27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA Tarık Dursun K.’dan ‘Kaş Kaş Üstüne Taş Taş Üstüne’ “Her şey bir çizgi ile başladı. İnsanlık o çizginin peşinde olağanüstü şeyler başardı. Estetik duygusu yaratıcılığı çoğalttı. Çizgi en afili, en doğal enstrümandı. Çok da iyi iş gördü. Çizgi eğildi, büküldü, yuvarlandı, kıvrıldı… Simgeleşti… Çağdan çağa daha güzelini aradı… Doğa en büyük esin kaynağıydı. Yaşamlara giderek hükmetmeye başlayan akıl ve yaratıcılıkla özellikle bir dönem el ele inanılmaz eserlere, olaylara, olgulara imza attı insanlık. Tanrılar da çizgiden paylarını aldılar. Ve tanrıçalar da.. Hatta en önce tanrıçalardı topraktan yoğrulan… Çizginin peşinde bildik evvel zaman insanlarının ne hissettiğini, neye inandığını, neden korktuğunu… Heyecanlarını duyumsadık, dillerini konuştuk… Nesilden nesile kimi yorumsal farklılıklara uğrasa da o simge deniziyle anlaştı, inandı, yarattı, yüceltti, yaşam ve hüküm sürdü insanlık… Bugün bile çoğumuz aynı simgeleri kullanmıyor muyuz? Çevrenize şöyle dikkatlice bir bakın ve bilin ki gördüğünüz/göreceğiniz o simgeler binlerce yıl önce de vardı.” cümleleriyle başlamıştı Gamze Akdemir, GürolZeynep Sözen ikilisiyle yaptığı söyleşiye ama burada kullanıyorum Gamze’nin söylediklerini. Sergiyi izleyip kitabı edinirseniz büyük kazanımlarınız olacak gerçekten. Bol kitaplı günler… Kent kültürü üzerine denemeler bir kent kültürü üzerine yazılmış denemeler toplamı. Fakat ondan da çok, “İzmir’i yazma”nın, “âşık olunan bir kent hakkında övgüler düzme”nin kitabı… Hani tadına doyamadığınız bir besin maddesini ağzınızın içinde ısrarla dolandırır, dilinizin üstünde inatla ezer ve suyunu gıdım gıdım emersiniz ya, tıpkı bunun gibi! Tarık Dursun K. da doyulmaz (ve doyurulmaz) bir şehvetle İzmir demektedir. İzmir dedikçe çocukluğuna, Alireis mahallesinin o çıkmaz sokağındaki iki odalı, taraçalı evine gitmektedir: “Siz de zaman zaman istemez misiniz çocukluğunuza dönmeyi? Ben isterim. Hem çocukluğuma, hem çocukluğumun İzmir’ine. İzmir’de doğdum, İzmir’de büyüdüm. Eski İzmir’i avucumun içi gibi bilirim…” Evet ama dönmek mümkün müdür o eski İzmir’e? Mümkün olmadığını bilir elbet. Tıpkı şairin dediği gibi: “Kırık melek heykelleri / çocukluğun, ne yapsa dönemez artık / koparıldığı o saf mermere” (V.B. Bayrıl) Zaten bu yüzden önsöz iki sözcükle biter: “İzmir, Ah!..” Bu ah öyle bir ah’tır ki, Alireis mahallesinden çıkar, Kemeraltı’nın dar sokaklarından geçer, Asrî Sinemasının yanından kıvrılarak Damlacık’a, Topaltı’na ordan da Kadifekale’ye varır. Ama ilk önce Havra Sokağındaki Yasef ustanın meyhanesinde bir kupa şarap içerek… Kimler vardır bu serüvende? Muhtar Kemal, Ziya Metin, (ölüm haberini az önce aldığım) Şuayip hoca, Faruk ağbi, Esat Balım, Bucalı Hasan Göksu, “taşralı şair” Nedret Gürcan ve elbet ekmek parası kazanmak için otobüs biletçiliğinden sinema gişelerinde memurluğa kadar her işi yapan yazarımız Tarık Dursun K… “Biz hep yalnız bırakılmış bir kuşaktık, hep yalnız yaşadık, yalnız büyüdük; kimimiz ıssız otel odalarında yalnız öldük. Tek kusurumuz, kısmetimizin kapalı olmasıydı”. Bir yandan böyle şikâyet ederken öte yandan çocukluk ve ilkgençlik yıllarındaki o barışçıl havayı özler: “Benim çocukluğumla ilkgençlik yıllarım burada, İkiçeşmelik’te geçti. Komşularımız genelde Yahudi aileleriydi. İzmir yerlilerinin pek sevdikleri ‘sakız ev’ diye andıkları, iki katlı, yazın serin, kışın da sıcak evler yerine, Yahudi komşularımız ‘aileevleri’nde oturmayı yeğ tutarlardı. Ne demek ‘aileevi’? İzmir’e özgüdür bu. İçlerinden en ünlüleri ‘Rızabey Aileevi’ idi. (Bugün yerinde yeller esiyor tabii, yok, ne yazık) Kıt kanaat geçinerek kendi halinde yaşayan Yahudiler (kızken her biri dünyalar kadar güzel, fakat evlendiklerinin daha birinci yılına basmadan birden açıp insanı şaşırtan sarmaşık gülleri gibi yine birden etlenip butlanarak, memelerini sarkıtıp gözlerinin ferini de kaçıraraktan) bu aileevlerinde Türklerle beraber Rumeli göçmenleriyle (boyları boy ve upuzun, tenleri süt beyazı ve saçları anadan doğma sarışın Arnavut, Boşnak, Makedon ve Selanik göçmenleri) hep bir arada ve hırsız gürsüz yaşayıp giderlerdi.” “Sorarım Ben O Yokuşlara” başlıklı denemesi, yalnız İzmirlilerin değil, İzmir’e bir biçimde yolu düşmüş, kentte bir süre de olsa eğleşmiş herkesin canını acıtacak bir soruyla biter: “O yokuşların üstündeki eski gökyüzü, değişti mi, değişmedi mi?” Tarık Dursun K. yalnızca çocukluğunun ve ilkgençliğinin değil, çok daha eskilerin İzmir’ine de sahip çıkar. Tepecik, onun için hiçbir zaman Yenişehir, Kızılçullu da hiçbir zaman Şirinyer olmamıştır. Yazar ailecek İzmir’in Karşıyaka’sından ve hatta Bostanlıköy’ündendir; on yıl kadar önce Bostanlı’da denize çıkan dere boyundaki uzun, bakımlı bir sokağa adı da verildi verilmesine ya, onun derdi başkadır: “Niçin değiştirirler o eski adları? Yeniden adlar verip yeniden sözde kimliklendirme kime ne kazandırır ki? Tepecik’in bunca yıllık adı niye değişsin? Kançeşme’nin, Kızılçullu’nun, Sinekli’nin adlarını değiştiriyoruz da ne oluyor sanki? Yer adları bir kentin kimliğini belirler. Özgürlüğünü de. O kentte yaşayan insanların, yerlilerinin niceliklerini ortaya koyar. İzmir’in eski yer, yöre adları iyimser, hoşgörülü adlardır. Yakışırdı. Yüzeysel toplumsal değişim bizi görgüsüz yaptı. Köklerimizden kopmayı bir değişim, bir yenilenme sanıyoruz.” İZMİR FOTOĞRAFLARI Kaş Kaş Üstüne Taş Taş Üstüne’de gazeteci Ozan Yayman’ın İzmir fotoğrafları var. Fotoğraflarla yazılar birbirlerini çok güzel ve anlamlı bir biçimde bütünlemiş; Gâvur İzmir Güzel İzmir’e (Dünya Kitapları) hoş bir göndermede bulunmuş. Tarık Dursun K.’nın sözcüklerinden, okuru daha bir derinden düşünmeye sevk eden tümcelerinden söz etmek istiyorum biraz da… Belki de ilk kez duyulan sözcükler bunlar: Sözgelimi, alanyari! İkindi alacası, kızkıran, karaçolar, hallenmek, süpye ve kuzucuk dalgaları… “Hepimiz hatıralar kadar uzun ve temizdik” diyen yazar, sık sık tütün mağazalarında çalışan emekçi genç kızları, hikâyelerinde de adları geçen Kerim’i, Galip’i, Cengiz Tuncer’i, sevgilileri Coya ve Ferihan’ı anar. Birlikte gidilen sinemalar, içilen gazozlar, Bahri Baba parkında bir süre oturup akşamın tülüne sarılmalar… Bugün artık hiçbiri kalmadı. Gerçi anılar yağmalanmaz, kırık bir testiden sızar durmadan ama Faruk Kakınç’ın ardından Şuayip hocanın da gözlerden gönüllere düşmesi karşısında söyler misiniz, 30’lu, 40’lı yılların sokak fenerlerini şafak sökmeden kalkıp kim söndürecek? Yasef ustanın meyhanesinin yerinde şimdi bir tavukçu var. Havra Sokağı gene peynir, dereotu, maydanoz ve helva kokmakta; çipuradan levreğe, sardalyeden barbuna her çeşit balık bulunmaktadır. Fakat nerde Sinço, nerde Hasan Göksu, nerde Ziya Metin, nerde İzmir radyosundan Mehmet Kasabalı fasılları? Kaş Kaş Üstüne Taş Taş Üstüne, İzmir’i bir daha İzmir eden, İzmirli olmanın içini dolduran ve birkaç kez okunması gereken gerçekten nitelikli bir kitap. İnsana “İşte, ustalık bu!” dedirten cinsten… ? Kaş Kaş Üstüne Taş Taş Üstüne hiç kuşkusuz bir kent kültürü üzerine yazılmış denemeler toplamı. Fakat ondan da çok, “İzmir’i yazma”nın, “âşık olunan bir kent hakkında övgüler düzme”nin kitabı… Ë Aydoğan YAVAŞLI alid Ziya Uşaklıgil, İzmir Hikâyeleri’nde (Özgür Yayınları) “İnsanın önünde aşılacak yol pek kısa kalınca, daha yaşanabilecek günlerin sayısı azala azala sona yaklaşınca geçmişi düşünerek gözlerin geriye doğru çevrilmesinde büyük bir haz duyuluyor; bu sayede hayat tersine, arkada kalmış bir dünyada uzatılmış oluyor” der. Der ve ekler: “Galiba bunun için olacak ki, genellikle yazarlar hayatlarının sonlarına doğru anılarını yazmakta zevk aramışlardır.” Tarık Dursun K. da Cumhuriyet Kitapları arasında çıkan Kaş Kaş Üstüne Taş Taş Üstüne adlı kitabında topladığı kent kültürü üstüne denemelerinde, tıpkı romanlarında ve hikâyelerinde yaptığı gibi yapıyor: Çocukluğunun İzmir’ine dönüyor. Çocukluğunun İzmir’ine bu kadar sıklıkla dönmesini yadırgayanlar olur diye önlemini de alıyor: “Geçmişte ne buluyoruz, bilmem. Oysa eskiyi, artık yeni olmaktan çıkıp yeniliğini çoktan yitirmiş bir eskiyi düşünmek, insanı yaşadığı bugününden uzaklaştırmaz bence.” Kaş Kaş Üstüne Taş Taş Üstüne hiç kuşkusuz H TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr Kaş Kaş Üstüne Taş Taş Üstüne / Tarık Dursun K./ Cumhuriyet Kitapları / 286 s. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Güray Öz?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0(212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Reklam Müdürü: Eylem Çevik?Tel: 0 (212) 25198 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 960 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle