08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA ‘Eski takvim bozuk saat’... eni bir yıl başlıyor… Ne kadar sürecek peki? Uğurladığımız yıla oranla daha mı uzun, daha mı kısa? Zaman, insanoğlu için benzersiz özelliğe sahip. Kısacık bir anda büyük dünyalar kurabiliyor, öte yandan bir anda dünyayı yerle bir edebiliyor insan denen mahluk. “Yıl” olgusu anlamını yitiriyor o zaman… İşte kısa öykünün uzun öyküye, kısa filmin imgesel (uzun metraj) filme, kısa oyunun normal süreli oyuna oranla farkı burada yatıyor. Etkisinde, gücünde yoğunlaşıyor, “atom”a benzeyen o “bir an”ın içine sığıştırılan güç, yaratma olanağıyla birlikte sıkıştığı yerde gerilip fışkırıyor. Y Necati Tosuner, Sancı..Sancı.. (1977), Yalnızlıktan Devren Kiralık (2000), Bana Sen Söyle (2002) adlı romanlarının ardından, geçen yılın son günlerinde, bir kısa romanla çıkageldi: Kasırganın Gözü (2008). mek ki o en genel hayatın kendisiyle karşılaşıyoruz yapıtta. Kasırganın Gözü’nün “damıtılmış sıkıntılar”la (30) örüntülendiği bir gerçek bu durumda. Bütün bunlara eklenen toplumsal doku bağlamında da “kasırganın gözü”yle karşı karşıya olduğumuz düşünülmeli romanda. Demem o ki, bireysel karamsarlığı, toplumdaki olumsuzluklarla ilintilendirirken yazar, kişinin yaşamına değgin beklenti eşiklerini de buna göre işliyor: “Camilerde toplanan marklar./ Pompalı tüfek merakı./ Domuz bağı.// Cehennem çok kalabalık olacak, şimdiden yerinizi ayırtınız!” (20) Öte yandan Kasırganın Gözü için, yazarın evrene, bu evren içinde yer alan nesnelere, öznelere, sonra bütün bunların, olup bitenlerin aralarında süregiden ilişkileniş biçimine yazarın bakışı bağlamında bir yaklaşım da getirilebilir herhalde. Toplumsal travmanın izdüşümleriyle buna karşı anlatıcı aracılığıyla yazarın öznel yaklaşımı aynı bir örtüşmenin somutlanışıyla geliyor romanda. Kasırganın gözü, bu karmaşa ortamında her yeri görmüştür, kısa süre içinde bizi içine alıp yutmasına ramak kalmıştır bir bakıma. Böylece durma yayılan, yayılma eğilimi gösteren karanlık, bireysel yaşantı ağıyla kişinin, toplumsal yaşam örgüsüyle de toplumun ruhsal oluntularında tam anlamıyla çakışma gösterecektir kuşkusuz. NECATİ TOSUNER’DEKİ YAZARLIK... Daha önce Yakamoz Avına Çıkmak’ta yaptığına benzer biçimde bir kez daha damıtık metinle yüz yüze getiriyor bizi Necati Tosuner. Hiç kuşkusuz, onun yazarlığı zaten bu temel kavrayış yönünde kendini gösteriyor, ta en baştan bu yana. Ancak son iki yapıtta bu damıtıklık, farklı temelde biçemsel bir kaygıya dönüşmüş olmalı. Ölme ya, önceleri dilsel, biçemsel damıtıklığı önceleyen yazarın bu kez bunu, romanın moleküler yapısına yaydığı sezilebiliyor hemence. Ancak moleküler yapının yoğunlaştırıldığı bu tür romanları okumanın pek kolay olmayacağı kestirilebilir. Nitekim hiçbir dramatik dolantıya yaslanılmadığı, ötesinde bundan özenle kaçınıldığı bir roman yapısıyla karşı karşıya olduğumuz açık. Hiçbir dramatik uca, dala tutunmadan yol almaya çalışan romanda bir eksiklik olarak alınabilir bu elbette. Ne var ki bunun, yapıta direngen bir öz kazandırıp onu çelikleştirdiği de ileri sürülebilir sanırım bu arada. Yine de bu yöndeki dolantı eksikliği alımlamada, kısacık da olsa bir özümseme süresi gerektirmiyor değil! Çünkü bu ediminin alımlamaya dönüşebilmesi, bir açıdan bu doğrultuda ön dönüştürümü de zorunlu kılıyor. Son olarak şunu eklemeden geçmeyeyim. Necati Tosuner, sanki yeni yıla girerken, yazarlığını puslandırıp, suluboya resimdeki gibi lekeler halinde bunu roman evrenine dağıtmaya çalışıyor, ne bileyim, sanki kendisini sarakaya alıyor. Bir açıdan yazınımızın bu usta kaleminin kendi yazarlığına dönük hesaplaşmaya girişmesi bağlamında alınabilir öyleyse yapıt. Yeni bir yıl başlıyor diyerek girmiştim yazıya… Ama 2009 yılının ne kadar süreceğine biz karar vereceğiz yapıp etmelerimizle… Siz siz olun, şimdiden doldurup yoğunlaştırmaya koyulun yılınızı, yıl bitip de 2010’a girerken, göreceksiniz şampanya gibi nasıl da patlayıp köpürüyor 2009, yaşayıp süpüreceğiniz bu yıl yani… O zaman yaşanıp bitmiş değil, yaşanırlığı her an sürecek bir yılı uğurladığınızı da göreceksiniz elbette bir anda… Burada Necati Tosuner’den kısacık alıntının yeri: “Önceleri kazanmak diye algılasan da, sabırsızlıkla beklesen de.. gelecek diye diye yitirilen zamandır her an./ Kazanıyorum derken yitirilmekte./ ‘Tadını çıkartmayı bildin mi sen?..’” (22) Kısa da olsa, yoğunlukla öreceğiniz bir yıl dileyerek efendim… Hey Necati, “mış gibi yapma”yı bırak, sigara yasak sana, unutma sakın! Doğal ki “eski takvim, bozuk saat” de (45)… ? SAYFA 21 Upuzun, yüzlerce sayfaya yayılan romana oranla, kısa yapılandırılmış romanın gücü de burada yatmıyor mu zaten? Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü, Dostoyevski’nin Beyaz Geceler, Goethe’nin Genç Werther’in Acıları, Kafka’nın Dönüşüm, Istrati’nin Angel Dayı, Mann’ın Venedikte Ölüm, Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar, Hemingway’in İhtiyar Adam ve Deniz, Duras’ın Parkta, Böll’ün Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru, Márquez’in Benim Hüzünlü Orospularım, Kundera’nın Bilmemek vb. ile bizden Orhan Kemal’in Cemile, Kemal Bilbaşar’ın Denizin Çağırışı, Rıfat Ilgaz’ın Karartma Geceleri, Abbas Sayar’ın Yılkı Atı, Erdal Öz’ün Odalarda, Bilge Karasu’nun Kılavuz, İrfan Yalçın’ın Pansiyon Huzur, Erhan Bener’in Kedi ve Ölüm, Oktay Akbal’ın İnsan Bir Ormandır, Nezihe Meriç’in Alacaceren, Yaşar Kemal’in Hüyükteki Nar Ağacı, Tahsin Yücel’in Vatandaş, Leylâ Erbil’in Cüce, Kemal Demirel’in Piano Piano Bacaksız, Ferit Edgü’nün Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı, Hulki Aktunç’un Bir Çağ Yangını, Burhan Günel’in Aksayan, Adalet Ağaoğlu’nun Ruh Üşümesi vb. romanlarını düşünün… Yukarıda sıraladığım örnekleri çoğaltmak olanaklı elbette… Bu yapıtlar, oylum bağlamında kısa oldukları için değil, ama bu oylumu yoğunlukları ile ağırlaştırdıkları için büyük etki yaratıyor üzerimizde. Roman sanatının kısa öyküye aşılanmış biçimi gibi alınabilir bu. Nitekim tür olarak çok değişik, apayrı bir yazın formu çıkıyor sanki ortaya; romanın katırı da denebilir buna. Artık ne attır o, ne de eşek… Ama atın da eşeğin de altından kalkamayacağı güce sahiptir, onların kıvıramayacağı işi yapar çünkü. Yazın sanatındaki gücü, etkisi, bu ayrıksı yanından kaynaklanıyor olmalı kısa romanın. Hani reklam filmleri ya da spotlar olur, bütüncül yapı yansıtarak on saniyede başlayıp biten, onun gibi. Ama herkes bilir, anlara sığıştırılan bu tür yapıtların ne denli uzun bir zamana yayılarak verimlenebildiğini… İşte Necati Tosuner de Sancı..Sancı.. (1977),Yalnızlıktan Devren Kiralık (2000), Bana Sen Söyle (2002) adlı romanlarının ardından, geçen yılın son günlerinde, yayıncısı olan Kanat Kitap’tan bir kısa romanla çıkageldi: Kasırganın Gözü (2008). “KASIRGANIN GÖZÜ”NDEKİ NECATİ TOSUNER... Necati Tosuner, perdeyi yoğun imgelem bombardımanıyla açıyor bu yeni romanında. Yaşamını yalnız başına sürdüren anlatıcının, diyelim yazarın, tragedik kahraman olarak kendine bakışıyla yapılandırılan bir kısa roman… Öteki romanlarında dışa sızan acıyı, hüznü, burulmuş şakacı tutumla, mış gibi yapan alaysamayla kuşatırdı Tosuner daha çok. Oysa Kasırganın Gözü’nde alışılmışın dışında yoğun, ama içbükey derinliği olan, bu nedenle de bizi kendi uçurumlarına çeken, öznel burgaçları her yana uzanan bir anlatıyla karşılıyor denebilir yazar. Ya da şaka yapıyor havasında, gülermişçesine tutumla bir tuhaf duygu tıkanıklığıyla yaklaşıyor bize. Sözgelimi “Yaşadığım sevinçler tükenmişti” (5) diyor anlatıcı bir yerde, bu sözün ardından, gülümseyebilmek de olanaksızlaşıyor ister istemez. Alıp gövdesini, sokaklara çıkarıyor anlatıcı, avutulması gereken biri çünkü, öyle bakıyor kendisine. Bir yaşam dökümünün, bütün bütüne kara bir şakaya dönüştüğü yaşam yükünün yeniden elden geçirilip altüst edilişi bir bakıma. Evet, sorgulamaktan çok kendince belirlediği dayanaklar eşliğinde yaşamını gözler önüne serişi anlatıcının… Her yere yayılan, yansıyan tekil yalnızlık, zaten öteden beri Tosuner’in sürekli odağa aldığı bir olgu. Buna yönelik ilginç, acıtıcı vurguları olan bir yaklaşıma sahip yazar. Yaşanan can alıcı bu dramatik olgunun her an gözleyicisi, hatta bekçisi olarak almak da olanaklı Necati Tosuner’i. Bu çerçevede “acı bekçiliği” yapan bir yazar o. Nece avutmaya girişse de solgun bir gün oluyor çünkü o dokunduğunda, kararıyor gün. Sonunda bunlara, elbette en başta kendi yaşamına, bir oyuncunun oyunsal süreçlerine bakarcasına yaklaşıyor sanki anlatıcı. Bütün kilitlerini çözüp herkese karşı kilitsizleşirken dostları, en yakınındakiler için kendini kilitleyişi anlatıcın, hatta en başta kendini kendine karşı kapatışı önemli bir damar oluşturuyor romanda. Necati Tosuner’in Kasırganın Gözü adlı kısa romanıyla Márquez’in Albaya Kimseden Mektup Yok başlıklı anlatısı arasında köprüler kurmak olanaklı görünüyor bana. Kimileri bir uzun öykü gibi alabilir Albaya Kimseden Mektup Yok’u, ancak yapıtın bir kısa roman bağlamında alınmasının daha doğru olacağı kanısını taşıyorum kendi payıma. Her iki romanın anlatıcısı da yalnızdır, üstelik tragedik bir yalnızlıktır bu; çünkü umutsuzlukla örülüdür, dışa karşı ise hemen hiçbir geçirgenliğe sahip değildir. Adeta kendilerine kapanmış iki kahramandır albayla anlatıcı dıştan bakıldığında. Albay, karısının nesnel varlığına karşın, anlatıcıyla örtüşür yine de. Nitekim her ikisinin de onca insanla birebir sürdürdüğü farklı konumlanışlar, bir değme noktası ilişkisi içindedir yalnızca. Anlatıcının ilişkileri de albayınkine koşutluk gösterir, çünkü sanal duruma gelmiştir bir bakıma bu ilişkileniş. “Mış gibi” yapma ustası olarak alabileceğimiz Tosuner, bu doğrultuda çıkışsız yalnızlığın yazınımızdaki en güçlü temsilcisi olarak da alınabilir pekâlâ. Neden tragediktir bu iki yalnızlık peki? Çünkü gerek albay gerekse anlatıcı, yalnızlığı kendileri seçmedikleri halde, dıştan yüklenen birer yazgı olarak taşırlar bunu, ancak değiştirme olanakları da yoktur hiçbir zaman… “KASIRGANIN GÖZÜ”NDEKİ “BÜYÜK BİRADER”... Sanat yapıtlarındaki tragedik örgü, hiç kuşkusuz dıştan dayatmanın, etkinin de ipucudur aynı zamanda. Tosuner’de dış kaynaklı etki, roman evreninde nasıl bir yansıma bulur acaba kendine? Bu bağlamda “kasırga”nın da, “göz”ün de birer eğretileme öğesi olarak alınması gerekiyor. Bu da bize, dıştan gelen etkinin gücüne değgin önemli veriler taşıyor olmalı. Evet, bir kasırga ortamıdır bu, ne ki göz gözü görmez bu kasırga ortamının bir “göz”ü vardır yine de. Kurulan roman evreninde anlatıcı, işte bu kasırganın etkisi altındadır ya da herkesi gözaltında tutan bakışların denetimindedir deyiş yerindeyse. Öyleyse farklı biçimde, biçemce bir “büyük birader”in kurgusal varlığı da anımsanabilir bu noktada. Tragedik yapının ana belirleyeni de zaten burada yatıyor herhalde. Romana yönelik belki farklı bir açılım getirdiği bile düşünülebilir Tosuner’in. Geçmişinden bugününe, mutluluklarından mutsuzluklarına bir anlatıcının romanı bu. Gözleri ağlamaklı olsa da, yanaklarına gamzeler yerleştirip gülümseyen ille. De CUMHURİYET KİTAP SAYI 985
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle