24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Marc Falkoff’tan bir antoloji: ‘Guantanamo Şiirleri’ Pentagon şiir okursa... Guantanamo’dan Şiirler’i, ne için tutuklandığını ve işkence gördüğünü bilmeyen insanların, acı çektiği, özlediği, sevdiği için, sırf bunun için dizelerde kendini bulmasının, çökertilmeye çalışılan insanlığını korumasının, bunu başardığı oranda da hayatta kalmasının ifadesi olarak okumak gerekiyor. Ë Aysel SAĞIR uantanamo’da yaşananları 21. yüzyıl insanlığının henüz öğrenmeye başladığı yeni bir zulüm türünün başlangıcı olarak mı görmeli? Küba’nın kuzeybatısında Guantanamo Körfezi’nde yer alan ABD deniz üssünden 2002’den bu yana 1000’e yakın insanın çığlığı duyuldu. Söz konusu çığlıklar hakkında yarım yamalak işittiğimiz hikâyeler, meğerse insanlığın yeni vahşet türünün yeryüzüne giderek hakim olduğunun sesleriymiş. O çığlıklar, bize önemli bir tehlikeyi haber veriyormuş. Şimdilik Guantanamo’da Müslüman erkekler bu zulmün kurbanları olarak bulunuyor, ama yarın başkalarının olmayacağını kim söyleyebilir. Guantanamo’dan Şiirler’i, uzaklardan gelen acıklı çığlıklardan çok, insanlığın vahşette sınır tanımaz kötü yaratıcılığının yeni bir kanıtı olarak okumak gerekiyor. Ama sadece bu kadar değil, bu sadece bir başlangıç. Guantanamo’dan Şiirler’i, ne için tutuklandığını ve işkence gördüğünü bilmeyen insanların, acı çektiği, özlediği, sevdiği için, sırf bunun için şiir dizelerinde kendini bulmasının, çökertilmeye çalışılan insanlığını korumasının, bunu başardığı oranda da hayatta kalmasının ifadesi olarak okumak gerekiyor. 11 Eylül saldırısından sonra Müslüman insan avına çıkan Amerika’nın son marifetlerinden biri olan Guantanamo, Wietnam gibi bir sendrom yaratır mı bilinmez; ama bilinen o ki, her şey olup bittikten sonra, yaşananlara karşı dikkatli bir savunma mekanizması geliştiren insanlık, yeni gelişen zulüm ve haksızlıklar karşısında gecikmiş bir durum sergiliyor. Guantanamo’yu da böyle bir sürecin ürünü olarak değerlendirmeli kuşkusuz. Guantanamo’dan Şiirler, çevrilip bizlere kadar ulaşmadan önce, Harvard Bookstore’in şiir bölümündeki rafta İngilizce olarak uslu uslu dururken, Abdurrahman Dost, Guantanamo’da hapisken 25 binin üstünde mısra yazmış. “Kafeslerinde yarı çıplak bırakılan kimi mahkumlar, yazdıklarının bir gün okunacağını bilmedikleri gibi, ilk hapis yıllarında kalem kâğıt kullanmaları bile yasaklandığından, sözlerini kaydetmenin çeşitli yollarını bulmuşlar. Tehdide, küçük düşürülmeye, işkenceye direnmişler. Şiirle direnmişler. Dost, hiçbir şeyle suçlanmadığı halde dört yıl hapis yatmış. Serbest bırakıldığında, ulusal güvenlik nedeniyle birkaçı dışında tüm şiirlerine el konmuş. ‘Neden?’ diye soruyor Dost, ‘Her kelime çocuğum gibiydi.’ Yetkililer, mahpusların kendi dillerinde yazdıkları şiirlerde gizli şifreler olabilir kaygısıyla, ancak izin verdiklerinin İngilizce çevirilerinin gün ışığına çıkmasına müsaade etmiş. Denetim altında çeviri yapanlara sözlük bulundurmaları bile yasaklanmış. Şiirlerin kendi dillerindeki asıllarına ulaşmamız, bu çeviri koşullarında şiirselliklerini değerlendirebilmemiz mümkün değil.” KARŞIMIZA ÇIKAN İKİ AMERİKA Washington yakınlarında bir yerde mahkeme kararıyla bir depoda tutulan şiirlerin sadece küçük bir kısmıyla tanıştığımız Guantanamo’dan Şiirler, aynı zamanda Küba’nın kuzeybatısındaki ABD deniz üssünde tutulan mahkumlardan dünyaya ulaşabilen ilk çığlık. Kitap, şiirlerin gün yüzüne çıkmasını sağlayan ABD’li gönüllü avukatlar ve basımını yapan lowa Üniversitesi olması açısından önemli bir görüntü sergiliyor. Böylelikle karşımıza iki Amerika çıkıyor. Amerika bir yandan yeni kurbanlar yaratırken, diğer yandan da kurbanlarının yanında yer alıyor, onların varlıklarını tüm dünyaya duyuruyor. ABD’nin Küba’daki askeri ceza kampında tutuklu bulunan kişiler tarafından yazılmış yirmi iki şiirin yer aldığı kitapta, söz konusu tutukluların hepsinin Müslüman oluşunun dikkat çekmesi bir yana, tamamı “tel örgünün içinde” yazılmış şiirler oluşuyla da özel bir duygu ve ruh durumuyla ilgili iç sızlatıcı bir ağırlık taşıyor. Sadece bir yere kapatılmak ve savunmasız bırakılmak gibi tanıdık bir durumu da yanına alan şiirlerin atmosferinden çıkıp, ilk kaynağa, yani dizelerin sahiplerinin tutuklanma nedenlerine döndüğümüzde ise asıl sızı o zaman başlıyor. “Aslında bu kitabın ya da onu oluşturan şiirlerin varolması bile mucize gibi bir şey. Guantanamo’da tutuklulara uygulanan psikolojik baskı akıl almaz bir şey. Dünyadan tümüyle yalıtılmış olarak yaşıyorlar. Olup biten hiçbir şeyden haberleri yok. Ailelerinden gelip de okumalarına izin verilen mektuplardan dünyadaki güncel olaylara ilişkin bilgilerin tümü siliniyor. Avukatlarının da, kendi davarıyla doğrudan ilişkili olmadığı sürecebu da çok keyfi bir ölçüt, emin olun tutuklulara kişisel ya da genel bir haber iletmeleri yasak. Dış dünyayla ilişkinin yalnızca arada sırada gelen bir avukatla, ya da bir akrabadan ne zaman geleceği belli olmayan, katı bir biçimde sansürlenmiş mektuplarla kurulabildiği böyle bir ortamda, umudun yeşermesi çok zor. Gerçekten de kendini asarak, verilen ilaçları biriktirip hepsini birden yutarak ya da bileklerini keserek intihar girişiminde bulunan düzinelerce tutuklu var. (Askeriye, tam bir Orwellci yaklaşımla bu intihar girişimlerini ‘çıkarı için kendini yaralama davranışı’ olarak adlandırmış. 2006 Haziranında üç tutuklu kendilerini öldürmeyi başardıklarında da askeriye bu intiharları ‘asimetrik savaş’ olarak nitelendirdi.)” ZİNDAN KARANLIĞI Guantanamo mahkumlarının yazdığı şiirleri, içerik ve biçim yönünden değerlendirmek biraz lükse kaçabilir. Ama Pentagon, binlerce mısraı “içerik ve biçimleri” yönünden değerlendirmiş ve onları ulusal güvenliğe karşı “özel bir risk yaratıyor” diyerek kamuoyuna ulaşmasına engel olmak için elinden geleni yapmış. Tutukluların şiirleriyle esir kampından dışarıya şifrelenmiş mesajlar gönderilmesinden korkulduğundan yüzlerce şiire el konulmuş. Cenevre Sözleşmeleri’nin getirdiği haklar Guantanamo’dakilere de uygulandığında, şiirlerin durdukları yerden insanların yüreğiyle buluşma anı, şiddetli olacak gibi gözüküyor. Zira bir mahkumun tutuklanma öyküsü bile o anın görüntüsünü oluşturuyor. Suudi Arabistan’da büyümüş on dört yaşında bir Çadlı olarak Pakistan polisi tarafından tutuklanan Muhammed elGarani, göz altına alınıp işkenceden ölmek üzere olduğunu sandığı bir anda ABD gözetimine verileceğini öğrenir ve sevinir. Afganistan’ın Kandehar kentinde ABD gözetimindeyken de devam eder işkence. 2002’de Guantanamo Körfezi’ne nakledildiğinde ise ilk “düşman savaşçıları”ndan biri olacaktır. Halen orada olan Muhammed elGarani, uluslar arası hukuka aykırı olarak Guantanamo’da bulunan 30 kadar genç çocuğu temsil etmesi açısından da çarpıcı bir durum yaratıyor. Sana yemin üstüne yemin etseler/ Gene de kollamalısın kendini, Arapça bilmeyenlerin beldesinde/ Üç beş kuruş uğruna/ Sözlerini bozar onlar/ Okumaya gelmiştim memleketlerine/ Kötülükle tanıştım/ Silahlarını doğrulttular, çepeçevre sardılar camiyi/ Sanki savaş alanındaydılar/ …Çizmesiyle tekmeledi asker/ “Haddinizi bilin hepiniz” dedi/ Zindanın karanlığına saldılar bizi/ Acı soğuğa terk ettiler… ? Guantanamo’dan ŞiirlerMahpuslar Konuşuyor/ Hazırlayan: Marc Falkoff/ Şiir Çevirisi: Gündüz Vassaf/ Metin Çevirisi: Bilgin Adalı/ Yapı Kredi Yayınları, 2008/ 90 s. SAYFA 10 CUMHURİYET KİTAP SAYI 967 G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle