Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Elli yıl önce E n iyi bellek bile unutur. Belki yanlış anımsamıştır. O yanlış, zamanla biçim değiştirir, bir başka yanlışa dönüşür. Elli yıl geride kalmış bir zamana dalarken gerçeği anlattığımızı öne sürebilir miyiz? Eninde sonunda yazı bir kurgudur. Yazının gerçeği, belleğin izin verdiği ölçüde asıl gerçekle örtüşür. Ama bu örtüşme de gerçeğin niteliğiyle ilgilidir. Bir olay mı, bir söz mü, bir duyarlık mı, bir yüz mü? Belli bir duruma yorumlarımızla baktığımız zaman, o artık bir başkasının paylaştığı gerçek olmaktan çıkar. Ellili yılların Ankara’sını iyi bildiğimi sanırdım. O yıllardan birkaç arkadaş, akşamdan sonra, Bekir Çiftçi’nin işyerinde buluşurduk. Nedret Gürcan, Turhan Dökmeci, Teoman Karahun, Ercan Belen o eski arkadaşlar arasındaydı. Hepsi de şiirle edebiyata girmiş, kimi gazeteciliğe geçmiş, kimi işadamlığına soyunmuş, kimi valilik yapmış, artık emekliliğe çekilmiş kişilerdi. Bu yıl Teoman Karahun öldü. Yavaşça azalıyoruz. Ellili yıllar Ankara’sını konuşurken örtüşen anılarımızda bile birbirine uymayan durumlar vardı. Demek ki aynı gerçek belleklerimizde başka türlü kalmış, ayrışan özellikleriyle bildiğimiz gerçek olmaktan çıkmış. Demek ki zaman gibi gerçeğin de bir göreceliği var. BİR ANI YAZISI Bu bir anı yazısı olacağa benzer. Ama gene kitaptan yola çıkmalı. Elli yıl önce yayımlanan iki kitap yeniden yayımlandı. Bunlardan biri “Üvercinka”, öteki “Garip Şiirler”... Bu kitaplara bakışım da anı ağırlıklı olacak. Cemal Süraya, ölümü üzerinden 18 yıl geçmesine karşın, güncelliğini koruyan bir ozan. Ebediyatta işlevi olan dergiler çıkardığı, edebiyat üzerine vardığı yargılar ölçüt sayıldığı, daha önemlisi de şiiri eskimediği için. Oysa Cemal Süreya’nın şiiri duyarlıkla beslenir. Duyarlıksa şiirin çabuk yıpranmasına yol açar. Ama Cemal Süreya’daki “naif duyarlık” kendini yenileyen bir güç kazanmıştır. Elli yıl sonra, özenle basılmış “Üvercinka”da şöyle bir önyazı var: “İkinci Yeni”nin öncülerinden biri olacağını şairin kendisi de bir başkası da bilemezdi kuşkusuz. Şairine böyle bir ‘ün ve efsane’ getiren ve (Arif Damar’ın ‘İstanbul Bulutu’ ile birlikte) 1958 Yeditepe Şiir Armağını’nı kazandıran bu kitap, yayımlandığı günden beri, dünya şiir tarihinde pek az ilk kitaba nasip olan bir efsane aylasıyla çevrili durumda” (ÜVERCİNKA, 50 Yaşında, Yapı Kredi Yayınları, 2008). Ben gene de “Elli yıl önce” Yeditepe Yayınları arasında çıkmış olan “el kadar” bir kitaptan söz açacağım. Bir zamanlar Varlık’ta “Onları Tanıdım” başlığı altında, anımsadığım edebiyatçılar arasında, “Alçaktan Uçan Güvercin, Cemal Süreya” diye anlatmıştım onu. Gene “Üvercinka”dan yola çıkmışım: “‘Üvercinka’ 1958 Şubat’ında ‘Yeditepe Yayınları’ arasında çıkmış. Cemal Süraya 29 Mart 1958’de ‘Mustafa Şerif’e SAYFA 22 Fotoğraf: Ara Güler Tıbbiye son sınıfta mıydım? Belki de yeni hekim çıkmıştım. Siyasal Bilgiler’de aynı sıraya oturup Sezai Karakoç’la söyleştiğimizi anımsıyorum. Nejat Tunçsiper “Mülkiye” adında bir dergi çıkarırdı. Belki de “İkinci Yeni”nin ilk belirsiz izleri o dergideydi. Ama “Pazar Postası”nın etkisi başkaydı. Muzaffer İlhan Erdost’un yönettiği o dergi olmasaydı “İkinci Yeni” diye bir oluşumdan söz edilebilir miydi? CİNSELLİKTEN İNSANLIĞA “Üvercinka”yı “sensualite” anlayışıyla yorumlamak doğru bir yaklaşım olabilir mi? Bana imzaladığı kitaba uzun bacaklı kadınlar da çizmişti. O cinsellik, el yordamıyla, insanı alıştığı bir karanlığa doğru iter: “Kırmızı bir kuştur soluğum Kumral göklerinde saçlarının Seni kucağıma alıyorum Tarifsiz uzuyor bacakların.” Cinselliğin karanlığına düşlem gücüyle uzanır ozan. O cinsel yalnızlıkta bizi eğitenin de kadınlar olduğunu biliriz: “Porsuk nehrinin geçtiği kadınlar Hepsine yüzer kere rastladım en azdan Umutsuz sevdalara tutulmak onlarda Bozkıra doğru seyrele seyrele yaşamak onlarda Verdi mi adama her şeylerini verirler Ben gördüm ne gördümse kadınlarda Porsuk nehrinin geçtiği.” Cahit Külebi de tekdüze yaşamayı değiştiren gücüne inanmaz mıydı kadınların? “Üçüncü ustamdı kadınlar Tekdüze yaşantıya. Kaynar dururlar semaver gibi. Onlar öğretti bana sevgiyi.” Ama “Üvercinka” cinsellik batağındaki bir ozanın şiiri değil. Cinselliği aşan; kadının kurtuluşuna, insanlığın özgürlüğüne açılan yeni bir anlayışın şiiri. Cemal Süreya’nın düşlem gücünde yeni bir gövde kazanan kadın, aslında eziktir, yetersizdir: “Sen el kadar bir kadınsındır Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli.” Gene de bir insanı ele geçirmenin gücü, yarınlara umutla bakmanın coşkusu vardır onda: “Bir insan edinmişsindir kendine. Bir şarkı edinmişsindir, bir umut.” Yaşamayı sevmeyi, insana inanmayı bir kadının duruşu öğretebilir. Belki de onun kadeh tutuşundaki dalgınlık Afrika’nın yoksulluğunu çağrıştırır: “Aklıma kadeh tutuşların geliyor Çiçek pasajında akşamüstleri Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor Bütün kara parçalarında Afrika hariç değil.” ANIMSATMA Edebiyata anılardan bakmanın özel bir anlamı var. Elli yıl önce ilk baskıları yapılan iki kitaptan söz açacaktım. “Üvercinka”ya takıldım kaldım. Oysa Ümit Yaşar Oğuzcan’ın düzenlediği “Garip Şiirler”in de ellinci yılıydı (Garip Şiirler Antolojisi, 50. Yılı Dolayısıyla Tıpkıbasım, Bilgi Yayınevi, 2008) “Garip Şiirler”e bir başka kapı açmak gerekecek. O da bir başka yazı konusu. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Üvercinka’ diye kitabı imzalamış. Sonra ilk sayfadaki ‘Üvercinka’ yazısının altına ‘Ya da Sensualite’ diye bir alt başlık yazmış. O sayfada bir ANI yazısı da var: ‘Doğan Işıksaçan’la Eskişehir’e gelmiştin. Üvercinka’yı yanımda görmüştün. Sonra pastanede şiir okumuştuk. Eski güzellik kraliçesi Güler Arıman’ı görmek için koşmuştun. Nişanlıydın.’ ‘Üvercinka’nın sayfalarını çeviriyorum, üçüncü sayfada bir yazı daha: ‘Yalnız şoklar yaratıcıdır.’ Değişik sayfalarda Cemal Süreya’nın çizdiği resimler: Uzun boyunlu bir kadın, suda balıklar, suyun üstünde minareler, baş başa veren iki sevgili, şemsiyeler, gökten ehrama sarkan iki yıldız bir ay, şaşkın bir aslan, paraşütle inen bir kuzu, bir gece horozunun sesi...” Benim için özel hazırlanmış bir “Üvercinka”nın anlamı vardır. “‘Üvercinka’yı yanımda görmüştün” diyor. Ne Zühal Tekkanat’tı o, ne Birsen Sağnak. Onların yaşama serüveni Cemal Süreya’nın yaşamasına çok daha sonra karıştı. Doğan Işıksaçan’ı hiç kimse anımsamayacak. O benim Tıbbiye’den sınıf arkadaşımdı. Belki bir şarkı sözünü diline alıştıranlar, “Sen kimseyi sevemezsin, sevmeyeceksin” derken, bu sözlerin de onun olduğunu bilmeyecek. Oysa o, “İkinci Yeni”nin gizli ozanlarından biriydi. Erken öldü ama üç şiir kitabı bıraktı geriye: “Ağlama Feriha”, “Kedinin Yeni Görevi”, “Boya”... “En iyi bellek bile unutur” diye söze başlamıştım. “Üvercinka”daki “Anı Notu” ile Cemal Süreya’nın günlüğündeki “981. Gün” aynı ortamla örtüşmüyor: “Günler, hey! Yıl 1955. Eskişehir. Çiçeği burnunda askeri hekim Onaran’la Nasuh Akar’ın Kahvesindeyiz. Birden caddeden o yılın güzellik kraliçesi geçiyor. Panaroma Critique biçiminde bir şiir antolojisi yapmak isterim.” Pastane Nasuh Akar’ın kahvesine dönüşmüş. Doğan Işıksaçan gene unutulmuş. Oysa Cemal Süreya onun şiirini severdi. CİNSELLİK Cemal Süreya “Sensualite” sözünü şöyle yorumluyor: “Erotizm”, soylu anlamıyla, dünyayı değiştirme çabasıdır. İsteğin güçlerini temel durumlarından adamakıllı saptırmış bir toplum içinde yaşıyoruz. Bu utanç cinselliği her şeye hâkim. Ve utanç cinselliğinin adı iffet.” Cinselliği yaşamaya direnme olarak anlayanlar Cemal Süreya’nın özlemini çekeceklerdir. ‘Kendini incecik sevdirmeyi’ düşleyen kadınlar, neden dünyaya geç geldiklerinin üzüntüsünü çekeceklerdir. Çünkü “Üvercinka”, yalnızlığımıza “tenha boynu”nu uzatan bir simgedir artık. Onu salt cinselliğin simgesi sananlar “durup ince şeyleri anlamaya” vakit ayıramazlar. “Üvercinka”, “yalnızlığın kapılarını açıverirdi ardına kadar.” Cemal Süreya diyordu ki: “‘İkinci Yeni’ bir güvercin curnatasıdır. Ben alçaktan uçuyorum.” Kendini gizleyen şiirde bir başka güç olduğunu sananlar o anlayışa kapılırken yabancı bir ortamda şiirlerini yitirdiler. Cemal Süreya’daki “naif duyarlık”, alaysamalı bir gülüşle korudu kendini: “Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler. Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin.” Attilâ İlhan’ın abartılmış duyarlığına gülümseyen bir incelik var bu dizelerde. “İkinci Yeni”nin öncüleri Oktay Rifat ile İlhan Berk miydi? Oktay Rifat’ın “Perçemli Sokak”ı 1956’da çıktı. Muzaffer İlhan Erdost’un bulduğu “İkinci Yeni” adına ilgimizi çeken İlhan Berk oldu. Birbirinden habersiz etkileşimler bir anlayışın oluşmasına yol açabilir mi? Ellili yıllar Ankara’sında, Siyasal Bilgiler’de okuyan, sınıfları birbirine yakın bir ozanlar topluluğu vardı: Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Tevfik Akdağ, Ece Ayhan, Erdoğan Alkan bunlar arasındadır. O yıllarda Turgut Uyar da Ankara’dadır. Bir başka ortamda aynı havayı solumaktadır. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 967