Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ dizi olmanın verdiği rahatlık hemen kendini belli ediyor daha sonraki kitaplarda. Sonra benim kitabım Yitik Kent Ankara okurla buluştu haziranın ilk haftasında. 29 yaşımda Berlin’e geldikten sonra uzun süre içimde taşıdığım, özlediğim ve her fırsatta görmek için can attığım Ankara’nın benden giderek uzaklaşmasının öyküsünü yazdım ben de. Ben Ankara doğumlu değilim ama 1956’da kente geldiğimizde, daha doğrusu Konya’dan göçtüğümüzde beş yaşındaydım. Başkent beni eğitti, büyüttü, askere yolladı. Çocukluğum ve fırtınalı üniversite yıllarım, eski Ankara mahalleleri, evleri ve sokakları, sinemalar, komşularımız... içimden çıkmadı hiç. Kavafis’in şiirindeki gibi oldu her şey: Kent hep peşimden geldi durdu Berlin’de. 1980’den beri yaşadığım Berlin’de yeni ülkeler, yeni denizler, yeni sokaklar, yeni mahalleler buldum. Bulmasına buldum da 19561980 Ankara’sını unutturamadı bu bana. Çocukluğumun, gençliğimin geçtiği Ankara mahallelerini, sokaklarını, evlerini aradım her gittiğim yerde. Sonra bir de baktım ki giderek iyice sararmış, solmuş bir fotoğrafa dönüşmüş Ankara bende. Farklı bir kent biyografisi oldu sanıyorum Yitik Kent Ankara. Benim için siyasal olarak çoktan yitip gitti Ankara. Türkiye’nin başına türbanı geçiren bir anlayışın varlığıyla benim ne ilişkim, yakınlığım olabilir ki. O açıdan da yitirdim kenti, sonra artık tanıyamadığım ve yakınlık duyamadığım da bir başkent duruyor karşımda. Ama geçmişim, pek çok kişinin geçmişiyle ortaktır, anıklarım ve yazın dünyasına adım atışım da. “yayla kültürü”, “yayla kahveleri”, “Muğla’dan kesitler”, dokumacılık, “Muğla’nın özlü sözleri”... Denize Düşen Dağ: Ordu’ymuş demek. İbrahim Dizman Çanakkaleli ama Karadeniz Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra da kentte kalmış uzun bir süre. Dışardan biri olsa da yazar, “kentin ruhunu en iyi anlayanlardan biri” olduğuna inanmış. İnanmasa bu ruhu taşıyan kitabı yazabilir miydi? Kentte doğup büyümüş ve içinde yaşadığı mekânları kanıksamış insanların göremedikleri farkına bile varmadıkları güzellikleri tarihi dokuyu içine doya doya çekmiş yıllarca. “Bir Kente Varmak”, orayı keşfetmek ve serüvenin coşkusuna kendini iyice kaptırmak demektir. Kültürel yapı, geçmiş ve bugün arasındaki insan ve kent manzaraları bizi kitabın yazarıyla birlikte “Kentin Kalbine” doğru alıp götürür. Kentin, tarihin kalbine taht kurmuş altın fotoğrafları da yolumuz bire bir aydınlatır. “Zamanın Hazinesi”nde ne varsa, ne birikmişse belleğinde işte onu kapmak için yollara düşüyor kente yabancı konuklar. Çünkü “Bir kenti anlamak için evlerden caddelere, sokaklara akan sesleri ve yüzleri tanımak gerekir.” Zamanla kentler de değişiyor sesiyle, yüzüyle, yaşamıyla, mimarisiyle, kültürüyle, siyasetiyle... DİĞER KİTAPLAR... Çoğu zaman eski aranır hale geliyor bozulan kentlerin gidişatına bakılınca. Nereden nereye geldiğimizi, daha doğrusu gittiğimizi de gösteriyor Türkiye’nin Kentleri dizisinde çıkan bu kitaplar. Yazarların yaşamlarıyla birlikte kentlerin geldikleri konumlar çarpıcı, etkileyici gözlemlerle sergileniyor bu çalışmalarda. Kentin yaşamını, geçmişini, sofralarını, çarşılarını, evlerin, sokaklarını, meydanlarını, sinemalarını, tiyatrolarını, geleneklerini, şiirlere, romanlara, öykülere girişlerini de öğrenmiş oluyoruz. Bu diziden başka hangi kitaplar çıkacak, hangi kentlerle tanışacağız diye sorarsanız, işte yanıtı: Refik Durbaş’ın kaleminden Erzurum, Dinçer Sezgin’in İzmir’i, Lütfiye Aydın’dan Antep, Cengiz Bektaş’tan Denizli, Adil İzci’den Niğde, Hüseyin Avni Cinozoğlu’ndan Safranbolu, Güven Turan’dan Samsun, Ramis Dara’dan Bursa, Haydar Ergülen’den Eskişehir, Hidayet Karakuş’tan Isparta... Adım adım Türkiye’nin kentlerini kucaklıyor şairler, yazarlar... Kocaman bir kent kültürü belgeseli hayata geçirilmeye çalışıyor. ? Ömür Biter İstanbul Bitmez, Eray Canberk / Rüknü Özkök, Heyamola Yayınları, 2. basım Mart 2007, 420 sayfa. Annem Babam Malatya, Necati Güngör, Heyamola Yayınları, Ekim 2005, 231 sayfa. Sonsuz Aşkım Hatay, Burhan Günel, Heyamola yayınları, Ekim 2006, 303 sayfa. Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon, Çiğdem Sezer, Heyamola Yayınları, Eylül 2007, 262 sayfa. İçimizdeki Zonguldak, İrfan Yalçın, Heyamola Yayınları, Mayıs 2008, 184 sayfa. Yitik Kent Ankara, Gültekin Emre, Heyamola Yayınları, Mayıs 2008, 430 sayfa. Muğla’da Güz Baharı, Tülay Kayar, Heyamola Yayınları, Mayıs 2008, 239 sayfa. Denize Düşen Dağ: Ordu, İbrahim Dizman, Heyamola Yayınları, Mayıs 2008, 278 sayfa. SAYFA 5 ANILAR TANIKLIKLAR Kent olgusu bir biçimlenmeyi ve yaşama kültürünü de içeriyor tarihi ve sosyolojik yapısıyla birlikte. Anıların zengin besleyiciliğinin yanında tanıklıklar, fotoğraflar ve belgeler de dizinin kitaplarını farklı kılmaya yetiyor. Görmediğim ve belki de hiçbir zaman gidip tanışma olanağı bulamayacağım, ama merak ettiği kentlerden biri Muğla’ysa öteki de Ordu’dur. Bu iki kent de dizide yer almış. Muğla’da Güz Baharı’nı Tülay Kayar yazmış. Ailesiyle birlikte beş yaşında gelip konmuş eski bir Muğla evine. Muğla’nın yaşamıyla “sırdaşlığı”nı öne çıkarmış. “Tahta kapının açıldığı ‘hayat’, yeni hayatı”dır artık. Başına “atılan buğday, ceviz gibi yiyeceklere anlam arayıp dururken”, beyaz giysisinin “üzerine bir de çocuk” oturtmuşlar “gelenektir diye.” Kayınvalidesinin belirlediği “gelin gezmelerine” gitmiş epeyce. “Geleneklerin, göreneklerin yaşatılmasındaki bu duyarlık”tan etkilenmiş. Kayınpederiyle yaşadığı kentin gelenekleri üzerine uzun sohbetlere girişmiş. Ondan Muğla’yı öğrenmiş iyice: “Kahveye mercanköşkü atmayı, ortancaların kışın budandığını, yayla göçlerini, yayla akşamlarını, irimlerin bozulduğunu, kuzulu kapılarda anahtar deliği bulunmadığını...” Sonra da anlatıların dünyasını aramaya başlamış: “Sokaklardaki Arnavut kaldırımlarını”, “Yayla kahvelerinde yapılan Karagöz gösterilerini, evlerdeki almalıkları, hanları” aramış durmuş. Bunları yazmak için kalemi eline almış. Ortaya “Sofrasına konan ‘yağlı badılcanlı’, ‘yoğurtlu böberle’ mutlu olmayı başarmış Muğlalı” biyografisi çıkarmış ortaya: Muğla evleriyle başlayan Muğla’yı keşif gezisi hanlar, hamamlar, sinemalar, bahçeler, değirmenler, Rum izleri Saburhane, “Muğla Arastası”, “düne bakış”, “sosyal kültür”, “yemek kültürü”, “ramazan”lar, “hıdırellez”ler, CUMHURİYET KİTAP SAYI 973