Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Romanın kadını kadının romanı... K aç yüz bin roman varsa bugüne dek verimlenen dünya yazınında, en azından bir o kadar da kadın kahraman yaratıldığı düşünülebilir. Kimseler anımsamasa da roman evrenlerinde iyi kötü gezinen ya da yazınsal bağlamdaki gerçekliklerinden ötürü olanca güçleriyle yaşamayı sürdüren… Öyle ya da böyle yüz binlerce kadından söz ediyoruz demektir, bir dönem yaşamış olmakla birlikte artık yaşamayan ya da zamana karşı inatla direnip yaşamayı sürdüren… Kadından kadına küçük değişkeler gösteren kişiler ya da yan karakter konumunda alınabilecek kadınlar da hesaba katıldığında, dünya dağarındaki roman sayısını en azından birkaç kat aşan kadın kahraman yaratıldığı kestirilebilir kolayca… ne, kadınına, bireyine, kentine, sonuçta asıl sıdığı da söylenemez. Ne var ki yazınsal olarak içtenlikle kendine… açıdan 1950 kalkışmasının romanımızda Diyeceğim, bizim romanlarımızın kadınhiç mi hiç etki yaratmadığını, romancılarıları, genelde kendileri olarak var değildir. mızın bunu tınmadığını savlamak da kendiYa nasıl vardır? Yazarların kadınları olarak ni bilmezlik olur herhalde. vardırlar, yazarların gerçektenlik kavrayışınRomancılarımız, 1950’de büyük dönüşüdan pay aldıkları oranda da gerçeklik kazamün ipuçlarını görmüş,en azından sezmiş, nırlar… hele ileri görüşlüler, bu bağlamda yeni duŞöyle de denebilir: Bizim romanlarımızla rum çerçevesinde yakaladıkları kendilerini kadınlarımız, bir türlü roman olamamış andeğerlendirme fırsatından enikonu yararlatılarla soyutlayıma uğratılamadan, dönüşlanmış olmalı. Ancak bu kazanımlar, gerektürülemeden kalan kadın tipler olarak gelir li, kalıcı birikime dönüşmediği, yazınsal gekarşımıza, bu nedenle de yazınsal gerçeknetiğimize kazınmadığı için 1960 sonlarınlikten yoksun bir çerçeveye oturur… dan itibaren on yılı aşkın süre boyunca âdeta unutuldu, sonuçta daha önce gelinKADINLARIMIZIN ROMANLARI... miş düzeyin de gerisine düşüldü. Yaz romanları bağlamında TRT FM’deki Sorun, yeni yeni tartışma gündemine gi“Kitaplık” köşesinde tanıtımını yaptığım üç riyor kanımca. 1950’de yaşanan yoğun roman var masamda: Nedret Gürcan’ın İzbaskı, yazınımızın topluca kendi iç yasalarımir’de Üç Gün ve Bir Gece (Agora, 2007), na dönmesine, kendi iç dinamizmini masaRıfat Mertoğlu’nun Ağıtsız Kadınlar (İlya, ya yatırmasına yol açmış, sonuçta bu yazı2007), Özcan Karabulut’un Amida, Eğer nımıza, kuşkusuz öteki sanat dallarımıza da Sana Gelemezsem (Can, 2008) adlı yabüyük katkı sağlamıştı. pıtları. Buna benzer bir durum 1980 için de savBu yazarların, söz konusu romanlarınlanabilir. Yazınımız, tıpkı 1950’lerde görüldaki yaklaşımları, kadın karakterlerini yadüğünce, yeni kavrayış, bakışlar eşliğinde yeni, farklı bir yönseNedret Gürcan me göstermiştir denebilir. Bu, 1950’lerde, 1980’lerde toplumumuzun derin acılar yaşamadığı, toplumsal yarılmalarda bu acıların rolünün bulunmadığı, bu acıları kendilerine layık görenlerle toplumumuzun hesaplaşmasını tamamladığı anlamında alınmamalı. Ama yaşanan acılar bir yana bu iki gerici hareket, sanatı, kendi iç yasaları üzerinde görece düşünmeye yöneltmişse, Özcan Karabulut üstelik bu durum yarar sağlamışsa eğer, bunun sessizlikle karşılanmasının, görmezden gelinmesinin de doğru tutum olmayacağının altını çizmeye çalışıyorum şuracıkta. Bu çerçevede romanı, ailenin tarihi odağında, önceki yazarların deneyimlerden yararlanarak geliştirmeye girişmiş geçen yüzyıl romancılarımızın, yazınımıza kazandırdığı ivme bir ölçüde çarçur edilmiş, daha sonra cumhuriyete pılandırmaları, yaklaşımında yalınkatlığı aşamamış çok sabunlarda yuyıda yazar başlangıçtaki konumun da gerikardan bu sine düşmüştür. yana açımlaNe yazık ki 1950’ler, 80’lerde iç dinamaya çalıştımizmde yakalanan yükseliş de tam anlağım yazınsal mıyla kavranamamıştır. Bu nedenle gerek gerçeklik, bir 50, gerekse 80 sonrasında, estetik olarak altındaki robir geriye kayış yaşanmıştır. man gerçekli Rıfat Mertoğlu Kendi dengelerini kuramamış, dengeleri ği odağında üzerine oturamamış bir roman varlığının, karakterle tip yelpazesinde gidiş geyarattığı, yapılandırdığı bireyler açısından lişler sergilemesi, konuyu tüm canlılısorunlarla boğuşacağı da açıktır elbette. ğıyla deşebilmemize olanak sağlayaSonuçta romanlarımızdaki kahramanların cak görünüyor. birey olarak bu evrende yer alışları hep tarGürcan, Mertoğlu, Karabulut, gerek tışmalı olmuş; yer yer gözlenen evrenle roman tekniği ile biçemi gerekse rokahraman çatışmasına zaman zaman yaman evreni ile bunun yapılandırılması, zarların kendi aralarındaki çatışmalar da kahramanların yaratımı açısından farklı katılmıştır. romanlarla çıkıyorlar karşımıza. Ancak her Artık apaçık görülebiliyor; herkes kendi üç romancı da, kadın sorunsalı temelinde sandığına dönüyor romanda, kendi erkeği Ne var ki bunca kadın kahramanın kimi toplumbilimsel, ruhbilimsel ölçütler dikkate alındığında çeşitlilik yelpazesi altında sayı bakımından oldukça daralacağı, yoksullaşacağı açık. Çünkü yaratılan kadın kahramanlar, kimileyin güçlü karakterlere dönüşebilirken çoğunluk tiplemenin ötesine pek geçemiyor ne yazık ki! Bu durumda kadın kahramanların, genelde tipolojik karakter öngörüsüne bağlı yaratıldıkları, ancak sonuçta yazarların kişilik yapılarının yansıması bağlamında şekillendiği göz ardı edilmemeli! O halde, sanılanın tersine dünya romanında karakter olarak çok az roman kadını bulunduğunu gönülsüz de olsa kabul etmek zorundayız demek ki. Dünya yazınındaki roman kadınlarının veya kadın kahramanların az sayıda karakterle simgelenişi nasıl karşılanmalı bilmiyorum… Madame Bovary, Anna Karenina, Sonya vb. kuşaktan kuşağa geçip belleklere yerleşmiş, âdeta çakılıp kalmış kaç kadın karakter sayabilirsiniz dünya romanından? Bizde kaç kadın çıkar peki ünü yazarının da adını aşmış? Sözgelimi Çalıkuşu’nun Feride’si, yazarının adını da aşan yaşanırlıkla hâlâ varlığını sürdürebildiğine göre üzerinde sıkı sıkıya durulması gerekiyor bunun… Diyeceğim, kendimizi kandırarak romanlardaki kalburüstü her kadının, hemen canlanabileceğini, dış yaşamda varlığını koruyabileceğini, giderek unutulmazlaşacağını düşünmemeliyiz! ROMANLARIMIZIN KADINLARI... Düşünüş, algılayış, yaklaşım, anlak vb. bakımından çok gelişmiş yazarlarca kaleme alınıp verimlense de romanımızın kadın yaratmakta dişe dokunur gelişme gösterdiğini söyleyebilmek çok zor, hatta olanaksız. Romandaki kadınlarımız üzerine yapılmış çalışmaların yetersizliği de bunu konuşmaya gerek kalmayacak ölçüde gözler önüne seriyor. Burada romanımızın, şunca yılda, genel bir roman entelijansından pay alarak ya da bu entelijansın birikimiyle verimlendiği gibisinden bir sürecin yaşandığı da söylenemez henüz. Evet, ne yalan söylemeli, romanımız çok büyük bir gelişim gösteriyor. Ama cumhuriyetle birlikte, hele 1950’lerden başlayarak şiirde, öyküde, oyun yazarlığında, deneme, eleştiri edebiyatımızda ortaya çıkan büyük gelişmenin denklik içinde romanımıza yanSAYFA 20 kadın kahraman yaratmaya girişirken ilginç bir çakışma yansıtıyorlar yine de: yarattıkları kadın kahramanlarını karakter olarak yapılandırmaya girişirlerken sergiledikleri tutumlarında görece bir çakışmadan söz edilebilir bana göre. Gerçekten de Nedret Gürcan, Mehlika; Rıfat Mertoğlu, Hiva; Özcan Karabulut, DilşaAmida aracılığıyla birer roman kahramanı çıkarırken ortaya, kadınların romanlarını koymaya çabalıyor aslında. Çok ayrı, birbirinden farklı yapıtlar olduğu halde bu romanlar, yazarların, kadın kahramanlarını yapılandırırken örtüşen tutumlar sergilemesi şaşırtıcı gelmesin size… Hatta, ötesinde olağan sayılmalı bu. Ancak ben, yazarların kahramanları karşısında örtüştüğünü düşündüğüm tutumlarını sıralamak istiyorum yine de: 1.Yazarlar, her fırsatta kadın kahramanlarından yana olduklarını gösteriyor, bundan ötürü kahramanlarıyla aralarında anneyle bebekleri arasında yaşanan türden bir geçirgenliksınırsızlıkdolaysızlık yaşanıyor, 2.Kadınlar, kararlarını, ahlaksallık, güncel töresellik kıskacında bir yalıtılmışlık içinde, ancak şaşılacak ölçüde özgürlüğe sahip konumda alıyor, 3.Yazarlar kahramanlarının, karareylem arasındaki çatışıkçelişik tutumlarından ötürü, görece tragedik nitelik taşıyabileceği düşüncesinde olduğunu ele veriyor, 4.Yazarlar, kahramanlarının tragedik ölçeğe dayalı yaklaşımlarını kendilerine dayanak yaparak, bir açıdan tüm topluma baş eğdiren roman evrenleriyle kahramanlarının intiharında karar kılıyorlar. Konuyu, andığım romanlar odağında önümüzdeki haftalarda sürdürürken bunların birinde bir siyasal roman örneği olarak Özcan Karabulut’un Amida, Eğer Sana Gelemezsem adlı yapıtı üzerinde de duracağım ayrıca … EL ROMANLARI, EL KADINLARI... Bu yazıyı, geçen hafta değindiğim, ailenin tarihi ile romanın tarihi arasındaki ilişkileniş odağında almak gerekiyor. Yukarıda örneklediğim üç roman da, aileler bir tarih oluşturacak ölçüde, üstelik üzeri örtük bile olsa bunu kadının tarihi bağlamında çıkarıyor karşımıza. Öyleyse yazarlarımız, roman sanatının, yapıtta kadın bireyin yeri, işleviyle değer kazandığının bilincinde. Buna göre roman verimliyorlar da denebilir hatta. Ama asıl sorun Mehlika, Hiva, DilşaAmida, romanda birer kadın birey, kahraman olarak ne kadar karakter? Öyleyse vargıya ulaşabiliriz artık: Roman dediğimiz yazansal yapıt, asıl olarak kadın kahramanların karakter oluşuyla değer kazanıyor… Peki bu açıdan bakıldığında, bizdeki romanların kadınları ile kadınların romanlarının her zaman örtüştüğü söylenebilir mi? Buna evet diyebilmek zor görünüyor. Yukarıdaki soruya evet diyemediğimiz için, aile kadar kadın bireyimiz de romanın içinde bir yazınsal gerçeklik olarak değil, yaşamsal gerçekliğin izdüşümleri, silik kopyaları halinde yer alıyor ne yazık ki… O zaman “el”leşip yabancılaşıyor roman da, kadın da… Romanımızdaki işte bu “el kalma” bağlamından uzaklaşılması, bu yabancılaşmanın önüne geçilmesi gerekiyor kesinlikle… Kadın kahraman, karakter olarak belirginleşecekse salt anlamda o romanda yaşayabilmeli, o romanı da yaşatabilmeli elbette. Bunun için de yazarın kendi yaşama alanından çıkarak, kendisi için kadın olan kahramanın yer aldığı kendisi için romana dönüşmeli yapıt. Konuyu önümüzdeki haftalarda farklı yaklaşımlarla sürdüreceğim yine. Ama başka romanlar da, böyle karşılaştırıcı ya da koşutlayıcı ölçütler dikkate alınarak değerlendirilebilse keşke… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 967