Sanıyorum, Binyazar’ın, “yaratıcılığın derinindeki anlamın izini sürme” sözü de bu bağlamda, insanın duygu haritasını okuma anlamında söylenmiştir. Sözgelimi, Homeros da insanoğlunun ölüm karşısındaki korkusunu, ürküsünü anlatmıştır, Yaşar Kemal de... Bu korkunun derinlerdeki izi sürüldüğünde görülecektir ki bu iki yazar arasında algısal kesişmeler, örtüşmeler vardır. Nitekim İnsan Yüreğine Yolculuk’a alıntıladığım örnek metinlerin çoğu, değişik dönemlerin ürünü olmasına karşın duyguları okuma, alımlama ve anlatma açısından belirgin ortaklıklar içerir. Kitabınızı okuyup bitirince bir kenara şöyle bir cümle yazdım: “Bir yazarın yazınsal metinlerden aldığı haz, bunların, yazarın yüreğine yaptığı derinlemesine etki, ruhunda yarattığı titreşimler ve çağrışımlar...” Bu saptamalarıma katılır mısınız? Kestirmeden sorayım: Böyle bir kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Kuşkusuz katılırım. Beni, bu kitabı yazmaya yönlendiren ana nedenlerden biri, duygu dünyamın sınırlarını genişletmiş, yüreğimin ve belleğimin derinliklerinde iz bırakmış yazınsal yaratıları başkalarıyla da paylaşma isteği. Bunda öğretmen oluşumun da büyük payı var. Şöyle ki, yıllarca iletişim fakültesinde öğretmenlik yaptım. “Yazı ve Yazınsal Türler”, “Anlama ve Anlatım Tekniği” adlı dersleri okuttum. Ne zaman bir dergide çarpıcı bir şiir ya da SAYFA 14 S öyküye rastlasam sınıfa götürürdüm. Bunun gibi, okuduğum romanlardan öğrencilerimin de tat alacağı bir bölüm varsa sınıfta okur, üzerinde konuştururdum onları. Derslerim, güzellikleri birlikte paylaşma şölenine dönüşürdü. İnsan Yüreğine Yolculuk’ta yer alan metinlerden bir bölümünün seçimi o günlerde yapılmıştır. Bir başka neden de şu: Çevremdeki kişilere, gençlere bakıyorum; sığ, yoz bir duygu dünyaları var. Recep İvedikleşme sürecinden geçiyorlar. Toplumumuzun geleceği açısından büyük bir tehlike bu. Buna karşı çıkma, insanımızı sanal yaşamın tutsaklığından kurtarma, yazan, düşünen herkes için bir görev. Bir düş de olsa, kitabın hazırlanışında bunun da payı var. Bunun için de, yazarken belirli bir okur kitlesini düşünmedim. İstedim ki temel okurluk donanımını kazanmış herkesin, yetişkinler kadar gençlerin de haz alarak kolayca okuyabileceği bir kitap olsun. Burada bir noktayı özellikle belirteyim: Kolay okunabilirliği, anlatımı sıradanlaştırıp yalınkatlaştırarak değil, yalın, yoğun, örneklemeli bir söylemle gerçekleştirmeye çalıştım. Dileğim, dil ve edebiyat öğretmenlerinin, dil ve edebiyat öğretmeni yetiştiren üniversitedeki bölümlerin bu kitabın farkında olmaları, onu öğrencilerle tanıştırmaları. DENEME TADI... İzlediğim kadarıyla söylüyorum: Şu son yıllarda deneme türünde nerdeyse hiç kitap yayımlanmıyor. Öyle ki, bir yılda yayımlanan roman sayısıyla karşılaştırılsa sanırım deneme türünde yayımlanan kitap sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Yeni kitabınız deneme türünde, üstelik yıllardır bu alanda emek veren birisiniz. Peki, deneme türündeki bu sessizliği ve verimsizliği nasıl açıklayabilir, bunu hangi nedenlere bağlayabilirsiniz? Önce şunu belirteyim Sevgili Erdem, İnsan Yüreğine Yolculuk terimsel anlamıyla klasik bir deneme sayılmaz. Kuşkusuz, Montaigne tarzı denemeye özgü, soran, sorgulayan, düşündüren yanlar yok değil; ancak öyküleyici yön, anlatıcı öğe açısından “anlatıya” çok daha yakın. Bunun için de, ben bizde pek benzeri olmayan belki vardır da ben bilmiyorum, bir çalışma yaptım. Odağına, anlatıcı olarak kendimi yerleştirdim. Anlatılanların anımsandığı ya da anlatıldığı mekân olarak da kitaplığımı seçtim. Böylece anlatıya özgü boyutlar oluşturdum. Bu nedenle kitaba türsel bir terimlendirmeyle “denemesel anlatı” dedim. Hem kitabın damarlarında deneme tadını duyumsatacak düşünsel bir kan dolaşımını, hem de bu dolaşımın, anlatımın soluğunu ağırlaştırmadan öyküsel bir akışkanlık içinde okunmasını amaçladım. Kaldı ki kitapta üç ana bölüm (Ölümü Sorgulamak, Sevginin Gökkuşağı, Tutkular Kavşağı) başlığı altında verilen metinler, birbirinden bağımsız, ayrı birer yazı değildir. Bunlar, birbirine eklemlenmiş, aralarında düşünsel, duygusal bağıntılar kurulmuş parçalardır. Dediğim gibi kitap üç bölüme ayrılmış, ancak her bölüm kendi içinde bir bütün oluşturmasına karşın, bölümler arasında da izleksel (tematik) bir sarmallık kurulmuştur Deneme türündeki çölleşmeye gelince bunun birçok nedeni var. Kanımca baş neden, düşünmeyi, sormayı, sorgulamayı seven bir toplum değiliz. Okurlar da toplumun bir parçası. Olaya dayanmayan, merak güdüsünü kamçılamayan yazıları okumaktan pek hoşlanmazlar. Ayrıca deneme türü, okurdan sağlam bir okurluk donanımı ister; oysa okullarda böyle bir donanım kazandırılmıyor. Bugün Türkçe ve edebiyat ders kitaplarına alınan deneme türündeki yazılar, öyküleyici olay anlatan yazılara göre oldukça sınırlıdır. Bu yüzden aranmayan, okunmayan bir tür niteliği kazanmıştır deneme. Toplumumuz, düşünsel yönden bir donmuşluk, bir kabuklaşma içindeyse bunda deneme türündeki çölleşmenin, bu tür yazıların okunmayışının da payı vardır. Denemelerinizi farklı tekniklerle oluşturmuş, değişik bir yapı kurmuşsunuz. Özellikle kitabın her üç bölümünde de kurgusal yönelimlere yer vermişsiniz. Homeros’tan Borges’e, Nicolas Guillen’den Tolstoy’a, Céline’e değin kimi yazarlarla, ozanlarla yüz yüze geliyorsunuz. Bunun gibi kimi roman ve oyun kişileri de, sözgelimi Lolita’nın başkişisi Humber Humbert, Kolera Günlerinde Aşk’ın kahramanı Florentino Ariza, Karanlığın Yüreği’ndeki Kurtz, Hürrem Sultan, kitaplığınıza sizi görmeye geliyorlar. Neden böyle bir yola başvurdunuz? Başka bir söyleyişle, nasıl bir gereksinim sizi buna yönlendirdi? Değişik yöntemlere başvurmamın, kurgusallıktan yararlanmamın ana nedeni kitap boyunca anlatımsal çeşitlilik sağlamak, bir de okurlara çağrışımsal bir yolculuğun havasını solutmak. Bunu, düşlemselliğin gelgitleri içinde gerçekleştirmenin ilginç, özgün bir yol olacağını düşündüm. Böylece okurlar, çok yalın biçimde portreleri çizilmiş yazarlarla, ozanlarla yüz yüze gelecek; onların sesini, soluğunu duyumsayıp onlarla daha rahat iletişim kuracaklar. Bir örnek vereyim, sanırım dikkatinizi çekmiştir, günümüzde yazarlar, ozanlar için yapıt ve yaratılarından örnekler okuma toplantıları düzenlenir; ben de buna benzer bir toplantıyı düşlemsel düzlemde bu kitabımda kurguladım. Toplantıya yapıt ve yaratılarıyla savaşların korkunçluğunu anlatan yazarlar, ozanlar katıldı: Kübalı ozan Nicolas Guillen, Tolstoy, Ferdinand Céline, Yaşar Kemal, Semyon Gudzenko, Nikiforus Vrettakos... Katılanlar, örnekler okudular yapıtlarından. Okurları gerçeklerle yüz yüze getirecek düşlemsel bir oyun bu. SEVGİ, AŞK, ACI, ÖLÜM Sonra, birinci kişili benöyküsel anlatım daha sarmalayıcı oluyor. Roman, oyun, öykü kişileri için de böyle bu. Dikkat ettiyseniz, o kişiler de durup dururken beni ziyarete gelmiyorlar. Hepsinin bir geliş gerekçesi var. Örneğin Humber Humbert, “sübyancı, sevgi sapkını” olarak nitelendirilmiştir. Böyle olmadığını savunmak için gelmiştir. Florentino Ariza, hiç de kaçık olmadığını, aşkın her haline seve seve katlandığını anlatmak için gelmiştir. Kurtz ve Hürrem Sultan da öyle, kendilerine yüklenen suçların, içinde bulundukları ortamdan kaynaklandığını söylemek için gelmişlerdir. Elbette, bunu bir savunma havası içinde yaptıkları için anlatım örüntüsüne değişik imgelerle beslenen bir renklilik kazandırıyorlar. Kitabınızın dokusuna sindirdiğiniz temalar, tam da insanın yüreğine derinlemesine işleyen türden: Sevgi, aşk, acı, ölüm... Ancak “acı”yı içeren metinler sanki daha çok. İnsanoğlu, istese de acıyı içselleştiremiyor. Bunun için de kaleme sarılıyor. Ne dersiniz? Söylediğiniz doğru. Acılarla, mutsuzluklarla kuşatılmış bir dünyada yaşıyoruz. Ne var ki insanların çoğu bunun ayırdında değil. Yazarlar, ozanlar insan duyarlığının sözcüleri, duyargalarıdır. Öyle ki çevrelerinde mutsuzluklarının, acılarının ayrımına varmadan yaşayanların durumundan da acı duyar onlar. Bu bir yana, acı, her durumun içine sızan bir duygudur. Örneğin “aşk”ı düşünün bir, ardında acı¥ nın bulunmadığı mutlu bir aşk var CUMHURİYET KİTAP SAYI 985 Emin Özdemir’in kitabı üç ana bölümden oluşuyor. Ölümü Sorgulamak, Sevginin Gökkuşağı ve Tutkular Kavşağı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle