Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ söyleşilerde, yazdığım biriki yazıda. Bursa’da bir toplantıda bir izleyici, belki de bir şair arkadaştı, kim olduğunu unuttum ama söze nasıl başladığını hiç unutmadım, çünkü ‘Sayın Ergülen’ diye başlamıştı, muhtemelen bir emekli öğretmendi, çünkü onlar soyadıyla ve başına ‘sayın’ getirerek seslenirler ya, sonra da şöyle sürdürmüştü sözlerini, “reklamcılık yaptığınızı biliyoruz, bu kitabınızı o kadar kötülediniz ki, benim de aklıma reklamın iyisikötüsü olmaz sözü düştü, ne yaptığınızı gayet iyi biliyorsunuz, kötüleyerek de olsa, ki bu da bir yöntem olmalı, kitabınızın tanıtımını, reklamını gayet profesyonelce yapıyorsunuz!” Bu yorum karşısında hiçbir şey söyleyemediğimi, nutkumun tutulduğunu, benim de tutulup kaldığımı tahmin edersin elbette. Yazdığım her şiiri, her kitabı beğenmeni isterdim kuşkusuz. Hem öyle değil midir, şairler ya da şiir yazarları, şiir yazanlar okurdan önce yakınlarının, arkadaşlarının, diğer şairlerin, eleştirmenlerin dikkatine sunmaz mı şiirlerini? Hem edebiyat, şiir dergileri ne için, kim içindir? Doğrusu, doğalı budur diye söylemiyorum ama, edebiyat ve şiir ortamı içindir, birbirimizi okuyalım diyedir. Oralarda yayımlamamızın, hatta şiir dergileri çıkarmamızın sebebi de bu değil midir? Tamam, iddiamız vardır ama bir o kadar da başka şairlerin, ustaların, eleştirmenlerin nezdinde beğenilmek, edebiyat ve şiir tarihlerinde yer almaktır biraz da derdimiz. Şimdi bunları yanlış anlayan, ya da anlayıp da yanlış yorumlamak isteyen şairler, eleştirmenler çıkacaktır ve cepheden taarruza başlayacaklardır, olsun, hepimizin bildiğini birbirimizden mi saklayacağız? Yine uzattım lafı, tamam bazı genç arkadaşlar, hatta sen gittikten sonra da ‘ne yani eleştirmenlere, Mehmet H. Doğan’a beğendirmek için mi yazıyoruz şiiri?’ kabilinden çıkışlar yaptılar ama, şiir yargılarına, deneyimlerine, beğenilerine güvendiğimiz kişilerin de, ister şair olsun, ister okur, ister eleştirmen, değerlendirmelerini göz ardı edebilir miyiz? O yüzden her yeni kitabım yayımlandığında senin ne diyeceğini, ne yazacağını merak ve heyecanla bekledim. Hatta hadi şimdi itiraf edeyim, Mahmut Temizyürek’le beraber çıkmıştı şiir kitaplarımız Yasakmeyve’den, onun ‘Yeryüzünü Gezen Atlı”, benim “Keder Gibi Ödünç”, İzmir’de Uluslararası Şiir Buluşmaları’nın ilkine gelmiştik, 2005 yılıydı sanırım, buluştuğumuzda sen Mahmut’a, “Kitabın çok iyi” deyip bana hiçbir şey söylemeyince, “Acaba beğenmedi mi?” diye çok merak etmiş, biraz da üzülmüştüm. Sonra Mahmut’a sordum, “Yoo, beğenmiş kitabını” deyince içime su serpilmişti, zaten biriki ay sonra da Milliyet Kitap ekinde çok güzel bir yazı yazdıydın, “Haydar’ın şiiri gitgide Cemal’in şiirine yaklaşıyor” deyişine çok sevinmiştim de, galiba bazıları “Yahu Haydar bunu yanlış anlamasın!” deyince bana sorduydun, ben de sana ‘benzersizlik’ten değil, tam tersine ‘benzetilmek’ten yana olduğumu, üstelik şiirimi en çok sevdiğim şairlerden Cemal Süreya’nın şiirine benzetmene çok sevindiğimi söylemiştim sana da, rahatlamıştın, “Be birader millet birbirine en yakın olanları bile birbirinden şüpheye düşürüyor” deyip derdini söylediydin. Tabii o yazıyı çok sevmeme bir başka sebep de, ‘insan zamanla babaoğul gibi oluyor’ mealindeki deyişindi, ki o hissiyatın beni nasıl mutlu ettiğini de anlatamam. CUMHURİYET KİTAP SAYI 948 “Ölüm Bir Skandal” kitabımı zaten belirttiğin gibi, ağır, yorucu, yoğun, karanlık ve karamsar bulmuştun. Bu nedenle bu kitaba gelen eleştiriler karşısında da “n’eyim ben” şiirini yazarak suskunluğa çekileceğimi düşünmüşsün. Mektubunda da yazmışsın bunu: “Ama istersen susabilirsin de bir süre. Şairlerin bir süre, uzun bir süre susma hakları da vardır. Öyle zaman gelir ki, bir süre susmak da gerekebilir hatta, kuyuda suyun birikmesini beklemek gerekir.” Doğrusunu istersen, ki o sıralarda şair arkadaşımız Ersun Çıplak da, senin bu yorumuna karşılık bir yazı yazmış ve benim bu şiirle suskunluğa çekilmek istemediğimi, başka şeyler söylemeye çalıştığımı belirtmişti. Bu şiir, bir bakıma şiir karşısında şairin ‘n’e olup (n’e olmadığı) üstüne bir şiir sayılır. Belki biraz da senin söylediğin gibi, “Ölüm Bir Skandal”ın yorgunluğunu, umarsızlığını da üstüne almış (alınmış) bir şiirdi. ‘Şiirin güzelliği’ diyelim, bazen de yanlış anlamalardan gelmez mi? Öyle ya da böyle, sen titizliğini, duyarlılığını bir kez daha göstermiş oluyordun ama daha da önemlisi, şiirimizin önde gelen eleştirmenlerinden biri olarak, kamu önünde hiç de kolay olmayan, alışılmış olmayan bir şey yapıyor, daha önce beğenmediğin bir kitabı yeniden değerlendiriyor, “Senin o kitabında iyi şiirler varmış” diyordun. Bu karakamu önünde kolay yapılabilir bir şey miydi bu? Söz konusu olan kimin kitabı olursa olsun, bir eleştirmenden beklenmeyecek bir şeydi. Biliyorsun, elbette seni yalnızca bir eleştirmen olarak görmüyorum, bizde eleştirmenler şairlerden bile kibirlidir, şairlerden daha megalomon sayılır pek çoğu. Hele bizim kuşaktan, roman, öykü üstüne ‘üstad’ olup da arada şiirin de ‘ağzının payını veren’, galiba seni de bir ara ‘paylama’ya kalkıştıydı, eski solcu arkadaşlarımız var ki, şairler onların yanında pek mütevazı kalır. Bilirsin, kibir ve megalomaniyi şairde bile sevmem, o ayrı. O yüzden senin bu tavrın, kitabımı yeniden okuyup daha iyi bulmandan bile önemliydi benim için, üstelik bu ‘kurtlar sofrası’nda! “Hiç böyle bir açık verilir mi, ‘edebiyat camiamız’ içinde kurt gibi bekleyenlere! Arenada, boğazlanan boğayı şehvetle izleyenler gibi nasıl sevinç çığılıkları atanlar olmuştur, ‘n’eyim ben’ dediğini görünce.../...Ben de, 1981’de, Enis Batur’un ‘Koma Provaları’ dediği o karanlık dönemlerin birinden geçerken, artık yazmayacağımı/yazamayacağımı ima eder bir şey söylemiştim de hemen aleacele ‘tekaüte sevketmişlerdi’ beni dergilerin birinde. Nasıl hoyrattır bu edebiyat dünyası!” Açık mektubunu, “Şiirinin iş’arı’ diyen bir yıldırım telgrafı kabul et benden” diye bitirmişsin. Şiirimin de, halimin de iş’arı kısaca şudur: Nar’ın üçüncü baskısı çıktı, göremediğin Nar’ın da ilk ve tek baskısı çıktı, neredeyse 5 aylık olacak kızımız, Mehmet dedesi de görseydi, hani Nisan’da, Necatigil jürisine geldiğinde, bize geldiğinde... Çok üzgünüm Mehmet Abi, yokluğun gün geçtikçe daha da büyüyor. Ne tuhaf, İzmir’e onca etkinliğe, şiir buluşmasına filan gittim de, hiç kitap fuarına gelmemiştim, hep sorardın “Fuara geliyor musun?” diye, ben de “Yoo, çağırmadılar ki!” derdim, senin gidişini bekliyorlarmış meğer, ilk kez bu yıl geleceğim fuara, ama sen yoksun, İzmir’in yarısı yok, tadım tuzum yok, yok canım abim.? SAYFA 15