Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Okuduğum Kitaplar METİN CELÂL Elmaslardaki Gökyüzü ve Dekadans Geceleri Nilüfer Altınel ilk romanı Elmaslardaki Gökyüzü’nde (Oğlak Yay. 2008), genç bir kadının sokaklarda yalnız başına yaşama çabasını anlatıyor. Genç kadın, yirmi sekiz gün erkek kılığında aşçı yamaklığı yaptıktan sonra soğan doğrarken elini kesip yemeklere kan bulaştırınca işinden olmuştur. Arka kapıdan çıkar ve kendini sokakta bulur. Gideceği bir yer, sığınacağı birisi yoktur. Mal varlığı, cebindeki çok az para ve bıçağıdır. Kentte yapayalnızdır. dum” diyor ve hiç beklemediği bir cevap alıyor; “Kusura bakma seninle uğraşamam bu gece.” Telefon kulübesinde gereğinden fazla durdu diye bir kadından dayak yemesini sokağın tehlikesinden saymalı mıyız bilemiyorum. Kadının erkek arkadaşlarının kahramanımıza yardımcı olması, yakındaki bara götürmeleri ve orada otelde ölen kadını bırakıp kaçan adamla karşılaşması tesadüf ötesi olarak değerlendirilebilir. Şehir büyüktür ama tesadüf çoktur. İkinci tesadüf de, kasabada bırakıp kaçtığı, büyük şehirde kendisini aramaya gelmiş kocasını görmesi olacaktır. Adama daha trenden indiği anda rastlar. Adam da onu görür ve romanın 119. sayfasında kahramanızın adının Filiz olduğunu öğreniriz. Böylelikle aylaklığın yerini kaçış hikâyesi alır. Sonunda cebindeki yüzüğü satmaya karar verir. Kuyumcular çarşısında dolaşırken de kendisini reddeden yakışıklı adamla karşılaşır. Adam bu kez Filiz’e yakınlık gösterir, onu yemeğe davet eder. Filiz de adamın daha önce kendisine fahişe muamelesi yaptığını, kapıdan kovduğunu unutmuş görünüp teklifi kabul eder. Yemekten sonra birlikte ilk karşılaştıkları köprü altına giderler. Adam orada Filiz’i öpmek isteyince bir itiş kakış olur, Filiz’in cebinden yüzük düşer. Filiz, adamı yüzüğün emanet olduğuna ikna edemez. Adam, Filiz’in yüzüğü kuyumcular çarşısından çaldığını düşünmektedir. Buna kızan Filiz, yüzüğü denize atar. Ama adamı yine inandıramaz. Konuyu değiştirmek için olsa gerek adamı öper. O sırada kendisini arayan kocasının tütün kokusunu duyar. Kocası, ıssız köprü altında bulmuştur Filiz’i. Koşar, kaçar. Ve kaçarken yolu otelde ölen kadının kocasına rastladığı bara düşer. Orada da tuvalete gider ve öldü sandığı kadınla karşılaşır. Kadın yüzüğünü ister. Büyük badirelerden ve bir kominin yüzünü bıçakla parçaladıktan sonra oradan da kaçmayı başarır. Dönüp dolaşıp tekrar kuyumcular çarşısına gelir ve denize attığı tek taş yüzüğün bir benzerini çalar. Kaçarken kuyumculara yakalanır. Kuyumcu, Filiz’i polise vermek yerine yüzüğü iki katı fiyatına satın alırsa bırakacağını söyler ve parayı bulması için iki çırakla yollar. Aslında Filiz parayı nerede bulacağını bilmez ama tesadüf yine yardım eder ve geçen gece köprü altında bırakıp kaçtığı yakışıklı adamla karşılaşır. Anlaşılan adam sürekli oralarda dolaşmaktadır! Gereken parayı alır, kuyumcuya borcunu öder. Sonra Filiz yüzüğü alıp bara gider, kadını bulur. Ama kadın Filiz’in getirdiği yüzüğü kendi yüzüğü olmadığı için kabul etmez. Tartışırlar, Filiz bir tokat yiyince, kadını bıçaklar. Oradan da kaçar ve gidip yakışıklı adamı oturduğu sitede bulur. Borcuna karşılık yüzüğü vermek ister. Adam, bir türlü verdiği para ile bu yüzüğün alındığına inanmaz. Tartışmaların sonunda sevişmeye başlarlar. Sevişmek Filiz’e kocasından niçin ayrıldığını hatırlatır. Sonunu söylememeyim, kitabı okuyacaklara sürpriz olsun. Nilüfer Altınel’in anlatımı kuvvetli. Mizahi bir dille, akıcı bir biçimde hikâye ediyor. Roman bir aksiyon filmi gibi gelişiyor. Tek sorun anlatılan olayların olağanüstü çok sayıda tesadüfle gelişmesi. Romanda akıcılığı sağlamak amacıyla olaylara gereğinden çok yaslanmaktan gelen bir sorun bu sanırım. DEKADANS GECELERİ Hikmet Temel Akarsu, yeni hikâye kitabı Dekadans Geceleri’nde (Varlık, Şubat 2008) kaybedenleri temsil eden kahramanının marijinal ortamlardaki yaşadıklarını anlatıyor. Dünyadan, hayattan, en önemlisi gelecekten umudunu kesmiş hikâye kahramanı gecelere sığınır. Batakhane diye tanımlanabilecek sefillikte barlar, birahanelerdir adresleri. “Çöken toplumun çığırtkanlıklarını” duymamak için en yüksek sesle müzik yapılan yerlere gider. “Müziğin ruha yaydığı yatışma, aptallaşma, sakinleşme halini yaşamak”tır amacı. Ama en marijinal yerlerde bile rahat yoktur. Düzenin sahipleri, medyanın meraklı editörleri, baba parası yiyen zengin çocukları, bohem burjuvalar, yuppieler onu bulur, rahatsız eder. Tüm hikâyelerin anlatıcısı olan rate yazar dekadansın en derinlerine doğru ilerlerken gördüklerini bizle paylaşır. Hikmet Temel Akarsu, türler arası ilişkiye girerek yeni arayışlarla yazmış hikâyelerini. Denemeyle hikâye arasında gidip geliyor. Bu seçim, toplumdaki olumsuz değişimi anlatmak için ona kolaylık sağlamış. Hikâye etmenin yetmediği yerde doğrudan düşüncelerini aktarıyor. Tercihini anlatıdan yana kullananlar içinse kısa bir roman uzunluğundaki Z Kuşağı adlı bölümü öneriyorum. Eskişehir’deki bir bar açılışına giderken ve orada yaşananlar, tam olarak Akarsu’nun vermek istediği mesajı hikâyeyle, edebiyatın tadında veriyor. ? “Y arım elmayı andıran bir yüz, zayıf ve alabildiğine düz vücut hatları üstüne bir de iki minik erik tanesi kadar göğüsleri eklersek kadınlıkla uzaktan yakından alakasız bir görünüm”ü vardır. Bu sayede aşçı yamaklığı yapmaya başlamış, gecesini, gündüzünü dev bir mutfakta erkeklerin arasında geçirmiştir. Hiçbiri de erkek olmadığını anlamamıştır. Deniz kenarında oturmuş, “Bundan sonra olacak ne?” diye, pek de yazım kurallarına uymayan bir cümle kurup düşünürken yanına gelen “güzel görünüşlü adam” da onun kadın olduğunu anlamaz. Kahramanımız bu yakışıklı adamı eğilip dudağından öptüğünde adamın tepkisi “Ulan manyak! N’apıyorsun?” olur ve tekmeyi yer. Ancak kahramanımız yerde kıvranırken adam onun kadın olduğunu fark edecektir. Kadın olduğunu anlayınca da yemek ısmarlar ve lüks bir sitedeki evine götürür. Cazibesine kapılmasına rağmen, adam para teklif edince, kendini aşağılanmış hisseder ve kaçar. Geceleyin sokakta yalnız başına saldırıya uğrayacağı korkusuyla cebindeki son parayla bir otelde kalmaya karar verir. En ucuzundan bir otel bulur. Sabahleyin kapının vurulması ile uyanır. Otel sakinlerinden biri karısının ölmek üzere olduğunu söyleyerek yardım istemektedir. Kadını kahramanımıza bırakan adam kaçar. Kadın çok kan kaybetmektedir, ambulans çağrılır. Kadın hastaneye kaldırılırken en değerli eşyası olan yüzüğünü çalınmasın diye kahramanımıza verir. Kahramanımız kadının öldüğünü düşünmesine rağmen emanete hıyanet etmez ve cebinde iki kuruş olmasına rağmen yüzüğü satmamak için direnir. Kahramanımız cebine değerli yüzüğü koyup şehirde dolaşmaya başlar. Dolaşırken de tuvalet ihtiyacı doğar. Kadınlar tuvaleti bulamayınca ilk gördüğü tuvalete girer ve içerideki adam hemen onun kadın olduğunu anlar ve yanlış yerde olduğunu söyler. Durumu “uzamaya başlayan sarı sarı buklelerim yüzüme çok dişi hava veri Nilüfer Altınel yor” diye açıklar. Ama bunun pek de tatmin edici bir açıklama olmadığını söylemeliyim. Öpmek için gözünün içine girdiği adam, dahası 28 gün çalıştığı yerdekiler anlamazken tuvaletteki adamın bir bakışta kahramanımızın cinsiyeti çözmesi inandırıcı gelmedi. Elmaslardaki Gökyüzü, bir kaybeden hikâyesi anlatıyor. Kahramanının kadın olması konuyu daha da çekici kılıyor. Ne kadar erkek izlenimi verse de bir kadının tecavüze, saldırıya uğramadan, taciz edilmeden sokaklarda yaşayabilmesi pek mümkün değil. Karnını doyurmak, uyumak, hatta tuvaletini yapmak birer büyük sorun. Hayatta kalmayı nasıl becerecek diye merak ediyorsunuz. Roman geliştikçe, kahramanın şehirde böyle yapayalnız olmasının nedenleri de ortaya çıkıyor. Genç yaşta anne babasını bir trafik kazasında kaybetmiştir. Evliliğinde mutlu olamayınca evi, kocasını ve kaldığı kasabayı terk edip bu büyük şehre gelmiştir. Bir tren istasyonuna sığınır. Orada geceyi geçirirken yorgunluktan oturduğu yerde uyuyunca da yaşlı bir adamın elle tacizine uğrar. Yine kadın olduğunu anlayan biri çıkmıştır! Romanın sürmesi için bazı olaylar olması gerekiyor. Sokakta yaşanacak çok olay var ama kahramanımız kendi olayını kendi yaratıyor ve para teklif ettiği için yanından kaçtığı adamı aramaya lüks siteye gidiyor. Adını bile bilmediği adamı ararken orta sınıfın güvenlik tutkusunu, korkularını sorgulama olanağı buluyoruz. Onlarca binadan oluşan sitede adamı bulmayı başarıyor. Adam, “Neden geri geldin?” diye soruyor, “Sana âşık ol Hikmet Temel Akarsu SAYFA 10 CUMHURİYET KİTAP SAYI 948