28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

...KISA KISA... ¥ Ë Deniz ILGAZ K itapları ve çevirileriyle av edebiyatımıza katkıda bulunmuş Derin Türkömer, bu kez bir kadın avcımızın anılarını derleyerek okurlarıyla buluşuyor. Türkiye’de ‘büyük usta avcı’ ödülünü almış olan işadamı ve yazar Türkömer, “Avcı Prenses Zeyneb Halim ile Sohbetler” adlı eserinde, Zeyneb Halim’in bizzat kendisinin anlattığı avcılık anıları ile donanmış yaşamöyküsünü sergiliyor. İki avcı, iki eski dost yıllar boyu buluşmalarında Zeyneb Hanım’ın Harem’deki evinin Sarayburnu’na bakan odasında sürdürdükleri sohbetlerde, “iki lafı üstüste koya koya” bu kitabın içeriğini oluşturan anıları yeniden canlandırıyorlar. Gençliğindeki renkli görüntüsünün, yaşı seksenin üzerindeyken dahi güzelliğine yansıyan Zeyneb Hanım, kendisinden oldukça genç Türkömer dostunun yolunu gözlemeye, “sohbetlerini demlemeye” tiryaki olmuştu. 1930’lu yıllarda avlanmaya başlayan Prenses Zeyneb Halim, Mısır hanedanına mensuptu ve tarih olmuş bir zaman diliminin yaşam tarzına birinci elden tanıktı. PAŞA TORUNU Mısır’ı uzun süre yöneten Osmanlı kökenli hanedanın kurucusu Kavalalı Mehmet Ali Paşa (17691849) Zeyneb Hanım’ın büyük büyük dedesiydi. 1915 yılında altı kız kardeşin en küçüğü olarak Bursa’da dünyaya gelmiş. Babası Prens Abbas Halim Paşa, annesi de Hidiv Mehmet Tevfik Paşa’nın kızı Prenses Hatice Tevfik Hanımefendi. Kısa süre Bursa valisi olarak görev yapan Prens Abbas Halim, İttihat ve Terakki dönemindeki Osmanlı hükümetinde Nafıa Nazırlığı (Bayındırlık Bakanlığı) yapmış. Aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun Sadrazamı olan Prens Sait Halim Paşa da Zeyneb Hanım’ın amcası. Çocukluğu ve genç kızlığı Mısır–İstanbul–Avrupa üçgeninde geçmiş. On sekiz yaşında başladığı avcılık serüveni kırküç mevsim aralıksız sürmüş. Uçara, özellikle ördek ve kaz avlarına meraklıymış. Ablası Prenses Tevfika hanımefendinin Avcı Prenses Zeyneb Halim ile Sohbetler Eniştesi Abbas Bey’in Ömerli yakınındaki Koçullu’da, Macaristan’ın köy evlerinden esinlenerek yaptırdığı bir av köşkü varmış. Zeyneb Hanım avlanmaya ilk burada başlamış. İlk ördeğini de Abbas Bey’in Beylikmandra’daki çiftliği civarında Riva Deresi boylarında vurmuş. Bunu İngiltere’de ‘grouse’ avları izlemiş. Bu avlar 1939 da İkinci Dünya Savaşı patlak verene kadar Cumberland yöresinde Burnhope Moors, Killhope Moors ve Timehead meralarında birkaç mevsim sürmüş. Sonra Angurya’ya bıldırcın; Koçullu, Alemdağ ve Bursa civarındaki Karacabey’e ördek, kaz ve çulluk için gitmeye başlamış. 1930 ve 40’ların Türkiye’sinde özellikle kış aylarında yeterli yol ve konaklama olanakları bulmak çok güçtü. Açık arazilerin, göllerin, bataklıkların fırtınasına, yağmuruna, karına göğüs gererek avlanan Prenses Zeyneb Halim avcılığın cefasını safa kılan bir tutkuyla bağlıydı bu merakına. “Avcı olmak sadece tüfeği alıp tetik çekmekten ibaret değildir” diyordu. Özellikle su kuşları hakkında geniş bilgiye sahipti. Kitaplar okur, araştırır, gittiği avları av defterlerine kaydederdi... Prenses’in anlattıklarından, av anılarının yanı sıra başka ilginç ve önemli tarihi ayrıntılar da ortaya çıkıyor. Yazar bu sohbetlerin yalnızca av anılarıyla sınırlı kalmadığını belirtiyor. Zeyneb Hanım’ın geniş sülalesine, ailesine ve yakın tarihimizdeki bazı olaylar hakkında yaşadıklarına, dinlemiş olduklarına ait anlatılarına da yer vermiş kitabında. 1931 yılından itibaren yazları Yakacık’ta arazisinde üzüm bağları ve kendi memba suyu olan büyük konaklarında oturmaya başlamışlar. Sonraları annesi konağı zamanın Maarif Vekili Hasan Âli Yücel’e, ciğerlerinde zafiyet olan çocuklar için kullanılması amacıyla hibe etmiş. Ne var ki civarda yaşayan köylüler, ‘veremlileri’ burada istemeyiz diye direnmişler. Bunun üzerine, kapısında ‘Hatice Abbas Halim’ yazılı bir plaket olan bu konak gençleri yetiştirme yurdu olarak kullanılmış. TÜRKÖMER’İN ÖZENİ Zeyneb Hanım’ın 1978 yılına kadar süren avlarının anılarını Derin Türkömer, onun üslubunu bozmadan, onun ağzından çıktığı biçimde kaleme almaya çalışmış, ona özgü deyimleri özellikle öne çıkarmış. “Sözün ruhu vardır” diyen Zeyneb Hanım’ın sözlerindeki ruhu böylece koruyabilmeyi başarmış. Türkömer, Prenses’in anlattıklarını ‘derin nehirlerin ağır ve gürültüsüz akışına’ benzetiyor; onun alçakgönüllülüğüne, anılarında en ince ayrıntılara inebilmesine, seçtiği güzel sözcüklerin zenginliğine hayran kaldığını belirtiyor. 2006’nın Ağustos ayında, ömrünün son birkaç yılını geçirdiği Anadolu Hisarı’ndaki evinde bir gün, Prenses Zeyneb Halim’in anılarına ölüm, son noktayı koydu. Zeynep Hanım, coşkuyla yaşadığı avcılığa günü gelince veda ettiği gibi yaşama da böylece veda etti. Ilgınların üzerinden geçen ördeklerin kanat sesleri, gün doğarken göllere yansıyan gizemli renkler, su kuşlarının ötüşleri, av dönüşlerinde ocak başı sohbetleri, birlikte avlandığı dostları, hepsi ve daha niceleri onun anıları arasında yerlerini almışlar. Bu anılar ne iyi ki Derin Türkömer’in kitabında ölümsüzleşiyor. ? Avcı Prenses Zeyneb Halim ile Sohbetler/ Derin Türkömer/ YKY/ 252 s. Türkiye’de ‘büyük usta avcı’ ödülünü almış olan işadamı ve yazar Derin Türkömer, “Avcı Prenses Zeyneb Halim ile Sohbetler” adlı eserinde, Zeyneb Halim’in bizzat kendisinin anlattığı avcılık anıları ile donanmış yaşamöyküsünü sergiliyor. eşi Abbas Celaloğlu ile avlanan Zeyneb Hanım, İngiltere’nin tanınmış silah ustalarına (Woodward, Churchill) özel olarak yaptırdıkları tüfeklerle kendilerine özgü bir üslup içinde avlanmışlar. Onların dostları ile yaptıkları avlara zamanın İstanbul avcıları arasında büyük hayranlık duyulurmuş. ¥ Yakın arkadaşı Maarsen onun günlüklerini gün ışığına kazandırmakla birçok güzelliği beraberinde getirmişti. Savaşın korkunçluğu, köktendinciliğin acımasızlığı, gencecik bedenlerin yakılması ile ortaya çıkmıştı. Kitabın yazarı bakın neler söylüyor: “Yaşamak zorunda bırakıldığımız onca baskının vermiş olduğu korku, bugün bile aklımdan silinmedi.” (s/111) Anne Frank o yıllarda neşeli, cana yakın, birçok konuya duyarlılıkla yaklaşan meraklı bir kızdır. Başta moda olmak üzere sinema, tiyatro, opera, edebiyat bütün yaşamını donatmaktadır. Her genç insan gibi karşı cinse ilgilidir. Bu konuda düşündüklerini söylemekten çekinmez hiç. Henüz on beş yaşlarında olan bir genç kızın kuşkusuz pembe düşleri olacaktır. Uğursuz bir ideoloji bu gencecik bedeni bir anda ateş çukuruna atıvermiştir. Savaş yıllarında yazarın kaleminden birçok bilgi öğreniyoruz: “Bu insanlarn birçoğunun açlık ödemi çektiğini, davul gibi şişmiş bacaklarından anlayabiliyordunuz. (…) Haftada birkaç kez yürüyerek, Alman askerlerinin okul çocukları için ayrılan artıklarından bir tabak yiyebilmek için Roelof Hart Meydanı’na gidiyorduk. (…) Savaşın bitmesine az bir süre kala, Amsterdam halkı için lale soğanı ve şeker pancarından başka yiyecek kalmamıştı.” (s/145) Anne Frank’ın yaşamı gerçekten de çok ilginçtir. Annesinin Paris’teki modacı dükkânına şık bayanlar girip çıkmaktadır. Ailenin çevresi saygın insanlardan oluşmaktadır. Her şey savaş başlayıncaya kadar devam eder CUMHURİYET KİTAP SAYI 967 ve sonra… Kocaman bir karanlık ailenin üstüne çöküverir. Anne Frank’ın bütün geleceği, düşleri, yaşamdan beklentileri bitiverir. Artık savaşın kanlı soluğunda mahzenlerde saklanmak, aç kalmak, sıçanlarla yaşamak zorundadır. Yine de yazmayı sürdürür. O karanlık günlerini tek aydınlatacak olan şey, yazmaktır. Bugün kulağa hoş gelen bu sözcük o günlerde bir genç kızı yaşama bağlayan biricik eylemdi. Günlüğüne notlar düşerek yaşama bağlanmaya Anne Frank çalıştı. Bir gün aydınlığı göreceğine inanıyordu. Ama olmadı… 06/06/1943 günü bir toplama kampına götürülür. İşte orada yaşamının en dayanılmaz acılarını tadacaktır… VE SAVAŞ... Maarsen, sadece günlüğe bağlı kalmaksızın o dönemin yaşam biçimini, sosyal ve politik yaşantısını da dile getiriyor. Kitabı elinizde mendille okumuyorsunuz: Her ne kadar gözyaşı varsa da, o dönemin birçok ayrıntısı gözlerinizin önüne geliyor. Yazarın annesi (1942 yılında) yeniden Katolikliğe dönüş yapar. Bu konuda güç olsa da gerekli formaliteyi tamamlar. Kitabın bu bölümleri de bir hayli ilginçtir. Yaşamını devam ettirmek ve çocuklarını korumak için din değiştirmek, ne denli tartışmaya açıktır. Anne kendi ailesini korumuş, onların yaşamlarını kurtarmıştır. En azından savaşın ne denli korkunç bir gerçek olduğunu görüyoruz. Kitabın içinde bir bölüm var ki buranın çok dikkatli okunması gerekiyor: “1938 yılında Lek Caddesi’nde, 1940 Eylül’ünden itibaren oturacağımız evin çok yakınında yeni bir sinagog açıldı. Ön cephesinde büyük İbranice harflerle şu özdeyiş yazıyordu (yazı bugün de aynı şekilde duruyor): “O zaman İsrail’in çocuklarıyla bir arada yaşayacağım ve onları asla terk etmeyeceğim.” (s/78) Maarsen’in daha çok kendi anıları arasında Anne Frank’la olan yakın arkadaşlığını anlatması, onunla yaşadığı olayları bizlerle paylaşması hüzün ve gözyaşı ile okunuyor. Bir kez daha anlıyoruz ki savaş, cehennemin bu dünyadaki adıdır…? Benim Adım Anne Frank/ Jacqueline van Maarsen/ Çev.: Burak Sengir/ Agora Kitaplığı, Mayıs 2008/ 206 s. SAYFA 19 Jacqueline van Maarsen
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle