03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Ceyhun Atuf Kansu’nun Erasmus’u... Köy Enstitülülerin ardılı, köy öğretmeni Fahrettin Soylu’nun anısına… lusal Eğitim Derneği Genel Başkanı Zeki Sarıhan’dan bir mektup aldım. Sarıhan, gönderdiği kitabı tanıtıyor: “Ceyhun Atuf Kansu’nun 19601961 yıllarında Varlık dergisinde yayımlanan, 1964’te Toplum Yayınları arasında kitap olarak basılan Köy Öğretmenine Mektuplar, Ulusal Eğitim Derneği tarafından yeniden yayımlandı. 43 yıl sonra yeniden gün ışığına çıkarılan (…) Kansu’nun yirmi yazısının yer aldığı kitabın sonuna üç sayfalık ‘Özel Adlar Sözlüğü’ eklenmiş bulunuyor.” U Kansu’nun Köy Öğretmenine Mektuplar (Yeni Basımı: Ulusal Eğitim Derneği yayını, 2007; 312.4302080) adlı kitabını delikanlılık yıllarımda okumuş, çok da etkilenmiştim. Buna, sonradan, bir köy öğretmeninin son nefesinde söylediği sözlerden kalkılarak verimlenmiş şiiri de eklenince şair, benim de öğretmenim olmakta gecikmedi. Köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın adı da, sözleri de Kansu’nun, insanın içine işleyen o saydam şiirinde, bir öndeyiş olarak sunulmuştu. Yanık Hava (1951) adlı yapıtında yer alan “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinin nasıl başladığını bilirsiniz elbette: “Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum. / Bütün çiçekleri getirin buraya, / Öğrencilerimi getirin, getirin buraya, / Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer / Bütün köy çocuklarını getirin buraya, / Son bir ders vereceğim onlara, / Son şarkımı söyliyeceğim, / Getirin, getirin... ve sonra öleceğim.” Köy öğretmeni Şefik Sınığ ile Türkiye’nin eğitim öncüsü Nafi Atuf Kansu’nun oğlu Ceyhun Atuf Kansu, şimdi bu dizelerde sonsuzluğun gergefinde birlikte soluk alıp veriyor. Aydınlanma bayramına dönüşen 17 Nisan’da bu üç halk gülünü, öteki halk güllerini anmaktan daha güzel ne olabilir? ANKARA’NIN KALKINDIRDIĞI KÖY... Ceyhun Atuf Kansu’nun denemeleri üzerinde daha önce de durmuştum “Kitaplar Adası”nda. Nitekim Kansu’yu anlayabilmek ya da onun bakışıyla Mustafa Kemal’i kavrayabilmek, yurtseverliği özümseyebilmek için, emperyalizme karşı halkın verdiği savaşımın, bir tansık halinde başarılan Anadolu aydınlanmasının bilincine varmak gerekiyor ilkin. Onun kitapları, işte böyle bir yolun kapısını aralıyor okur için. Tümü de Bilgi Yayınevi’nce yayımlanan bu kitaplar neler, sıralayayım: Cumhuriyet Bayrağı Altında (1998), Cumhuriyet Ağacı / Ya Bağımsızlık Ya Ölüm (1997), Atatürk ve Kurtuluş Savaşı (1997), Halk Önderi Atatürk (1997), Atatürkçü Olmak (1996), Söylevi Okurken (1996). Kansu’yu halk öğretmenliğine yönlendiren ışık nereden geliyor, ilkin buna bakalım: SAYFA 34 “Ortaçağ derebeyliği, Cumhuriyete ve onun ardından gelen yenileştirici atılımlara, din elden gidiyor, şeriat elden gidiyor diye karşı çıkıyordu.” “Şeyh Sait’in ayaklanmaya gerekçe saydığı cumhuriyet yasası, …‘Öğretim Birliği Yasası’dır. Öğretim birliği yasasının çıkarılmasında, gerçekleştirilmesinde ve uygulanmasında, bir Ankara evinin odasında gaz lambası ışığında çalışan genç bir cumhuriyet eğitimcisinin büyük emeği geçmiştir, ki o eğitimci, akşamın geç saatlerinde gaz lambasını söndürüp, dar Hacı Bayram sokaklarından geçip eve gelmesini dört gözle beklediğim babamdan başkası değildi.” (Cumhuriyet Bayrağı Altında, 27,29) Nafi Atuf’tan çocukluğuna sızan lekelerle şair, Anadolu aydınlanmasına giden yolun izlerini sürecektir hep: “…Hiç unutmadım o gaz lambası simgesini; bilinçaltımdan uzayan bir gazlı fitil, o günlerin Ankara’sından çakan bir ateşle yanar durur: Cumhuriyetçi olanların yeri, gerçek ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır.” (29) Ceyhun Atuf Kansu için, bundan sonra Anadolu köyüne uzanmak pek zor olmayacaktır. Nitekim mektuplarını, “gaz lambası”nı temel anlatı öğesine dönüştürerek sürdürecektir. “Mektubumu akşam sessizliğinde gaz lambasının solgun ışığında yazıyorum” diyen köy öğretmenine şöyle seslenecektir sözgelimi: “Senin gaz lambası da, yürüyen uygar bir insanın bilgeliği kadar, değerli bir ışık verebilir. Erasmus, Hollanda’da, yazılarını mum ışığında yazmıştı. Batı uygarlığının düşünce kökleri inip mum ışığında yazılmış o yazılara dayanıyor.” “Yıllarca önce, Mustafa Kemal’in Büyük Millet Meclisi’nde bir ulusa mutluluk getirmek isteyen işlerini, özgürlüğü mayalaştıran o geceleri ve gerçek uygarlığın ulusun ve insanların kendi kendilerini kurtarmaları olduğunu haykıran sözlerini ışıtan gaz lambasını bir düşün. Bir de, avizelerinden pırıl pırıl elektrik selleri boşanırken, yıllar sonra, orada, bir ulusun mutluluk, özgürlük ve uygarlık ilkelerinin nasıl söndürüldüğünü düşün! Işığında, bir ulusun mutluluğunu düşünüyorsan, bir ulusun özgürlüğünü besliyorsan, bir ulusun yaratıcı gücünü eğitiyorsan senin gaz lamban ne kutsal, ne uygar bir lambadır. (…) Erasmus’un mum ışığını kutsadığım gibi, … Ulusal Savaş Ankara’sını ışıtan gaz lambasını da kutsuyorum.” (Köy Öğretmenine Mektuplar, 26, 28) ANKARA’DAN YAYILAN AYDINLANMA... Zeki Sarıhan’la Köy Öğretmenine Mektuplar’dan içeri dalarken usumdan bunlar gelip geçti ilkin… Işık Kansu’nun “Önsöz”üyle, kitabın ilk yayıncısı, öykücü Remzi İnanç’ın kaleme aldığı “’Köy Öğretmenine Mektuplar’ Yeniden…” başlıklı yazısı da yapıtı özetleyebiliyor bir bakıma. Andığım sunuşlarda sevgili dostum Işık Kansu şunları söylüyor: “20. Yüzyılın ilk çeyreğinde ‘uygarlık’ diye çıktığımız yolda, Ceyhun Atuf Kansu’nun deyimiyle ‘büyüye büyüye köyleşen kentler’e vardık yazdığı mektupların birinde, yeniden dönüyor Erasmus’a, böylelikle Ankara’dan yayılan aydınlığı Erasmus’la buluşturuyor bir bakıma: “…Neye mi yarar Erasmus köy yerinde? Bak neye yarar. (…) Ne yapmış bu adam? (…) Eski çağların bilgilerini toplamış, bu bilgileri atasözleri adı ile yayımlamış. Önemli mi bu iş? Önemi şuradan geliyor: İnsansız ortaçağın karşısına, Erasmus insanla çıkıyor. Ortaçağ insandan uzaklaşmış, insanı yargılamış, insanı unutmuş. Erasmus atasözleriyle insana dönüyor yeniden. Şu bildiğimiz insana. (…) Ortaçağ şu bildiğimiz insan diyemiyor. İnsanın niteliklerini, kanlı canlı varlığını, aklının gücü ile duyularındaki zenginliği, düşüncesindeki sonsuz olanakları öylesine unutmuş, öylesine karabaskı altına almış ki, insan çağın ağır ve karanlık kayası altında ezilmiş. Erasmus, ilkçağ güneşine dönerek, insan aklının, insan varlığının üstün geldiği bir uygarlığın gücü ile o ağır karanlık kayayı kaldırıyor. Ortaçağın günyüzü görmemiş bilimine, anlayışına güneşler içinde gerçek varlığını gösteriyor: İşte insan!” (42, 43) Ankara’dan yayılan aydınlanma da bunu söylüyor: İşte insan! ANKARA; CUMHURİYETİN ÖĞRETMENİ... Ankara, Cumhuriyetin öğretmenidir, Mustafa Kemal’se başöğretmeni… Ceyhun Atuf Kansu, babası Nafi Atuf Kansu’nun gaz lambası ışığındaki izini süren ardılıdır bu aydınlanmanın, yolu Ankara’nın, Mustafa Kemal’in yoludur bu nedenle. Köy öğretmenine yazdığı mektupların ilkinde daha, “Seninle yazışmaya karar verdim. Öyle temiz bir ülkün, bu ülküyü gerçekleştirmek yolunda öyle dertlerin var ki, yalnızlığını paylaşmak, ülkünde ve dertlerinde sana ortak olmak istedim” (9) derken hem kendi sorumluluğunun bilincindedir hem de köy öğretmeninin toplumsal işleviyle rolünün ne denli önemli olduğunun… Bu nedenle bir “toplum ülküsü çarkı” kurmaya çağırır köy öğretmenini: “Yeni bir çark! Bir toplum ülküsü çarkı! İnsan değerlerini tam kaynağından alıp besleyen ve sonra su bekleyen ovalara, tarlalara veren bir ülkü çarkı. Susuzluktan çatlayan topraklara, ilgisizlikten kavrulmuş halk tarlalarına yepyeni bir yaşamanın diriltici suyunu veren bir çark. Adını da birlikte koyalım: Bir toplum ülküsü çarkı!” (22) Hekimi, ebesi olmayan köyün her türlü gereksinimi için bu çerçevede köy öğretmenine öncülük düşeceğini söylerken onun acısını da paylaşır bu arada: “…Hippokrates ilk hekim, Anadolulu. Sağlık tapınakları Anadolu’da, Selçuk hekimlerini, Anadolu’yu yer yer bezeyen Selçuk şifa evlerini yaşamış bizim yurdumuz. Bütün uygarlık deneylerini yaşamış bir yurtta, bir yirminci yüzyıl gelsin de, halkımız hekimsizlikten, ebesizlikten kırılsın, acı, acı, çok acı.” (11) Ceyhun Atuf Kansu, bir hekim, adının bir yerlerinde, hiçbir zaman görmediğimiz bir “Dr”si var yani. O, bunu anımsatacak bir tutum sergilemiş değil hiçbir zaman. Şiirini, öteki denemelerini yapılandırırcasına bir dil örgüsüyle, güzelim ilmeklerle kuruyor bu yapıtını da Kansu. O, halk sevgisini, çocuk sevgimenliğini, halk yazıncılığını, halk şairliğini, olsa olsa halk gülü olmayı kendine yakıştırmış, bunu yeğlemiş bir bilge yalnızca. Bu yüzden de önemli bir halk öncümüz olup çıkmış süreç içinde. Şunca yıl sonra bile, bu niteliğini koruyor hâlâ bana göre. Cumhuriyetin bir öğretmeni de Ceyhun Atuf Kansu artık. Ya Ankara? Hele 23 Nisan’ın öngünlerinde Ankaralı olmak ne demek, ne anlama geliyor? Bunu da Işık Kansu’nun Akasyalı Sokaklar (Ulus Dağı yayınları, 2007) adlı kitabıyla birlikte deşeyim istiyorum. Siz şimdilik o halk gülünün Köy Öğretmenine Mektuplar’ını, andığım öteki denemelerini okuyadurun… 17 Nisan Köy Enstitüleri Gününüz, Aydınlanma Bayramınız kutlu olsun efendim! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 948 Ceyhun Atuf Kansu en sonunda.” “Dönüşüm, uçurumun derinleşmesinde…” “Toplumbilimci gibi bakıldığında bu toplum kesimi açısından dün ile bugün karşılaştırıldığında benzerlikten çok ayrılık söz konusu.” “Geleceğe, ilkbaharlara bıkmadan, usanmadan mektuplar göndereceğiz.” (5) Ardından öykücü sevgili Remzi İnanç’ın o vurgusu: “Ceyhun Atuf Kansu öğretmenleri, özellikle de köy öğretmenlerini hep çocuğu gibi kucakladı, onları yüreğine yakın bir yerde gördü.” (8) Köy Öğretmenine Mektuplar, cumhuriyet Ankara’sından yayılan Anadolu aydınlanmasının tutanakları gibi de okunabilir bir bakıma. Gerçekten de köy öğretmenliğinin önemini kavramış, Aydınlanmacı cumhuriyet tarafından köyün, sonuçta tüm toplumun kalkındırılması yönündeki eğitim siyasasının bilincine varmış şairlerimizin başında geliyor. Kendisi de öğretmen olan Köy Enstitülü yazarımız, şairimiz Talip Apaydın’a özgülediği bir şiirindeki dizeler, hem onun bu yaklaşımını gösteriyor hem de köy öğretmenliği sorunsalının önemini vurguluyor: “Bellerden, yokuşlardan kim çekmiş / Toplumu insanın aydınlık düzüne…” “Varıp gidecek bozkırlarda –bir öğretmen / Kavrulakalmış susuzluklarda / Ne su veren olmuş, ne suyun yerini bilen / Bir desti bulacak kupkuru –kazılarda.” (Kardeş Sofrası, Bilgi, 2004, 71) Köyü, köylüyü cumhuriyetin Ankara’sından yayılan aydınlanmanın ülkücüleri düze çıkaracaktır. Çünkü, “bir ulusu kişisel dertlerinin üstüne yükselmiş insanlar uyandırmışlardır. Hayatlarının anlamını geleneğe köprüler kurarak zenginleştirmişlerdir. Kendi gündelik yaşamalarını, kendi kişiliklerini birtakım ülkülerde, birtakım soylu sevgilerde eriten insanlardır onlar. O iyimser, ülkücü insanlar, kendi yalnızlıklarından, uluslarını uyandıracak ışıklar yakmışlardır.” “Diri ve gerçekçi eğitimden, ortaya diri ve gerçekçi bir hayat anlayışı çıkıyor: Kişisel dertlerimizi aşıp yaşamamıza halkça bir anlam vermek.” (39) Ceyhun Atuf Kansu, köy öğretmenine
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle