23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ë Haydar ERGÜLEN evgili Mehmet Abi, 13 Şubat 2003 tarihli mektubuna, hayli gecikmeli olarak, 5 yıl kadar uzun bir aradan sonra yanıt yazabildiğim için beni bağışla. Arada hayli görüştük, konuştuk, buluştuk, ama tabii mektubun yeri ayrı, şiir gibi ayrı. İnsanlar buluşurlar buluşmasına da, arada cevapsız kalmış bir mektup varsa, ayrılırken ‘mektubuma hâlâ cevap vermedin’ demeyi de unutmazlar. Bana gönderdiğin “Haydar Ergülen’e Açık Mektup” başlıklı ‘yıldırım telgraf’ın bugünlerde İkaros Yayınları arasında çıkacak “Türk Şiirinden Son Okumalar” kitabında da yer alıyor. Affına sığınarak söylüyorum, kitabın arkakapak yazısını da bana yazdırdılar. O günlerde “Yasakmeyve”de yayımlanan “n’eyim ben” şiirim üstüne, “dostlarına çektiğin, ‘halini iş’ar’ eden bir yıldırım telgraf bu” diye yazıyordun mektubunda. En yakın dostlarımdan biri de sen olduğun için, telgrafı alır almaz bana uzun bir mektup yazmıştın. Şiirin son dört dizesini yazıyorum buraya, mektubun daha iyi anlaşılsın diye: “iniyorum gün günden/adımdan, şiirimden/n’eyim ben/’n’edir haydar ergülen”. Şiiri hatırlatıyor ve devamında da şunları yazıyordun: ”Okuyunca içim yandı. Kemalettin Kamu’nun ‘Gurbet’ şiirindeki ‘eriyorum gitgide’ dizesini ‘öyle erinmez böyle erinir’ gibisine somutlaştıran bu şiirine karşı çıkmamazlık, cevap vermemezlik edemezdim. Böyle umutsuz bir anında yanında bulunmamazlık edemezdim.” Şairlik, eleştirmenlik, hepsi bir yana, dostluk böyle bir şey olmalı dedirten bir yakınlığı, bir paylaşma isteğini yansıtıyordu sözlerin. 1999 sonunda Adam Yayınları’ndan ilk baskısı çıkan “Ölüm Bir Skandal” kitabım ‘koyu bir sessizlik’le karşılanmıştı, ‘koyu’ bir kitap olduğu için sessizliği de ‘koyu’ oldu diye düşünüyorum. Ama buna “sükut suikastı” filan demiyorum, Tanpınar’ın bu iç yakan, haklılığına ve doğruluğuna tümüyle katıldığım tespiti, maalesef öyle ‘kullanışlı’ bir hale geldi ki, ilk kitabını çıkarmış genç bir yazar, şair bile, yapıtı için rahatlıkla bunu kullanabiliyor. Sait Faik’in ‘yazmasam çıldıracaktım’ sözünü alıp kendisi için söyleyenler olduğu gibi, Tanpınar’ın kim bilir ne kaygılarla yüklü ‘sükut suikastı’ deyimini de alıp kendisi için kullananlar var, hem de çok var! Ece Ayhan’ın dizeleriyle söylersek ‘pes ben de cumhuriyetçiyim!’ “Ölüm Bir Skandal”, 33 bölümden oluşan tek, uzun bir şiirdi ve 1993’ten itibaren yoğunlaşan, 1996’da doruğuna ulaşan ‘savaş’ın, ölen, öldürülen 30 bin insanın, boşaltılan köylerin, bombalanan toprakların, yakılan insanların, otellerin, ormanların ve hayvanların, yargısız infazların, faili meçhullerin, Gazi Katliamı’nın, Mavi Çarşı yangınının, Metin Göktepe’nin polis tarafından işkenceyle öldürülmesinin, 37 Sıvas şehidinin... Ezcümle uzun sürmüş bir karanlığın, kıyımın kitabıydı, koyuydu, kesifti, yangın yerini andırıyordu, sisten, dumandan, cinayetten göz gözü görmüyordu, cinayetten artık ‘doğal ölüm’ü unutmuştuk, bir ölümümüz bile olmayacaktı belki. Şiir de öyleydi, kıyamet yeri gibiydi, kara, yanmış, kül S Telgrafını aldım... olmuş, ağır bir havası vardı. İki kez yazmıştım, ilki 1996’daydı, hızla yazıp, sanki unutmak istercesine, bir daha yazmamak istercesine, çünkü yazdıkça yalnızca yüreğim değil ellerim de yanıyordu, bir kenara koymuştum. Sonra da 1999 yazında ikinci kez yazmaya koyulmuştum, 17 Ağustos depremine de kitaba çalışırken yakalanınca, ‘eyvah’ demiştim, ‘bunca cinayetin arasına bir de deprem girmeden şu kitabı bitireyim artık!’ Öyle de yaptım, kitap üzerinde 3. kez çalışmayı düşünüyordum ama, vazgeçtim, zaten ‘bitmemiş’ kitabı hiçbir zaman ‘bitiremeyeceğim’den korkarak yayınevine teslim ettim. Kitap şu dize lerle bitiyordu: “Beyaz bir şiire heves ettim, doğrudur,/ yazdım da kırk kadar beyaz bir şiir/.../Tuttum, hayatımın en kötü kitabını yazdım/evet, cinayeti bundan daha kötü anlatamazdım.” Ben bu dizelerle bitiriyordum kitabı, sense açık mektubunda “Biz de nasıl bunalmış olmalıyız ki, hemen doğruladık seni bu yargında. Oysa bugün yeniden okuduğumda o şiirleri aynı şeyi söyleyemiyorum. Evet, şiirden şiire insanı kara bir kefen gibi saran ölümsiyahkarakaranlıkkefen sözcüklerinin bitmeyen tekrarında, insana soluk aldırmayan ağır, yoğun bir hava vardı, bir ölü kokusu vardı; evet, ölüm imgeleri birbiri üzerine yığılarak, birbirinin sırtına binerek eziyordu birbirini; evet, ölüm çiçeğini toplamaktan, koklamaktan, siyah kasabalarda ölüm yağmurunda ıslanmaktan bitkin düşüyorduk, ölüm seline kapılıyor, elimiz kolumuz tutmaz oluyordu. Belki en çok bunaydı karşı çıkışım. Ama o ezici yoğunlukların dışında, ‘iyi şiirmiş’ onlar diyorum şimdi. Daha doğrusu ‘iyi şiirler’, usta işi dizeler, çarpıcı imgeler varmış” diye yazıyordun. O kitap karanlık, ‘bungun’ bir hava yaratmıştı, doğru. Ağır, zor, sıkıcı, kasvetli, senin dediğin gibi ‘ezici yoğunlukta’ bir kitap olmuştu, sanırım biraz da ben ağırlaştırmış olmalıyım bu havayı, bu duyguyu iyice kasvetli hale getirmiş olmalıyım. Kitapla ilgili yapılan kimi ¥ Mehmet H. Doğan ve bir ödül Ë Ahmet TÜZÜN 1 996 yılında Antalya’dan Hasan Şişli, Cahit Kerse ve artık aramızda olmayan Cemil Köksal, Bursa’da düzenlenen, “Ahmet Oktay Sempozyumu”na katılıyor. Etkinlik sonrası, bu tür bir Sempozyum’un Antalya’da da yapılabileceği düşüncesi oluşuyor. Mustafa Durak, Ali Cengizkan, Ramis Dara, Ahmet Oktay destek veriyor, çeşitli görüşler alındıktan sonra Şiir Ödülü düzenlenmesine karar veriliyor, kısa sürede yönetmelik hazırlanıyor. İlk Altın Portakal Şiir Ödülü 1997’de, Enis Batur’un, “Opera 14004” adlı kitabına veriliyor, ardından Sempozyum gerçekleştiriliyor. Gerek Ödül’ün hazırlık döneminde gerekse Seçici Kurulu’nda yer alanlar arasında Mehmet H. Doğan da bulunuyor. Özellikle Birinci Ödül’de ve Sempozyum’da yaşanan zorluklara rağmen sürmesinde ısrar eden, vazgeçmek isteyenleri yüreklendiren o olacak, gelişmesi, bugünkü konumuna gelmesinde daha sonraki yıllarda 6., 9.,10. Seçici Kurullarda görev alarak önemli katkılar verecektir. 2004 yılında Altın Portakal Şiir Ödülü’ne değer görülen Güven Turan’ın, “Cendere” adlı yapıtı için Sempozyum’da Onur Konuğu olarak yaptığı konuşmada, ödüllerin başarılı olması, kurumsallaşması konusunda üç noktayı öne çıkarıyor: “ … Ödüller ve onlara değer görülen kişilerle ilgili tartışmalar hep sürecektir. Burada önemli olan ödüllerin eleştirilere direnebilmesi. Bunu yapabilmesi için şu üç unsurun bulunması gerekiyor: a) Ödüllerin amacının iyi saptanması b) Ödülü düzenleyen kurumların saygın olması c) Seçici Kurulların güvenilir, tartışılmayan isimlerden oluşması…” (1) Bir ödülü bekleyen tehlikelerle ilgili ise “ Şiir ve Ödül” adlı yazısında şunları söylüyor.: “… yaş, ün gözetilmeden, salt ödül almak ya da ödüllerden para kazanmak için girilen ya da verilen ödüller, bir değer karmaşasına yol açmaktadır. Bu türlü alınan ve verilen ödüllerin yıllar sonra rengi atmış giysiler gibi giyilmez, taşınmaz duruma geleceği kesindir. Öte yandan ödüller giysilere benzer, örneğin bir gömleğe; kimisine bol gelir, kimine ise dar. Ya üzerinden sarkar insanın ya da giyer giymez orasından burasından patlar. Öyleyse kişilerin de kendi ölçüsüne uygun gömleği bulacağı bir ödüle başvurması gerekir; yoksa jüri düzeneğinin iyi işlememesi durumunda ya dar ya da bol bir gömlek edinmiş olur. Yıllar sonra jüride kimlerin bulunduğu unutulabilir de, ödülü kimin aldığı unutulmaz…”(2) Altın Portakal Şiir Ödülü’nde oniki yılı geride bıraktık. Bu oniki yıl içerisinde Enis Batur (1997),Haydar Ergülen (1998), Gülten Akın (1999), Mehmet Taner (2000), Hüseyin Ferhad (2001), Ahmet Oktay (2002), Necmi Zeka (2003), Güven Turan (2004), Yücel Kayıran (2005), Birhan Keskin (2006), Lale Müldür 2007), Cevat Çapan (2008) olmak üzere şiir anlayışları çok farklı şairler Ödül’e değer görüldüler. Altın Portakal Şiir Ödülü’nü alan şairlerin farklılığı, Mehmet H. Doğan’ın vurguladığı unsurları yerine getirme, ödülleri bekleyen tehlikelerden uzak durma yönünde doğru adımların atıldığını gösteriyor. Bizlere verdiği dayanışma duygusu, birikimlerini paylaşması ile bu çabalarda büyük açılımlar sağlayan Mehmet H. Doğan, açmaza düştüğümüzde, kafamızda soru işaretleri oluştuğunda yardımına, düşüncelerine başvurduğumuz ilk kişilerden biriydi. Ardında antolojiler, yıllıklar, çeviriler, şiir üzerine yazılar bırakarak ayrıldı bizlerden. Eleştirel denemeleriyle şiir alanının diri kalmasını, tartışılmasını sağladı. Bugün, farklı şiir dergilerinde tartışmalar sürdürülüyor, dosyalar hazırlanıyorsa onun yarattığı “ bellek” sayesindedir. Mehmet H. Doğan’ın ülke şiirinin gelişimine, düşün hayatına yaptığı katkılar, bıraktığı boşluk zaman geçtikçe daha iyi anlaşılacaktır. ? 1) “Güven Turan Şiiri ve Cendere”: Haz: Ahmet Tüzün, Şiirdem Yayınları, 2005 2) “Yazının Bir Çağı, Seçme Yazılar” Mehmet H. Doğan, YKY, =2006 CUMHURİYET KİTAP SAYI 948 SAYFA 14
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle