Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ mış, azalmış, sıkılmış hal gerçeğine, özüne daha çok yakındır. Öykü benim için biraz da böyle bir biçim, böyle bir varoluş şekli. Yazarsam en yoğun, en çarpıcı olabileceğim tür. Sanki insanın halini en güzel biçimiyle öyküyle anlatacağım gibime gelir. Bir de benim tez canlı olduğumu, yerimde durmadığımı, hareketli olduğumu söylerler. Bunu da düşündüğümde öykü benim karakterime de en yakın tür gibi geliyor. Ben değil, öykü ele avuca sığmaz bir türdür, bunu hissediyorum. Öykü, bazen bir fırtına gibidir, sert eser, savrulur, “boran” olur, bazen sakin, durgun akan bir nehir gibidir; usul usul, derinden akar. ROMAN VE ÖYKÜ Romanın ve öykünün özellikle son zamanlarda, hızla toplumsal olmaktan bireysel bir çizgiye kaydığını söylemek mümkün mü? Bunun edebiyata etkisi sizce nedir? İdeolojik eğilim edebiyatta ne kadar yer almalı? Tam böyle diyemeyiz. Özellikle seksen sonrası bir dönem, doksanların başına kadar böyle bir edebiyattan söz edebiliriz. Yine o dönemde öyküyle ilgili bu konu epey tartışma konusu olmuştu. Ama bence sonrasında bunu aştı öykü. Ancak roman için durum farklı. Roman çok yazılıyor, aklın alamayacağı kadar çok yeni roman yayımlanıyor her yıl. Orada durum ciddi olarak tam bir kaos hali. Kötünün iyiyi kovacağı durumu burada yaşanıyor. Bizde yazarlık, edebiyat geleneği altüst olmuş durumda. Bizim gelenekte bir anlamda ustaçırak ilişkisi vardı. Edebiyat dergileri çok önemliydi ve edebiyatın atölyeleriydi. Yazar önce oralarda yetişirdi, sonra kitaplaşırdı yazdıkları. Hemen aklıma, Selim İleri, Füruzan gibi yazarlar geliyor. Memet Fuat’ın çıkardığı Yeni Dergi’de yayımlamışlardı ilk yazdıklarını. Ardından öykü kitapları, romanları gelmişti. Birçok yazar edebiyatta böyle yer almıştı. Sabahattin Ali, Sait Faik önce öykülerini Varlık’ta yayımlamışlardı. Ama şimdi bir bakıyorsunuz, adını hiçbir dergide, gazetede görmediğiniz birinin romanı çıkmış. Yayınevi bu yazarını sayfa sayfa ilanlarla, büyük övgülerle sunuyor okura. Roman sanattan çok, bir ticari meta olarak sunuluyor. Sanat geride kalıyor, para, kâr öne çıkıyor. Bu bence edebiyata büyük kötülük. Böyle bir okur yetiştirdiler. Okuduğunun roman olduğunu sanıyor. Olumsuz olan bu. Sizi okurken ister istemez aklıma Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Osman Şahin gibi romancılar ve öykücüler geliyor. Siz kendinizi bu isimlere ne kadar yakın buluyorsunuz? O gelenekten beslendim, o geleneğin içindeyim, bu doğal. Önemli olan o çizgide kendi dilinizi, kendi biçiminizi oluşturabilmek. Bizim kuşak geleneği hep önemsedi. Geleneği hem iyi izledi hem de özümseyip kendi yazınını oluşturabildi. Biz şanslı kuşağız. Takipçisi olduğumuz gelenek dünya çapında, hatta onu da aşan yazarlardan, şairlerden, öykücülerden, romancılardan oluşur. Onlar hiçbir zaman kendilerini, adlarını, yazdıklarının önüne koymadılar. Onların dünyayla, yaşanan adaletsizliklerle, insana yakışmayan düzenle sorunları vardı. Kendileri hep sonra geldi. Bu dünyayı yaşanabilir dünya yapmak, güzel bir hayat için yazdılar. Kavgacı oldular; korkmadılar, bunun için içeri düştüler, işkence gördüler, hatta öldürüldüler, ama vazgeçmediler ideallerinden, özlemlerinden. Her koşulda, her ortamda kavgayı bırakmadılar… Düşünebiliyor musunuz, siz okumaya, yazmaya başladığınızda böyle bir edebiyat dünyasıyla karşılaşıyorsunuz. Pırıl pırıl bir edebiyat. Kimse oyun peşinde değil. Evet, böyle bir edebiyat ortamına ayak basıyorsunuz ve daha baştan sağlam basıyorsunuz toprağa. Bu büyük bir şans, olanak. İşte bunun için bizim kuşağın yazdıkları sözünü ettiğim kuşağa yakın ve onları çağrıştırır. Siz sadece yazar yönünüzle değil, aynı zamanda edebiyat dergisi yayıncılığıyla da birçok şey kattınız edebiyata. Sizce ülkemizde edebiyat dergiciliği hangi aşamada, özellikle yeterliliği açısından? Önce hemen şunu söylemek isterim: Edebiyat dergiciliği şaşırtıcı boyutta zengin ve çeşitlik gösteriyor. Yüzlerce yazar, şair gerçekten de Donkişotluk yapıyor. Edebiyat, sanat kültür dergilerinin sayısını açıklamak zor, bilmek imkânsız; o kadar çok dergi çıkıyor, yayımlanıyor ülkemizde. Fanzinler var. Ben dünyanın başka ülkelerinde, özellikle Batı’da böyle bir birikimin, üretimin olduğunu sanmıyorum. Çıkıyorlar, batıyorlar ve bir başkası, başkaları çıkıyor. Çok zengin, çok… İzmir’de, 2000 yılının ocak ayında Agora’yı çıkarmaya başladık. Bu kentte yaşayan yazar, şair arkadaşlarla birlikte çıkardık. Altı yıl, 45 sayı çıktı Agora. İzmir’den çıktı ama Türkiyeli bir dergi oldu. Birçok genç şair, öykücü ilk ürünlerini Agora’da yayımladı. SİNEMA VE ÖYKÜ Edebiyat yapıtlarının sinemaya uyarlamalarını nasıl değerlendirirsiniz? Önemli uyarlamalar yapılmış. Yılmaz Güney sinemacı olmadan önce iyi bir öykücüydü, sinema sonra geldi. Onun her filmi aynı zamanda iyi bir hikâye. Sonra başka sinemacılar var. Bu yıl İzmir Öykü Günleri’nin teması “Öyküden Sinemaya” başlığını taşıyordu. Üç gün boyunca öykünün sinemaya uyarlanması hem sinemacılar hem de öykücüler tarafından tartışıldı. Orada ne çok öykünün, romanın sinemaya uyarlandığını gördüm ve gerçekten çok şaşırdım. Osman Şahin’den Orhan Kemal’e, Necati Cumalı’ya, Yaşar Kemal’e, Ferit Edgü’ye pek çok öykü, roman sine maya uyarlanmış. Bunların içinde kimileri uluslararası festivallerde ödül almış, yani ses getirmiş filmler. Dünya edebiyatında da önemli uyarlamalar var. Günümüzde de bu tür çalışmalar sürüyor. Öykülerinizin sinemaya, hem de iyi bir yönetmen tarafından aktarılacağını duyduk. Bundan bahsedebilir misiniz biraz? Mesela senaryoya katkınız olacak mı? Evet, bir öyküm, “Şerul’de Beklemek” adlı kitabımda yer alan “Adı Kargalarda Saklı” adlı öykü, genç yönetmenlerden Özcan Alper tarafından senaryolaştırıldı. Ankara Sinema Derneği ile Kars Belediyesi’nin ortaklaşa düzenledikleri Kars Öyküleri Senaryo Yarışması’nda Seçiciler Kurulu tarafından seçilen beş senaryo arasına girdi ve film Özcan Alper’in yönetmenliğinde geçen ay Kars’ın bir köyünde çekildi. Bir diğer çalışma ise uzun metrajlı film. Erden Kıral, iki yıldır benim üç öykümden uyarlayacağı senaryo üzerinde çalışıyordu. Orada Yollarda adlı kitabımda yer alan “Güzel Günler İçin”, Kuş Boranı’ından “Bir Yanı Yaralı” ve bu kitapta bulunan “Kelkit’in Altı Bağlar” adlı üç öyküyü uyarlıyor. Film Manisa’nın Turgutlu ilçesinde, İzmir Balçova’da, bir de Alaçatı’da çekilecek. Erden Kıral çalışmalarını bugünlerde bu mekânlarda sürdürüyor. Bence oyuncuları da çok iyi. Nurgül Yeşilçay, Murat Han, Tülin Özen gibi oyuncular oynayacak filmde. Filmin şu an senaryo çalışmalarına ben katılmıyorum. Ancak çekim zamanında benden katkı isteyeceğini söylemişti, senaryo pek benim işim değil ama katkı sunmaya çalışacağım. Film Kültür Bakanlığı’ndan destek aldı. Mayıs ayı sonunda çekimler başlayacak. Adıysa, üç öykünün ortak temasından çıkan bir ad:“Vicdan”.? Gönlümün Şirazesi Bozuldu/ Hasan Özkılıç/ Can Yay./ 152 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 948 SAYFA 27