Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Okuduğum Kitaplar METİN CELÂL Sürtük ve Kalpazan am yedi gündür kursağıma bir lokma bile girmedi. Bedenimde bir yıkım var. Açlık ve gıdasızlık önce iç organlarımı sonra da yavaş yavaş dışa vurarak derimi tahrip ediyor. Damarlarım büzüldü, kanım azaldı, yüzüme acı mı acı bir ifade oturdu. Ter içindeyim. Salondaki kanepenin üzerine sızıp kalmışım” diye başlıyor İbrahim Altun’un romanı Sürtük ve Kalpazan (Doğan Kitap, Ağustos 2008). “T Romanın hem kahramanı, hem de anlatıcısı Murat Kavak, hayatta dibi bulmuştur. Öylesine yoksuldur ki yemek parası bile kalmamıştır. Aylardır kirasını, bankaya olan borcunu ödeyememiştir. Yalnız, terk edilmiş, umutsuz bir vaziyette ölümü beklemektedir. Tek dostu, zaman zaman ziyaretine gelen Zeytin adlı karakedidir. Zeytin’le sohbet ederler. Zeytin, dobra bir dille gerçekleri söyler, acımasızca eleştirir. Murat Kavak, ilk romanını yirmili yaşlarında yazmış, 76 sayfalık bu roman altı ay içinde 168 adet satmıştır. Liseli bir delikanlı (s. 168’de genç bir kız olarak anlatılıyor) romanı okuduktan sonra tıpkı roman kahramanı gibi yedinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atmıştır. Romanının bir intihara yol açması, Murat’ı, yazmaktan soğutur. Ama parasızlık nedeniyle sözünü tutamaz, dergilere pornografik öyküler yazmaya başlar, hatta bir televizyon dizisi de yazar. Dergiden birikmiş teliflerini, yapımcı şirketten senaryo ücretini alamayınca beş parasız kalır ve yeniden roman yazma fikrine sarılır. Murat’ın romanında genç öğretmen Ferhat Yalçınkaya’nın Urfa’ya tayini, atama emrinin çalışacağı okula ulaşmadığı bilgisini alması sonrasında bir otele yerleşmesi ve orada Çinli bir turist kıza kafayı takması, bir gece nedensiz yere Çinli kızı öldürmesi anlatılmaktadır. Beş parasız olmasına rağmen Urfa’ya, konu edeceği yerleri incelemeye gittiğinde romanında anlattığına benzer bir otelde kalır ve Urfa’dan ayrıldıktan sonra kaldığı otelde Çinli bir kızın öldürüldüğünü gazetede okur. Bu haber romanın bütün kurgusunu altüst eder. İstanbul’a dönerken ani bir kararla Gaziantep’e gider. Otele para vermektense gece boyunca şehirdeki barları dolaşmaya karar verir ve yolu bir pavyona düşer. Orada, “Oryantal SAYFA 12 Azize” diye anons edilerek sahneye çıyon hesabı olarak verip İstanbul’a dökan İrina Murat’ı etkiler. Program bitinner. ce tuvalete giden Murat kuliste bir Urfa’dan döndükten sonra teneke adamın İrina’ya bağırdığını görür, olakutudaki altı buçuk lirayla dört gün ya müdahale eder. Garsonlar Murat’ı idare eder ve sonra yedi gün sürecek sakinleştirip yerine götürürler. Bir süre açlık süreci başlar. Yedinci gün, ona sonra İrina, Murat’ın masasına gelir. hep ağabey gibi davranmış, iyilik etMurat’ın yazar olduğunu öğrenen İrina miş, karşılıksız borçlar vermiş Günter ona kendi hikâyesini anlatır. Hayattaki Abi’sinin yemek davetine katılmak için asıl amacı dansta kariyer yapmaktır. evden çıkar. Galip Dede Yokuşu’nu tır“(…) altı sene klasik bale eğitimi almış, manır, Tünel Meydanı’nda gücünü yitiKuğu Gölü balesinde sahneye çıkmış, rince tramvay durağında oturur ve daha sonra kız kardeşi kaza sonucu tramvay hürakat saatini sormaya gelen felç kalınca (olunca, olsa gerek) ona kadın kıyafetli adamın askerlik arkadabakmak için memleketine dönmüş, şı (daha sonra “çocukluk arkadaşım” parasızlık yüzünden türlü sıkıntılar içindiye söz edecek. S. 95) Gazanfer olde boğuşurken aklına göbek dansı öğduğunu fark eder. Gazanfer, Murat’a renmek gelmiş ve bu işten para kazanbira ısmarlar, cebine yirmi lira koyar ve maya başlamış.” İrina, daha sonra İs“İçinde hayırlı dualar var. Sana daima tanbul’da, Murat, daha önce pavyonyardım eder ve seni kötülüklerden koda konuştuklarını hatırlamayıp dans rur” diyerek muska şeklinde, gümüş etmeyi nerede öğrendiğini sorunca bir kolye olan bir cevşen hediye eder. “Ben dans akademisinde öğrenciydim. Yirmilik banknot Murat’a hem umut Bir yıl sonra bitecek” der ve Türkiye’ye hem de yaşama şevki verir. Yedi güngelip göbek atmasının nedeni olarak lük açlıktan sonra içtiği bira dokunmada okulu bitirmek için para biriktirmek mıştır, üstüne bir şişe su içer, istemesi olduğunu söyler (S.142). Bir bir simit yer. Akşam yemeğe an İrina’nın hikâyesini değiştirerek angittiği Günter Abi’nin niyeti lattığını düşünsek de daha önce de onu entelektüel çevrelere tabenzer farklı anlatımlar olduğunu gönıtmak, belki de yazmakta zönüne alarak anlatıcının belleğinin zaolduğu romanının yayınlanyıf olduğunu, redaksiyonda da bu hamasını kolaylaştırmaktır. taların düzeltilmediğini düşünmemiz Ama orada karşılaştığı çok daha doğru görünüyor. İstanbul’a gelip Murat’ı bulduğunda İrina’nın elinde “küçücük bir çanta” vardır (s.121), hatta Murat “Eşyan bu kadar mı?” diye sorar. Sonra küçük çanta, sırt çantası olur (s.122), ardından valize dönüşür (s. 123), İrina evdeki dağınıklığı kast edip “Valiz açacak yer yok” der (s. 126), “valizini yatak odasının kapısına kadar sürük”ler (s.131), içinden küçük bir makyaj çantası ve birçok giyim eşyası çıkartır. Ama daha sonra banyo yapınca “küçük çantasını aç”ar (s.132), ardından çanta yine valiz olur (s.135), ve nihayetinde “küçük çantasını da al”ıp gider (s.158). Murat, pavyonda içki içerlerken, altı ay sonra İstanbul’a geleceğini söyleyen İrina’ya cep telefonu numarasını verir ve İbrahim Altun, tesadüflerle gelişen, kısa bölümlerle akıcı anlatımlı bir roman yazmış. Sürtük ve Kalpazan, kolayca ve merakla okunuyor.Habütün parasını pav satan kitaplar yazarı ile yazarın ajanının aşağılayıcı tavırları yemek bile yemeden kaçarcasına gitmesine neden olur. Murat, sonunda Tanrı’ya inancının ve cevşenin yararını görür, yapımcı şirketten arayıp, alacaklısı olduğu senaryo ücreti olan 5 milyarı hemen gelip alabileceğini söylerler. Maslak’a gidip parasını alan Murat, dürüst bir yapıda olduğu için, hemen borçlarını kapamaya karar verir. İlk iş olarak kredi kartı borcunu ödemek için bankaya gider, ama sıra bir türlü gelmeyince borç ödemeyi erteler, aylardır biriken kira borcunu ödemek için kapısını çaldığı ev sahibesini de evde bulamaz. Tünel’deki çaycıya borcunu öder, karınını doyurur ve eve döner. Şarap içip Zeytin’le sohbet ederken İrina arar. İstanbul’a gelmiştir, Taksim’de otobüs yazıhanesinin önünde beklemektedir. Günlerdir düşlerinden çıkmayan hayallerinin aşkı şimdi gerçek olmuştur. İrina, Murat’ın hayatına bir melek gibi girer. Evi derler, toparlar, temizler. Birlikte dışarı çıkar, giysiler satın alır, sonra bir Çin lokantasına yemeğe giderler. Murat sürekli birlikte yaşama hayalleri kurar, Zeytin’in uyarılarına kulak vermez. Alışveriş poşetleriyle eve döndüklerinde yatmaya hazırlanırken, sanki İrina’ya parasının olduğunu göstermek ister gibi cebindeki parayı masanın üzerine fırlatır (sonra fırlattığının para dolu zarf olduğunu okuruz. s.157). Ama İrina paralara dönüp bakmaz bile. Sevişirler. Mutludur, Allah’ına şükreder. Gece yarısı bir dürtü ile kalkar, romanını yazmaya devam eder. Sabah uyandığında İrina yanında yoktur. Küçük çantasını ve masanın üzerindeki parayla, Murat’ın cep telefonunu alıp gitmiştir. Romana adını veren “Sürtük”, İrina’dır. Murat, “beş parasız, aç ve öfkeli olarak” kalakalmıştır. Evdeki, tüm ilaçları içerek intihar eder. İntihar ederek hem dertlerden kurtulacağını, hem de yaşarken bulamadığı ünü bulacağını umar. Annesine hitaben bir mektup yazar, “kâğıdı dörde katladım ve pantalonumun arka cebine sokuşturdum” diye anlatır (s.173) ve hemen izleyen sayfada, eve Zeytin’i buyur ettikten sonra cebinde olduğunu düşündüğümüz mektubu tekrar cebine koyar (S.174). Geriye yakışıklı bir fotoğrafı kalması gerektiği düşüncesiyle eski yakın arkadaşı, ünlü moda fotoğrafçısı Okan Parlak’a gider. Okan onu iyi karşılar ama iş yoğunluğundan fotoğrafını çekemez. Murat, umutsuzlukla çıkar, şuursuz bir halde Taksim Parkı’na gider, orada baygın düşer. Gözünü, hastanede açtığında, bir adamın kendisini alıp oraya getirdiğini öğrenir. Baştan ayağa simsiyah giyinmiş, elinde siyah bond çanta olan, simsiyah saçlı, aydınlık esmer yüzlü, yeşil gözlü bu adam masrafları ödeyip onu hastaneden de kurtarır. Kendini borçlu hisseden Murat, otelde kaldığını öğrendiği bu tedirgin adamı evine davet eder. Esrar içip dertleşirken adamın bir kan davasından kaçtığını, elindeki çantada da sahte paralar olduğunu öğrenir. Romanın “kalpazan”ıdır Edip. Murat, hayatını kurtaran bu adama âşık olmuştur. Tüm hayatını onla birlikte geçirebileceğini düşünür. Ama tedirgin Edip, çantayı Murat’a emanet eder ve giderken apartmanın kapısında öldürülür. Sürtük ve Kalpazan, sunulduğu gibi bir underground roman değil. Bir kaybeden romanı. İbrahim Altun, tesadüflerle gelişen, kısa bölümlerle akıcı anlatımlı bir roman yazmış. Sürtük ve Kalpazan, kolayca ve merakla okunuyor. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 973