25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN 38 Olayları R üştü Asyalı ile birlikte, Nâzım Hikmet üzerine “Ben Bir İnsan” adıyla bir oyun düzenlemiştik. Nâzım Hikmet’in doğum günü 15 Ocak 1901 olarak benimsenmiştir. Doğumunun 100. yılında, 15 Ocak 2001’de, Ankara’da Şinasi Sahnesi’nde izleyicinin ilgisine sunulan oyun, üç yıl boyunca, Devlet Tiyatrosu’nun değişik sahnelerinde tam bir dolulukla oynandı. Rüştü Asyalı gibi bir karakter oyuncusu; bir yandan, masal kahramanı Keloğlan’la İsmail Dümbüllü ödülünü alırken, öte yandan, şiirlerini, yaşadığı dönemleri yorumlayarak Nâzım Hikmet’i yeniden yaşattı. çağırmıştı. Devrimci bir hükümetle uyumlu çalışmak uysallık sayılmazdı. Zamanın Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer böyle bir desteği istemenin ötesinde, onu, Kurtuluş Savaşı üzerinde destan yazmaya özendiriyordu. Bu davranışlar Nâzım Hikmet’i öfkelendirmişti. Kiralık bir kalem miydi o? Arkadaşı Şevket Süreyya Aydemir’e küstü. Kendi anlayışına çekilerek özgürlüğünü yaşamak istedi. İşte “38 Olayları” dediğimiz; Nâzım Hikmet’in “Harp Okulu” ile “Donanma”yı isyana kışkırttığı savlarıyla yargılanması, bu Ankara yolculuğundan sonraki dönemin gelişmeleridir. Olayın üzerinden 70 yıl geçmiş. “Ben Bir İnsan” belgelere dayanan bir oyundu. O belgeleri anımsatarak 70 yıl sonra, Nâzım Hikmet’e oynanan oyunun günümüze de ışık tutacağını umuyoruz. Ömer Deniz adında bir Harp Okulu öğrencisine, Nâzım, “Köylü erata komünizmi öğretin” diyesiymiş. Ön soruşturmada baskı alBursa, 1948. tında tutulan öğrenci, yargılamada bunların yalan olduğunu “Askeri talimatnameler neyi gerektiriyorsa, öyle yapılmasını” söylediğini belirtir. Haluk Şehsuvaroğlu ile Fahri Çoker savcı Şerif Budak’ın yardımcılarıdır. “Elde hiçbir kanıt yok. Her yerde satılıp okunan kitaplar suç unsuru olamaz. Elde kanıt olmadan Nâzım Hikmet nasıl yargılanacak?” diye sormalarına savcı Şerif Budak’ın yanıtı düşündürücüdür: “Biz bu davada kanıt arayacak kadar saf değiliz.” Nâzım Hikmet bir önyargılı davranışın kurbanı mıdır? “Donanma Davası” Erkin gemisinde görülmektedir. Fahri Çoker diyor ki: “Erkin, denizaltı ana gemisi olduğu için, devamlı hareket halinde. Böyle anormal bir mahkeme şeklinin dünyada emsali yok.” Nâzım Hikmet’e Harp Okulu Davası’ndan 15, Donanma Davası’ndan 20 yıl olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezası verildi. İndirimlerden sonra 28 yıl 4 ay... Atatürk ağır hastaydı. Nâzım Hikmet’in dayısı Ali Fuat Cebesoy’un Atatürk’le görüşmesine izin verilmiyordu. Ali Fuat Cebesoy’un; “Milli Mücadele’deki şerefimi, hakkımı veriniz. Yeğenimi haksız yere mahkum etmeyiniz” dediği söylenir. Belki Milli Mücadele kadroları arasında da bir temizleme eylemi söz konusuydu. “Ben Bir İnsan” oyununda Nâzım Hikmet şunları söyleyecektir: “Belki, ben, görmezden gelinmesi gereken bir ayrıntıydım. Ama Paşa Dayım Ata rim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim. Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamleyi anlayabilen bir kafam, yurdumu seven bir yüreğim var. Askeri isyana teşvik etmedim. Senin eserine ve sana, aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yüklenen ve yükletilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirdim. Büyük işlerinin arasında, seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim. Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu “inkılap askerini isyana teşvik” damgasının, ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır. Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki, suçsuzum.” Nâzım Hikmet Ran Bu mektup Dolmabahçe Sarayı’na gitmiş, kayıtlara geçmiş, ama Atatürk’e verilememiş. Nâzım Hikmet’in “muhalif” kişiliğini bilenler böyle bir mektubun hiçbir zaman yazılmadığını öne sürmektedir. “KUVAYİ MİLLİYE” Nâzım Hikmet, “Benerci” ile giriştiği destan denemesinde, sömürgeci güçlerin, bir dönemin önderini işbirlikçi gibi göstererek devrimci eylemi nasıl bastırmak istediklerini anlatır. “Bedrettin”de “Fetret Dönemi” Osmanlısının nasıl acımasız olduğunu, devlet ile halk arasındaki çelişkinin getirdiği yalnızlığı, kana bulanan umutların nasıl söndüğünü gösterir. Hapishanede zaman ağır geçer. Dilekçelere umut bağlanır. Dokumacılık oyalar insanı. Ama asıl “şiir”dir insanı kurtaran. Atatürk’ün ölümünden çok sonra, Nâzım Hikmet’in “Kuvayi Milliye”yi “içerde” yazmaya başlaması, Anadolu insanının nasıl bir güç oluşturduğunu göstermek içindir. Paşaların adı yoktur o destanda. Mustafa Kemal Paşa bile “O”dur. Ama “O” dert anlayandır. Adı bilinmeyen kahramanların destanıdır “Kuvayi Milliye”. Nâzım Hikmet 1951 affıyla özgürlüğüne kavuştuktan sonra, yurtdışında kendi sürgününü yaşamak zorunda kaldı. Dönemin Bakanlar Kurulu onu Türk vatandaşlığından çıkararak “vatan haini” ilan etti. Türkiye’nin onur konuğu olduğu Frankfurt Kitap Fuarı’nda, 16 Ekim 2008’de, benim sunacağım “Bir Destan Şairi Olarak Nâzım Hikmet” söyleşisinin şiirlerini Rüştü Asyalı yorumlayacak. Milli Kütüphane Başkanlığı ile VEKAM’ın (Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi) düzenlediği şiir söyleşilerinden birisidir bu! Nâzım Hikmet Türk vatandaşı değil ama Türkçe’nin ozanı. Onu yeniden vatandaşlığa almak olanaksız mı? Artık bunların önemi kalmadı. Frankfurt Kitap Fuarı’nda Nâzım Hikmet söyleşisini dinleyenler bir Türk ozanını alkışlayacak. Nâzım Hikmet Türk vatandaşlığına alınmasa da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın oraya gönderdiği ozan bir Türk ozanıdır. 70 YIL SONRA “38 Olayları” üzerinden 70 yıl geçti. Asıl onu yargılayanların suçlu olduğu anlaşıldı. Nâzım Hikmet’in hiç mi suçu yoktu? Büyük bir ozan olmaktı onun suçu. Şiirlerinin etkisiyle toplumu bilinçlendirmesiydi. Yalnız Türk toplumu değil, başka toplumları da bilinçlendiren bir ozan! Bugün de öyle. Satılmayan, kiralanmayan kalem en güçlü silahtır. Tutuklamalar, gözdağı vermeler o kalemi daha da keskinleştirir. Kararı önce verilmiş yargı, bumerang gibi geri teper. Asıl yargılananların yargılayanlar olduğu anlaşılır. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Ölümüne yakın insanın kendiyle ödeşmesi gerekir. Biz de böyle bir anlayıştan yola çıkıp Nâzım Hikmet’in yaşama serüvenindeki önemli dönemlere değindik. Gönül isterdi ki bu oyunun kitabı biraz geç basılmasın, “Ben Bir İnsan...” oynarken izleyicinin ilgisine sunulsun (BEN BİR İNSAN, Nâzım Hikmet’e Armağan Oyun, Mustafa Şerif OnaranRüştü Asyalı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2004). İYİ BİR İNSANDI O! Kitabın “Önyazı”sında söylediklerimi anımsatmak isterim: “Bir insan öleceği zaman hayatıyla hesaplaşmalı. Bu anlayıştan yola çıkarak Nâzım Hikmet’in geçmişine baktık. Hayatında sevdiği kadınlar vardı. Bir davaya inanmıştı. Haksızlıklara uğramış, yıllar yılı hapiste kalmıştı. Afla çıkınca da sürekli baskı altında tutulmuş, yurdunu terk etmek zorunda bırakılmıştı. Kendi sürgününde kocaman bir hapishane gibiydi dünya. Yurdunu, yurdunun insanlarını özledi. Şiire sığınmasa, yüreğine daha erken yenik düşebilirdi. Dostlarına hep inandı ama, dostlarının onu yalnız bıraktığını gördü. İnandığı görüşleri paylaşmayan yoldaşları da onu partiden dışladı. ‘Muhalif tavır’la yaşamak zordur! Nâzım Hikmet’in hayatındaki küçük bir ayrıntı bile büyük bir oyun olur. Biz kimi özelliklerine değinerek geniş bir çerçeve çizdik. Oyunu tekdüze bir anlatıdan kurtarmak için hangi ayrıntıları dramatik öğelerle işleyeceğimizi saptadık. Bu büyük şaire dünya sahip çıkmasaydı unutulacak mıydı? Ona yapılan kötülüklerde hepimizin biraz payı olduğuna inanmalıyız. Susmak da, üzülmek de, öfkelenmek de bir anlam taşımıyor artık. Onun bizim sevgimize ihtiyacı var. Gözyaşı dökmemizi ya da yumruklarımızı sıkmamızı istemez. İyi bir insan o! Büyük bir şair. Anadolu’nun herhangi bir yerine değil, yüreğimize gömülmeli. Yeryüzüyle örtülmeli üstü..” KARARI ÖNCE VERİLMİŞ BİR YARGI “‘Muhalif tavır’la yaşamak zordur” diyordum. Şevket Süreyya Aydemir, hükümetle barışması için Nâzım Hikmet’i Ankara’ya SAYFA 22 türk’ün sınıf arkadaşıydı. Selanik’te içtikleri rakının tadını unutmayan Mustafa Kemal, İzmir suikastının davası görülürken, sırf dayımın hatırı için, bazı paşaları bağışlamıştı. Milli Mücadele’de, Batı Cephesi’nin emanet edildiği bir komutandı dayım. Ama Atatürk’e yaklaşmasına bile engel olunuyordu.” Nâzım’ın hüküm giymesi Mareşal Fevzi Çakmak’ın inadı mıdır? Mustafa Kemal Ali Fuat Paşa’yı; “Görüyorsun ne durumdayım. Mareşal’i darıltmadan siz bir çözüm bulun artık” mı demiştir? Yetmiş yıl önceki sağır toplum neden bu davaya duyarsız kalmıştır? BİR MEKTUP Haluk Şehsuvaroğlu Nâzım Hikmet’in güvenini kazanan bir savcı yardımcısıydı. Nâzım Hikmet Erkin gemisinin sintinesinde, deniz ortasında, dünya ile ilişkisi kesik, Atatürk’e yazdığı mektubu Şehsuvaroğlu’nun ulaştıracağını umuyordu. Şehsuvaroğlu da pek umutlu görünmüyordu: “Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda ağır hasta. Eline ulaştırırlar mı, bilmem. Ama ben oraya götürür, kayıtlara geçiririm.” Nâzım Hikmet’in, daha Donanma Davası belli olmadan, Atatürk’e yazdığı söylenen mektup şöyledir: “Cumhurreisi Atatürk’ün Yüksek Katına: Türk Ordusu’nu isyana teşvik ettiğim iddiasıyla, 15 yıl ağır hapis cezası giydim. Şimdi de Türk Donanması’nı isyana teşvik etmekle töhmetlendiriliyorum. Türk inkılabına ve senin adına and içe MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 973
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle