27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ ra bölge, daha sonra kent tasarımı, en sonra da mimarlık... Her şeye karşın, ülkemizde mimarlığın saygın bir “alan” olduğunda kuşku yok. Sizce bu saygınlık, mimarlık sanatıyla mı, yoksa mimarlık mesleğiyle mi ilgilidir? “Meslek” sözcüğünü para getiren uğraş anlamında kullanıyorum... Ülkenin mimarlığı bütün geçmişiyle değerlendirilir. Mimarlığımız geçmişiyle “sanat” olarak saygındır. Bugün de geleneğe (bugüne gelebilmiş, çağdaş olana) çağdaşlıkla eklenebilenler var. Bu sorularımla, doğrudan mimarlarımızı karalamak gibi bir amacım yok. Örneğin ressamların, ozanların, müzisyenlerin, vb. mimarlığı seçen insanlardan daha “ahlaklı” olduğu söylenemez elbette. Olay sanırım biraz da mimarın yeterince “özgür” olmamasından kaynaklanıyor: Çünkü tasarımını gerçekleştirdiği yapının müşterisi, konumu, boyutları, yasalar, yerel yönetimler, koruma güçlükleri, vb. onun yaratım ilkesini ve istencini aşan dış etkenlerdir. Kısacası yararcı yanıyla mimarlık, en çok ihanete uğrayan bir sanat gibi görünüyor. Acaba, bu alandaki yozlaşmanın tek nedeni dış etkenler midir? Sorunuz yanıtı içeriyor. Mimar, “Ben yapmasam başkası yapacak” sözünün ardına saklanamaz. Mimar kendi yaptığıyla etiğe saygılı ya da değildir. Bu onun kişisel sorunudur. KUSURSUZ YAPI... Mimarlık yaşamınızda, tasarımınızdan çıkmış ve “İşte ben böyle tasarlamıştım” diyebildiğiniz yapı(t)larınız var mıdır? Daha doğrusu, böyle bir sonuç genelde olanaklı mıdır? Niçin? Var... Böyle bir sonuç elbette olanaklı. Mimar işvereni seçmesini bilirse... Belki garip karşılayacaksınız, ama aynı soruyu şiir sanatınız için de sorsam? Ama tersinden… Örneğin şiirlerinizin (de) size ihanet ettiği oluyor mu? Şiirlerim yaşamımla tam tamıyla çakışır. Şiirlerim bana hiç “ihanet” etmediler. Daha doğrusu ben onlara hiç “ihanet” etmedim. Mimarlığımda da, şiirimde de hiç yalan söylemedim. Şiirlerinizi de, mimari yapılar gibi, tasarımlar üstüne mi kuruyorsunuz? Yoksa şiiriniz bitince, tasarımını da bitirmiş mi oluyorsunuz? Kısacası iki değişik alandaki üretim serüveninizi biraz açıklar mısınız? Önce şunu söylemeliyim: Şiir de, mimarlık da var olanlarla, bilinenlerle, daha önce var olmayanı yaratmak... Belki bu nedenle, benim için bir ayrımları yok... Mimarlık tasarımlarım üzerinde de, şiirlerim üzerinde de çok çalışırım. Becerebildiğimce, elimden geldiğince kusursuz bir yapı olmalıdır ortaya çıkan. En azla en çoğa ulaşmaya çalışırım. (Kimileri tutumsal derler bu davranışıma. Öyleyimdir...) Öğündüğüm dilim de, mimarlığımızın geçmişi de (yakın günlere dek), halkça olan da buna uygundur... Mimarlığımla üretirken, en sıkışık anlarında bile, şiir başlamışsa her şey durur. Şiir eskiz olarak çıkar ortaya... Sonra en az aylarca sürer onun üzerinde çalışma... Kimi kez o kendi yolunu çizer, beni de alır götürür... Şiire verdiğim sürez (zaman) yalnız onundur... Kimseden de alınmamıştır... (Ya da çalınmamıştır.) Mimarlık gibi bir “serbest meslek” buna en uygunudur. Örneğin “memur” olsaydım, görevli olduğum yere vermem gereken sürezden, bunu ödeyenlerden, şiir sürezini çalmak zorunda kalacaktım. Göstergebilimciler mimarlığı bir “plastik anlatım sanatı” ve dolayısıyla bir “dil” olarak kabul ediliyorlar. Sizce CUMHURİYET KİTAP SAYI 967 mimarlık nasıl bir dildir? Onu daha çok hangi sanat diline yakın görüyorsunuz? Önceden belirlenmiş biçimle bağımlı olmayan bir dildir mimarlık da, şiir de... Önceki yanıtlarımdan da anlaşılacağı gibi en çok birbirlerine benzerler. Akdeniz Üniversitesi yerleşkesi içindeki Olbia Çarşısı büyük ilgi çeken tasarımlarınızdan birisi. Bununla 2001 yılında Ağa Han Ödülü’nü de kazandınız. Küçük çaplı bir kent mimarisi sunan bu yapıtınızın beni en çok ilgilendiren yanı, mimarlık ile şiiri birleştirmiş görünmeniz. En azından ben öyle algılıyorum. İlk gezdiğimde düşlemsel (fantastik) ve şiirsel görünümüne büyülenmiştim. Üç yıla yakın bir süredir de hemen her gün içinden geçiyor ve aynı izlenimi yaşıyorum: Dükkânlar zincirinin oluşturduğu dalgalı ve bakışık düzen, aralarından geçen su yolunun yapısı, ışıklandırma biçimi, taş duvarlarla sergilenen yalınç ama sıcak görünüm, vb., şiirin eşdeğerlikler dizgesini çağrıştıracak denli büyük bir uyum ortaya koyuyor. Tam anlamında bir “küçük esnaf çarşısı” olarak kullanılmasına karşın, yarattığınız sanatsal bütünlük, işlevsel ayrıntılarını, içindeki insanlarla birlikte, birer sanatsal kurucu öğeye dönüştürmüş. Söz yerindeyse sanat nesnesiyle insanı birbirine yedirmişsiniz. Sorum şu: Bir ozan olmasaydınız, aynı yapıtı ortaya koyabilir miydiniz? Yani sizi sıra dışı bir mimar yapan şey, ozanlığınız mıdır? Olbia’nın sizin gibi algılanması beni sevindiriyor. Söyledikleriniz değerli benim için... Sağ olun, var olun... Sedat H. Eldem(6) büyüğümüz, “Biz bir fidan dikeriz, bakan eden olursa ağaç olur” derdi. Umarım bakılır da söylediğiniz nitelikler, çirkinliklerle gölgelenmez... Şiirimin sağlam bir yapısı olduğunu söylerdi Tahsin Saraç. Taşıyanı, taşınanı belli, açıkça okunur yapısı... Mimarlığım da böyledir... (Mimarlığın da bir şiiri var bana göre, doğal olarak.) Bu yapı biçime, şuna buna değil insana, insan sevgisine odaklı olmalı inanışıma göre. Buna ulaşmaya şiirin, şiir duyarlığımın yardım etmemesi başarısızlık olurdu... Sayın Bektaş, bu söyleşiyi mimarlıktan çok şiir adına yapmak istedim. Bütün sanatların özünde şiir yatar diye dü bir sanat başyapıtı. Köy de olabilir. Mimarı Cengiz Bektaş. “insani boyutları ve genellikle üniversitelerde görülen alışıldık birçok mimari öğeyi, yerel yapı malzemeleriyle (falez taşları ve ahşap) yaratıcı bir şekilde bütünleştirmesi nedeniyle, 2001 yılında dünyaca ünlü ‘Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanmıştır.” Sayın Bektaş’ın dilinden konuşursak: Olbia Ekin Özeği çok sıcak bir insan ortamı sunuyor. Oraya uğrayan öğrenci ve çalışanlara ayrıcalıklı ve özel olmanın kıvancını duyumsatan bir yerleşme. Olbia’nın “halkı”, her türlü gereksinmesini karşılayabileceği bir iş, eğlence ve ekin ortamında duyumsar kendini: “Marketler, kahve ve lokantalar, kırtasiye, banka, değişik bankaların bankamatikleri, bilardo salonları, hediyelik eşya ve giyim mağazaları, berber dükkânları; 1500 kişilik anfi tiyatro, 250’şer kişilik 2 ayrı ekinsel ve bilimsel etkinlik salonu, sanat galerisi ve el sanatları işliği gibi birçok noktada öğrencilere ve çalışanlara hizmet vermektedir.”(8) … Hayır, hayır; bana göre bu değil Olbia Çarşısı, çünkü onu tam olarak anlatamadım: Nasıl anlatabilirim ki bir sanat yapıtını? Örneğin bir resim tablosunu nasıl anlatırsınız göstermeden? Olbia’yı da gerçek değeriyle algılayabilmek için gezmek, görmek, yaşamak gerek. Bir şiiri nasıl duyumsarsınız kendiniz okumadan?… Hiçbir sanat ürünü anlatılamaz aslında: Görülür, izlenir, yaşanır. Bunun için ne eleştirmen ne de rehber gerekir. ? (1) “Sürez” Cengiz Bektaş’tan aldığım bir sözcük: “Zaman” anlamında… (2) Şiirin Ortak Paydası 2: Kuram ve Çözümlemeler. (3) Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2008, İstanbul (Edinmek isteyen okurlar için bir açıklama: Kitabevi/Satış Mağazası: Arkeopera Yeniçarşı Cad. No: 16/A, Galatasaray – İstanbul). (4) Nitelikli iş karşılığı nitelikli ücretten çok, sürüm kazancından söz ediyorum burada. (5) Onların arasında da piyasa koşullarına uyanlar çıkabiliyor. Örneğin, bir tiyatro sanatçısının televizyon sunuculuğuna kalkışması; bir opera sanatçısının, operayı sözde geniş kitlelere sevdireceğim diye, sesini “demagojik” dönüştürmelerle pazarlaması; bir ozanın şiirlerini, “şiir dinletisi”ne indirgeyerek yozlaştırması; bir yazarın dünyada ilgi çekmek için kendi yurduna saldırması, vb. sanat adına hiç de azımsanacak ödünler değildir. (6) Sedat Hakkı Eldem, 19081988 yılları arasında yaşamış gerçek bir ekin ve sanat insanımız. Osmanlı döneminden de esinlenmiş, Cumhuriyet devrimlerine uyum sağlamış ve bu iki etki kaynağını üretken bir bireşime dönüştürmüştür. Yurtiçi ve yurtdışı sanat kurumlarında öğrenim görmüş, 1934–1978 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nde gerçekleştirdiği öğretim üyeliği sırasında yapı, mimari tasarım, rölöve–onarım, vb. konularında dersler vermiştir. Ülkemizin, aralarında “Gayri Menkul Eski Eserler” ve “Anıtlar Kurulu”nun da yer aldığı birçok kurum ve sanat ortamlarında büyük yararlıklar göstermiştir (Özgeçmiş kaynaklarından, M.Y.). (7) Üniversite’deki resmi adı “Olbia Kültür Merkezi” ama herkes oraya “Olbia Çarşısı” diyor. Doğrusu bu “özek”, her ikisinin de özelliğini taşımaktadır. (8) Üniversite kaynaklarından alıntılarla karışık bir betimleme. şünmüşümdür hep. Bilmiyorum siz de aynı kanıda mısınız? Eski Yunanlılar, ozanlık gücüyle yaratılan her şey için “poiêsis” derlermiş. Özellikle de tiyatro için… Bugün de aynı anlayış geçerli olabilir mi sizce? Sizin gibi düşünüyorum... Elbette bütün sanatların özünde şiir yatar... Michel Angelo ozandı da... Le Corbusier de, bir dostunca ozan olarak nitelendirilmişti. Bir mimar dostun incelemelerine göre Ömer Hayyam da mimardı. Bunları bir kanıt olarak söylemiyorum. Benim yaşamımdan bildiğim, şiiri olmayanın değersizliği... Bu her sürez için geçerli olacak... OLBİA ÇARŞISI: Antalya Akdeniz Üniversitesi yerleşkesi içinde çok değişik ve ilginç bir “çarşı” var, adı OLBİA ÇARŞISI.(7) Bütünsel olarak bir kent mimarlığı özeti, Antalya Akdeniz Üniversitesi yerleşkesi içinde çok değişik ve ilginç bir çarşı ‘Olbia Çarşısı’. Mimarı Cengiz Bektaş. SAYFA 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle