Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Arslan Kaynardağ’ın anısına... rekecek: Bu kitap için gelen yazıların içerikleri, nitelikleri, ne tür yazı oldukları; anı mı, inceleme mi, deneme mi yoksa bir başka tür mü olduklarına bakmak gerek. Yazıları kitaba koyarken hangi düzen içinde sıralama yapılacak örneğin? Yaş sırası mı izlenecek, yoksa alfabetik bir sıraya göre mi dizilecek bütün yazılar? Bunun yanında bir diğer önemli konu, kitabın sunu yazısı. Biliyorsun sunu yazıları önemlidir bir kitap için. Kitabın içeriği hakkında kısa, öz ve bütününü okuyucuya kavratıcı olmalı. Hangi yayınevinden çıkacak örneğin? Bu da önemli bir konu. Ayrıca dizgi yanlışlarına da dikkat etmek gerekir. Mümkün olduğunca yanlışsız çıkmalı. Hatta senin dışında birkaç kişinin de çıktıları gözden geçirmesinde büyük yararlar vardır. Bir başka önemli konu da kitap kapağı. Bana soracak olursan çok yalın olmalı kapak. Fazla abartmaya gerek yok. Zaten Vedat Bey de abartmalardan pek hoşlanmazdı. Kendi halinde yaşamayı daha çok sevdiğinden, onun bu yanının vurgulandığı ve öne çıkarıldığı bir kapak tasarlamalı. Şimdilik aklımda olanlar bunlar. Aklıma başka düşünceler gelirse telefon açar söylerim…” KÜLTÜRÜN SEVGİLİ ÖĞRETMENİ Onunla aynı çağda yaşamış olmamı(zı)n önemi çok büyük bu anlamda. Çağdaşı olarak benim (her ne kadar onun anıtlaşmış yaşamı karşısında yaşım küçük olsa da, o, kendisinden küçükleri de çağdaşı sayar) kendisiyle aynı değerler çevresinde buluşup düşünce ve duygu birlikteliğinde oluşum/oluşumuz, yaşama bakışımı da etkilemiştir. Dostluğunu kazanmış olmak, bu dostluk çerçevesinde geliştirdiğimiz ilişkilerimizi, ortaklaşa yaptığımız kimi küçük çalışmalarla daha da perçinledik. Benim açımdan çok önemli gelişmedir bu. Şu da önemlidir diye düşünüyorum: Arslan Kaynardağ ve kuşağının içinde var oldukları, yazıları ve yapıtlarıyla uyarıcılıklarını, yol göstericiliklerini sürdürdükleri her dönemde, inandığımız değerlerin korunup savunulması daha da bir kolaylaşıyor. Aydınlanma tarihimizin ateş yakıcılarından olan, insancı bilgemiz, kültürün sevgili öğretmeni ve bizim sevgili öğretmenimiz Arslan Kaynardağ’a merhaba dediğim bu yazımı, daha önceleri okumuş olmasını bir teselli armağanı olarak düşünmek bile, derin bir hüzün yaşatıyor. Onun yaşadığını bilmek güven veriyordu bana. Yaşamıyla örtüşen kişiliğini çok arayacağım. Enver Gökçe’nin dediği gibi: “Nasıl yaşıyorsa öyle düşünür insan.” Arslan Kaynardağ, yaşadığı gibi söyleyen, söylediği gibi yaşayan insancı bir bilgemizdi. Onu ne zaman düşünsem, bir bilgenin söyledikleri düşüyor önüme yol gösterici olarak: “Filozofların aydınlatamadığı toplumu, şarlatanlar aldatır.” Aldatan şarlatanların, Atatürk’le, cumhuriyetle tarihten bu yana bir türlü içlerine sindiremedikleri kuyruk acılarının, intikam savaşlarını yaşıyoruz bugün. Ve biz böyle süklüm püklüm, darmadağınık, paramparça, çil yavrusu gibi ortalık yerlerde ve de orta malı olduğumuz sürece, şarlatanlar bu savaşı mutlak kazanmak niyetindeler. Kültürün devrimcisi, düşünürü, öğretmeni, aydını, sanatçısı, yazarı ve felsefecisi değerli öğretmenim Arslan Kaynardağ’a buradan saygı ve sevgilerimi gönderiyorum. İyi ki sizinle aynı çağı yaşamış ve aynı değerler çevresinde, Atatürkçü düşüncenin ışığı altında buluşmuşum. Sizi tanımasaydım yaşamımdaki yeriniz sessiz, ıssız ve kimsesiz kalacaktı. Şimdi dolu… Cemal Süreya, “Her ölüm erken ölümdür” demişti bir şiirinde. Fransız yazınının usta kalemi Varoluşçu Sartre da, bugünleri düşünmüş olmalı şu sözü ederken: “Bir insan onu tanıyan son insan öldüğünde ölür.” Arslan Kaynardağ, geride bıraktıklarıyla sonsuza kadar yaşayacak aydınlık dolu bir düşünürümüz. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 960 Ë Ali Ekber ATAŞ O bizim Prometemiz... O bizim Prometemiz, benim de Arslan Kaynardağ’ım… Evet “benim de” diyorum, çünkü o kadar yakınımda(ydı) ki, o kadar insancı ve o kadar dost(tu) ki, onun bu yakınlığını ancak böyle dile getirebiliyorum. sel yaşamdır bu) savuna gelmesi, onu, yaşadığı dönemin iyi bir tanığı yapmıştır. Bu özelliğinin yanında, aydınlanmacıhümanist kişiliği, şairliği, düşünürlüğü ve düşünce tarihimize kazandırdığı yapıtlarıyla Arslan Kaynardağ, aydınlama tarihimizin de çok önemli düşünürlerinden biridir. AYDINLANMACI FELSEFE... Özellikle adından söz etmeden geçemiyeceğim üç yapıtı, yalnızca benim için değil, tüm felsefecilerle birlikte, Atatürk Aydınlanmacılığını bilinçle özümsemiş herkesin başucu kitaplarıdır kanımca: “Felsefecilerle Söyleşiler” (Elif Yayınevi), Türkiye Felsefe Kurumu tarafından yayımlanan “Kadın Felsefecilerimiz (İnceleme ve Antoloji)”, ve “Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Felsefe” adlı yapıtıdır. Bu yapıtı ise Kültür Bakanlığı Cumhuriyet Kitaplığı’nca 2002 yılında 5000 adet olarak basılmıştır. Bu üç yapıtta, aynı zamanda Cumhuriyet tarihimizde, Aydınlanmacı Türk Felsefesi’nin nereden nereye geldiğinin ayrıntılı bir tarihini sunmaktadır bize, değerli öğretmenimiz. Ben bir felsefe sever olarak öğretmenimizin, diğer yapıtlarından olduğu gibi çok önemsediğim bu üç yapıtından da oldukça beslendim. Diyebilirim ki, lisede başlayıp üniversitede ders öğretmenim Prof. Dr. İsmail Tunalı ile perçinlenen fel umhuriyet’le aynı yılda doğmuş, cumhuriyetle büyümüş, çok değerli öğretmenim Arslan Kaynardağ’a bundan daha büyük bir ödül olabilir mi? Aydınlanma tarihimize, düşün dünyamıza, tek kitabıyla da olsa şiirimize, toplumsalcı anlayışıyla eklemlediği insancı duyarlıklarıyla şiir evrenimizi güzellemesine, bütün yaşamınca sergilediği aydınlanmacıhümanist kişiliğine bundan daha çok yakışan ve onun yaşamını anlamlandıran bir doğum günü olamaz(dı) diye düşünüyorum. Kendisi de bu görüşümü doğrularcasına şöyle diyor bir konuşmasında; imrenilesi incelik dolu bir duyarlıkla: “…1923’te doğmuşum. Doğum tarihimi daha önceki tarihlerden hiçbiriyle değiştirmek istemem. Cumhuriyetle aynı yaşta olmak beni sevindiriyor. Yani, padişahsız bir Türkiye’de doğan ilk çocuklardan biriyim. Bunun elbette anlamı olmalı...” demektedir. Bir tarihsellikle baş başa ve de tarihsel bir kişilikle karşı karşıya olduğumuz kesin. Bunu bize duyumsatan, bir konuşmasından alıntıladığım yukarıdaki o kısacık bölüm, bir bakıma ve de her anlamda, Arslan Kaynardağ’ın yaşamının özetidir de aslında. Bir aydının, çağa hazır bir aydının çocuğudur öğretmenimiz. Bakın ne diyor: “…Uygarlığa hayrandı babam, çağdaşlaşmaya açık bir aydındı…” Fransız Devrimi’ni çok iyi bildiği, bir yandan da, Cevdet Paşa’nın, Mizancı Murat’ın tarihlerini, Ziya Paşa’nın, Namık Kemal’in şiirlerini; öte yandan Rousseau’yu, Victor Higo’yu okurmuş. Bütün isteği, baskıların olmadığı, halkın halk tarafından yönetildiği bir anlayışın egemen olduğu bir coğrafyada yaşamaktır. Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine çıkartan Atatürk Devrimlerinin hız kesmediği bir dönemi yaşamış olmasının yanında, 20. yüzyılın dönüm noktası diye bildiğimiz olaylar da onun yaşamına yön veren olaylardır. Cumhuriyetin özünü çok iyi kavramıştır öğretmenimiz. Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü de aynı bilinçle özümsemesi ve bunu bütün yaşamınca (doğaldır ki düşün C sefeye ilgim, Arslan Kaynardağ’la daha da artarak gelişmiştir. Onun düşün sofralarının konuğu oldunuz mu bilmiyorum, ama ben tamı tamına 56 dakika telefon sohbetinde bulundum. Hem de arayan oydu. Ne için biliyor musunuz, “Vedat Günyol’a Armağan 100’e 5 Vardı” kitabıma hazırladığım sunu yazısını kendisine göndermiştim, okuması ve gözden geçirmesi için. Okumuş. Notlar düşmüş altına. Eve geldim, çalıyor telefonum, hem de ısrarlı, açtım. Karşımda Arslan Kaynardağ öğretmenim. Düzeltilecek yerler için düştüğü notları yazdırmaya başlıyor. 5 dakika..., 10 dk…, 15 dk…, 25 dk… Hiç durmadan devam ediyoruz. Arada devreye girip çıkarılması gereken yerler üstüne tuttuğu notları okuyor, ben de elimdeki metne ekliyorum. 35 dakika oldu. Bir yandan da saatimi kontrol ediyorum. Büyük bir sabır ve incelikle okumalarımı dinliyor. Müdahale etmesi gereken yerlerde “Dur arkadaş! Şu okuduğun paragrafı yeniden bir oku” diye de uyarılarda bulunuyor. 45 dakika oldu. 46…, 47…, 48…, 49…, 50…, 51… Tamı tamına 56 dakika, telefonda ben okuyorum o dinleyip, düzeltilmesi gereken yerler üstünde duruyor. Teşekkür ettim. Telefonu, sunu yazısının düzeltilmiş son çıktısından kendisine göndermemi söyleyip iyi akşamlar dileğiyle birlikte, eşime ve çocuklarıma selam söyleyip kapatıyor. Şu sözlerini iyice anımsıyorum: “Senin bu yaptığın çok önemli bir iş. Öncelikle seni kutlarım. Türkiye’mizde bu türden çalışmalar sık olmasa da yapıla gelmektedir. Tabii senin böyle bir şeyi tek başına üstlenmiş olman ve bunu tek başına sürdürüyor olmanın zorluklarını çok iyi bildiğimden, bu işler öyle zorlamayla olabilecek işler değil. İnsanın gönül vermiş olması kadar, bu işi sevmesi, sabırla, bıkmadan, usanmadan çalışması da çok önemlidir. Ben, bu çalışmanın altından başarıyla kalkacağından eminim. Güzel bir armağan kitap olacak bu. Ama şuna dikkat etmek ge SAYFA 6