23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Oyun dosyaları... Y azın çevresi, “dosya” sözcüğünü şiir, öykü, roman türleri için kullanır daha çok… Yayınevlerine verilen, gönderilen dosyaların ardından bir tatlı bekleyiş başlar… Acaba nasıl bir yanıt gelecek, yayınevinin yanıtı ne olacak? Yanıt olumlu çıkarsa oh, yaşamıştır şair, yazar… Ya olumsuz olursa?… Şair, yazar özü gereği iyimserdir bir kez… Ne mi yapar, hemen yeni bir yayıneviyle ilişkiye geçer… Ancak yazınsal etkinliklere yönelik yıl sonu değerlendirmelerinde dönemi içinde yayımlanan şiir, öykü kitaplarıyla roman sayısına bakıldığında ürpertici toplamlarla karşılaşılıyor ne yazık ki… Daha yirmi, otuz yıl öncesine dek ancak onlu basamaklarla yayımlanırken günümüzde yüzlü basamaklara ulaşmış olması kitapların, aynı zamanda bir tehlikenin de boyutunu gösteriyor olmalı bize. Ülkemiz, “sanat sonu indirimleri”ne mi girdi yoksa? Üstelik bir de oyun dosyaları var… DOSYALAR; VERİMLEMENİN FİLİZLERİ... MitosBoyut Yayınevinin son üç yıldan bu yana genç oyun yazarları arasında sürdürdüğü bir oyun yazma yarışması var. Bu yıl buna yüz yirmiyi aşkın dosya katılmış… Demek ki oyun dosyalarındaki sayı da ötekilerinden pek farklı değil. Başka yarışmalara ya da tiyatrolara gönderilen dosyalar da buna eklendiğinde sayının çok daha yukarıya çıkacağı açık. Bizde oyun yayımlayan tek yayınevi var: MitosBoyut. T.Yılmaz Öğüt’ün yıllardır büyük dirençle, özveriyle sürdürdüğü oyun yayıncılığının tüm oyun dosyaları için seçenek oluşturabileceğini düşünmek saflık olur elbette. Çünkü yıl içinde bir elin parmakları sayısınca oyun ancak yayımlanabilir herhalde. Öyleyse belki de yüzlerce dosya, kendilerine hiç dokunulmadan, kimselerle herhangi iletişim kuramadan yitip gidiyor da bizim haberimiz olmuyor. Oysa şiir, öykü, roman bir biçimde yayımlanabiliyor, ama oyunun sahnelenme, yayımlanma olasılığı bunlara oranla daha az. Bir oyun yazarının böylesi ortamda kabuğunu çatlatıp, Buraya kadar iyi de bundan sonrası için ister istemez kaygılanıyor insan. Neden? Çünkü yayınevi bulamayan dosya hemen hemen yok gibi, herkes iyi kötü bir yayınevi bulabiliyor kendine… Böyle olunca hangi dosyanın yazınsal açıdan değerli, ama bu arada hangisinin kayda değer olmadığı sorunu, atla it izinin birbirine karışmasına benzer biçimde insanın kafasını allak bullak etmeye yetiyor… Verimlenen demeyeyim, kaleme alınan ya da yazıldığı varsayılan dosyaların tümü değilse de tümüne yakını, eğer yayınevi bulabiliyorsa kitaplaşmak için kendine, ortada ciddi sorun var demektir bana sorarsanız. Öyle ya, ya yazınsal beğeni düzeyi hiç mi hiç gelişmemiştir toplumda ya da yazın, ciddiye alınan iş, edim olmaktan çıkmış demektir nicedir. Ülkemizde yayımlanan şiir, öykü kitaplarıyla romanların neredeyse tümünün suçlanabilirliğine açık duran böylesi yaklaşım sağlıklı değil elbette. Üzerinde durulması gereken yapıtlar, bunları verimleyen şairler, yazarlar her zaman kendilerini belli eden apayrı konum sergileyebiliyor zaten… başını çıkarabilmesi, gelişerek kendini kabul ettirebilmesi olanaksız demeyelim hadi, ama oldukça zor… Tiyatro sanatımızın gelişimi, bir tek oyun yazımındaki verime, bunun niteliğine, çeşitliliğine, aykırılığına, deneyciliğine vb. bağlı değil elbette, ne ki yine de Türk tiyatrosunun, ileriye sıçrarken söz konusu oyun dağarını kendisine dayanak yapacağı ortada… O halde, oyun dosyalarına yönelik tutumun, bir çocuğa, gence gösterilecek sevecenlikle, içtenlikle eşdeğer olması gerektiği unutulmamalı derim… Peki biz, sayıları her yıl birkaç yüzü bulacağı kestirilebilecek oyun dosyaları için gereken özeni gösteriyor muyuz? OYUN, DOSYASINDAN TUTULUR... Bir oyunun çok seyircili hale gelmesi, bir kitabın çok satışlı duruma geçmesinden, bir müziğin satış listelerine girmesinden farklı değil; sanat yapıtının niteliğini ele veren ölçüt bu değil elbette. Çünkü sanat, çok satarlıkla doğru orantılı edim değil işin başında. Sözgelimi bizim bireysel açıdan çok haz aldığımız bir yapıt, hiçbir anlam taşımayabilir sanat bağlamında. Tam tersine, bizim beğenmediğimiz bir yapıt, estetik açıdan çok değerli, nitelikli bir yapıt da olabilir… Bunu tam anlamıyla kavrayabilmek için yapıtın, güzelduyusal açıdan kendisi olarak alımlanması gerekiyor. Bu zorunluluk yerine getirilmeden bir sanat yapıtı üzerine değer bildirmenin olanaksızlığı akıldan çıkarılmamalı kesinlikle. Sanat da bilim gibi ancak kendi ilkeleriyle yargılanabilir. İşte bütün bu nedenlerle oyun dosyalarının okunması, değerlendirilmesi apayrı bir anlam taşıyor. SAHNEYE OYUN ALMAK, OYUNU SAHNEYE ALMAK... İşleyişi bilen bir dostumdan dinlemiştim, Devlet Tiyatrolarında dağara alınmış, ancak henüz sahnelenmediği için havuzda bekletilen oyunlar bile sayıca oldukça kabarıkmış… Buna göre yayımlanması ayrı dert, sahnelenmesi bambaşka dert oyun dosyalarının… Türkiye’nin en çok oyun yayımlayan, neredeyse bu alanda tek kalmış görünen MitosBoyut Yayıneviyle en çok oyun sahneleyen Devlet Tiyatrolarının durumu bu! Ya ötekileri? Yayınevlerinin çok büyük bölümü oyun yayımlamıyor zaten. Tiyatro sahneleri ise “oyun” aramıyor, kendilerini öne çıkarmada aracılık yapacak, ötesinde seyirci patlaması yaratacak “sahne metni” ya da “olay metin” arıyor. Bunun anlamı şu: estetik açıdan çok iyi yapılandırılmış bir şiir, öykü, roman, oyun dosyası, süreç içinde kesinlikle yayımlanabilir, ancak çok iyi yapılandırılmış bir oyun dosyası, yine de sahnelenme şansı bulamayabilir hiçbir zaman! Türk tiyatrosunda, hiçbir topluluk, nitelikçe yüksek oyun aramıyor, resmi ödenekli olanlarıyla birlikte topluluklar yalnızca kendilerini öne çıkaracak oyun arıyorlar. Bütün bunların ardından, insan düşünmeden edemiyor; her yıl verimlenen, sayıları yüzlü rakamla dile getirilen oyun dosyaları ne oluyor peki? Her yıl okuduğum, sayıları onları bulan öykü, roman, oyun dosyaları var… Öykü, roman dosyalarından “Kitaplar Adası”nda da söz ediyorum aralıklarla. Ama bugüne dek oyun dosyalarından yazılarımda söz açmamıştım hiç. Bunların da buna gereksinim duyacağını düşünerek tiyatro mevsiminin başlaması, perdelerin açılışıyla birlikte bu dosyalardan söz edeyim istiyorum birer ikişer satırla… Bu yıl içinde onu aşkın dosya okumuşum, neler bunlar, sıralayayım ilkin: Mert Barış’tan Yabancılar Cinayeti, Aziz Aydın Doğan’dan İki Yaşlı Küçük Hanımın Curcunası, Serap Gökalp’ten Kalp Krizi, Burhan Gün’den Mutlugiller Ailesi, İnci Gürbüzatik’ten Onları Kahreden Şarkılar, Cemalettin E.Kavaklıgil’den Devlet Kuşu Köy Enstitülü Öğretmen, Azade Küçükaycan’dan Yesemin Bizi Bağışla, Kemal Şerif Öztürk’ten Toprak, Özlem Sezer’den Akıl Karışıklığı, Nihat TaySAYFA 20 daş’tan Tütüncüler, Funda Yıldız’dan Öteki Kadın. Okuduğum dosyaların kimileri dostlarımın, arkadaşlarımın kimileri başka alanlarda kitaplar verimlemiş yazarların, kimileri sahne çalışmasını sürdüren eylemli tiyatrocuların… Şimdi kısa notlarla bunların üzerinde durayım biraz… Mert Barış, Yabancılar Cinayeti’nde seçkin, özenli, diyaloglarıyla dikkati çekmiyor yalnız, yanısıra, soyutlayımıyla, ele aldığı sorunsala yaklaşımı, bunu yansıtımıyla da başarılı bir ilk oyuna imza atıyor başlangıç olarak. Çünkü yazar yirmi yaşında, amatör olarak tiyatroyla da ilgilenen bir üniversite öğrencisi… Hadi Mert, devam! Aziz Aydın Doğan, İki Yaşlı Küçük Hanımın Curcunası’nda çok bildik bir konuyu alsa da kendine, yaklaşım biçimi, işleyişiyle hoş bir oyun. Ne var ki kişilerin, tiyatro sahnesinden taşıdıkları diyaloglar, tiratlar yaşamın içinde, bununla hoş, uyumlu geçişlerle verilebilse, iki emekli oyuncunun gündelik yaşamına değgin daha geniş açılım getirilebilseydi oyunda, herhalde daha parlak bir sonuç çıkardı ortaya. Üzülmemek elde değil! Serap Gökalp, Kalp Krizi’nde bir ölçüde sinemasal anlatım tekniği kullanırken bundan, daha çok vodvil düzleminde yararlanıyor sanki. Öte yandan başlangıçtaki dış sesin oyuna akışkanlık yerine kesiklik kattığı da öngörülebilir. Ancak buna karşın, kıvrak dili, kimi sorunsallar karşısında zekice köpürtülmüş yaklaşımlarıyla yine de dikkat çekici bir oyun. Burhan Gün, Mutlugiller Ailesi’yle tipik halk tiyatrosu denemesi yapıyor aslında. Bir çalım Dario Fo, bizden Muzaffer İzgü, Ferhan Şensoy, Ali Erdoğan ardıllığı yansıtan bir yazar tutumu bu. Hızlı tartımı, sözeylem koşutluğu ile oluşturduğu güldürü halk tiyatrosu omurgasını kurmasına yetiyor yazarın. İlginç, ama daha az kahramanla çalışabilseydi keşke yazar. İnci Gürbüzatik, Onları Kahreden Şarkılar’da görsel yanı yalnızca biçimsel kaygı bağlamıyla kalan, anlatımcı, öyküyle koşut, hikâye edilen bir yapı yansıtıyor. Bu nedenle yineleme bağlamında alınabilecek, ötesinde sürekli kendi üzerine kapanan bölümcelerle de karşılaşılıyor oyunda. Ancak parlak bir tek kişilik gösteri metnine dönüşebilir herhalde oyun. Cemalettin E.Kavaklıgil Devlet Kuşu Köy Enstitülü Öğretmen’de folklorik öğelerin görsel, işitsel, eylemsel katkısını yanına alan açık biçimli bir oyunla çıkıyor karşımıza. Seyirlik köy oyunu kalıbıyla birleşip hız düzeyi de yakalarken, sorunları sahne düzleminde değil, anlatımda çözümlemesi, oyunun yükseklik yitirmesine yol açıyor. Azade Küçükaycan, Yesemin Bizi Bağışla’da kıpırdak, akışkan, dengeleri yerli yerinde bir oyun çıkarıyor. Ancak oyundaki ailenin hem ekonomik, toplumsal hem de kültürel, törel açıdan yapılandırılışı ile temel karakter Yasemin’in aile tarafından infazının inandırıcılık bağlamında ustalıkla örtüştürüldüğü söylenemez. Böyle olunca oyundan yayılan gerçektenlik duygusunda zayıflama görülüyor ister istemez. Kemal Şerif Öztürk, Toprak’ta bilinen izlekler yönünde, yine bilinen biçemle, klasik tragedyanın izini sürerek verimliyor çalışmasını, oyunun başarısı için yeterli değil elbette bu. Kaldı ki “anlatı” bağlamında alındığında, yeni bir yaklaşımla, farklı açılımlarla da karşılaşılmıyor oyunda. Hatta tersine, Murathan Mungan oyunlarıyla biçemsel yatkınlık gözlemlendiği de düşünülebilir bu arada. Özlem Sezer, Akıl Karışıklığı’nda açmazları çok iyi yerleştirilmiş, gerek içerikçe gerekse biçemce insanın ilgisini çeken modern bir hava yansıtıyor. Karakterler de yerli yerinde. Bu yanıyla iyi yapılandırılmış bir metin. Değerleri,sınıfsal tutumları,bu doğrultuda ahlak anlayışlarını yansıtış biçimiyle de dikkati çekiyor ayrıca yazar. Nihat Taydaş; Tütüncüler’de Çavuş Dedeyle sözlü tarih bağlamında geçmişe dönük bakış getirirken tarım işçiliği, tütün, bu doğrultudaki hak arama mitingi vb. konularla bir açıdan güncelleştiriyor da oyununu. Sağlam çatısıyla tek bölümlük bir oyun. Ne var ki kısa oyun kalıbından kendini kurtaramadığı da söylenebilir yazarın. Funda Yıldız, Öteki Kadın’da pırıltılı düzlem kaydırmalarıyla dikkat çekici hoş bir oyun sunuyor. Bireyin yalnızlığı, üç kişi arasında, her birinin tek tek, ayrı ayrı yaşadığı yalnızlık ustalıkla, sahne plastiği dışlanmadan yansıtılmaya çalışılıyor. Ancak bu teklik, kadınca bir bakışın egemenliğine kayıyor oyun ilerledikçe. İşte size on bir oyun dosyası… Peki n’olacak bu dosyalar? Ödeneklisi, özeli, amatörü, tiyatro topluluklarımız, kendilerini sahnelemekten oyun sahnelemeye ne zaman geçecek acaba? ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 973
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle