03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sezer Ateş Ayvaz’la ‘Aynalarda Yaz’ ‘Yazmak, dönüşmek için çabadır’ Sezer Ateş Ayvaz’ın yirmi yıl önce yazdığı, ilk öykülerden oluşan ve Aynalarda Yaz adıyla yayımlanan kitabı yeniden okurla buluştu geçen günlerde. Ayvaz’ın ilk ürünlerini yeniden okumak, onun okuru olarak nasıl bir yazın evresi geçirdiğini de görmemizi sağlıyor. Kendisiyle öyküleri üzerine söyleştik... Ë Erdem ÖZTOP evgili Sezer Ateş Ayvaz, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra ilk yazdığınız öykülerden oluşan Aynalarda Yaz yeniden yayımlandı. Yirmi yıl uzun bir zaman dilimi hiç kuşkusuz. Bu zaman diliminde pek çok öyküler, yazılar kotardınız. Geçen zamanı nasıl değerlendiriyorsunuz, ilkin bunu konuşalım… Aynalarda Yaz’dan çok da uzak hissetmiyorum kendimi; dünyaya sözcüklerle gerçek üstü anlamlar yakıştıran, yaz gölgeleriyle yüzünü aynalara dönen ve orada yazmayı, keskin bir yaşama duygusu olarak hisseden kişiden çok uzak değilim. Çünkü yekpare zamanın parçalanmaya başladığı yıllardı sözünü ettiğiniz yıllar; 80’lerin sonuydu, sınırları belli değerler belirsizliğe doğru savrulmuş, bugünkü gerçeklik filizlenmeye başlamıştı. Günümüze dek gelen bu süreçte, toplumsal duyarlıklar da değişiyordu, insanlar da. Geçmişi anımsayan bir değişme isteği, değişimin dayattığı hüzünlü bir arayış, yenilmiş umutları yeniden diriltme arzusu, benim algıladığım duyarlıklardı. Şimdi, baktığımda, bu duyarlıkların olduğunu görüyorum Aynalarda Yaz’da. Belki de bu yüzden, o zamandan bugüne çok seveni, beğeneni olan bir kitap oldu Aynalarda Yaz. Öte yandan, çok da uzağım o zamana, haklısınız, hatırı sayılır bir zaman geçmiş, o günden bugüne. Sadece kendisine ait sözcükler olduğuna inanan o büyülü yanılsamadan, dünyadan, uzaklaştım epeyce. Bay B.’nin de söylediği gibi; insanlığın en acımasız keşfi ‘zaman’ yarattı bu mesafeyi. Geçen zamanı benim açımdan değerSAYFA 10 Aynalarda Yaz’ın ilk halinde hiç değişiklik yapmadım. Beni temsil etmediğini, düzeltmeler gerektirdiğini de düşünmedim hiç. Yazma sürecimi, tutumumu gösteren bir tür işaret feneri gibiydi çünkü. Gerçeklik anlayışı, dil, öyküleme, bugün ona yabancılaşmamı sağlayacak nitelikte değildi. Benim söylemem yadırgansa bile, bir tespiti söylemeden geçemeyeceğim: 90’ların öyküsünün de bir anlamda işaret fişeği sayılabilir Aynalarda Yaz, sonrasında ortaya çıkan eğilimlerin bir tür habercisidir, bana göre. Biçim arayışları, üst kurmaca, parçalı anlatım, öykü içinde öykünün vurgu kazandığı bir öyküleme tekniği... 90’lar ve sonrası diye kendine özgü bir öykü anlayışı varsa eğer, ilklerinden biridir. S lendirmeye gelince: Bugünü bir son kabul etmiyoruz değil mi? Çünkü çok zor olurdu geçen zamanı kendi açımdan değerlendirmek. EnvanterBilanço! Yaşadığım sürece, bu bilmeceye doğru bir yanıt vermeyi istemezdim. Sfenks’i öldüren şeyin, bir bilmeceye verdiği doğru yanıt olduğunu düşünürdüm. Sorunuzun doğru yanıtı olsa bile benim açımdan, bilmemeyi tercih ederdim. ÖYKÜLERLE YOLDAŞLIK Kurmaca metinler arasında sürekli öykü yazdınız bize; hiç tür değişikliğine gitmediniz. Öyküyle olan bu yoldaşlığınızı anlatın biraz da… Kendi tercihimi, bakış açımı mutlaklaştırmak istemem. Evet, şimdiye dek, var olan gerçekliğe karşı çıkmada, dünyanın ve insanın parçalanmış gerçekliğini anlamlandırmada en elverişli tür öykü geldi bana. Sanki edebiyatın en asi çocuğu oymuş, on beş yaşın evden kaçmalarına, görünenin ardındakilerini sezdirmelere, en çok o denk gelebilirmiş diye düşündüm. Hâlâ böyle düşünüyorum. Ama yazmak istedikleriniz belirler biraz da seçtiğiniz türü. Yazmak, dönüşmek için önemli bir çabadır, herkes için. Anlatmak istediğim, hangi türü gerektiriyorsa onu seçmekte tereddüt etmem. Hadi bir de aşırı yorum yapayım öyküden yana, iyi romanlar öykünün yoğun ve çok anlamlı yapısına yaklaşıyor gitgide diyeyim. Aynalarda Yaz’daki öyküleri az önce de sözünü ettiğimiz üzere, epey geçmişte yazdınız. Öykülerdeki kurmacanın, ‘şimdi’yle uyumunu nasıl değerlendirirsiniz? Dosyayı yeniden basıma hazırlarken, bu konuda bir tespitiniz/değerlendirmeniz olmuştur muhakkak? İNATLA MÜCADELE ETMEK Kitapta hem hüzünleri, hem de değişme istekleri var insanların, biraz da karamsar demeli belki… Bakın kitaba adını veren öyküye: “İnsan yaşadıkça umarsızlığı öğreniyor, en çok umarsızlığı; sevgide, aşkta, tutkularda bile…” Hayatta/Hayatla olgunlaşmak bu umarsızlığın kaynağı desek yanılmayız sanırım? Evet, öykü kahramanlarının çoğunda var değişme isteği, kendilerini, insan ilişkilerini, hayatı değiştirmek isterler ama anda yaşananlar, durum, pek izin vermez başkalaşmasına hayatın. Toplumsal koşullar engeldir böylesi bir dönüşüme. Kumpas! İnsanlar verili koşulları benimsemiştir çoktan, üstelik kişilikler de biçimlenmiştir, durup düşünmeden, sorgulamadan çok fazla. Hüznün, karamsarlığın aşılması inatla mücadele etmekle, dünyadan kovulmayı bile göze almakla mümkündür ancak.“Hera’nın Öfkesi”ndeki, şu vurguya ne dersiniz? “Önce kendimi anlattım, başkaldırı öyküleri dediler, gülüp geçti kimileri, anlamaya çalıştı cennetten kovulmuşlar. Geceyi, gündüzü, kendimi ve başkalarını avutup kandıran bütün öykülerimi unuttum. Edinmek zorunda kaldığım bütün pusulalarımı kırdım, yol gösteremediler bana. Yüreğimin kurmaca anıları artık yalnız hüzün verdiler, acılarını yok ettim. Önce kendim için kurdum öykülerimi. Sevgime, tutkularıma yeni bir iklim, başka anlamlar gerekti ve boyun eğişin küflü tatları yerine, başkaldırıyı evcilleştirdim. Dünyadan kovuldum.” En güzeli, öykülerin kendini anlatması, bence. Gene aynı öyküde final, ‘kar’ metaforuyla yapılır. Karın yağmasıyla etrafın beyaza boğulacağı, hatta öyküyü dahi tertemiz, bembeyaz edeceğine varır iş… Bir arınma hali olarak mı bakmalı duruma, hayatta her yanımıza yapışan asalaklardan temizlenmek ya da? Böyle de düşünülebilir tabii. Şu cümlelerle bitmiş öykü: “Adımlarımı hızlandırdım, karanlık çökmüştü. Onu yanı başımda sanıyordum, kalabalıklarda aradım, dönüp ardıma baktım, yoktu. Bari kar yağsa dedim. Bembeyaz bir kente uyansak yarın. Kar yağsa… dolu dolu. Hiç dinmeyecek bir şarkı tuttursa. Karanlıkta parıldasa beyaz, gri gece… Her yeri beyaza boyasa… beni… yolları… öykümüzü.” Şimdi, siz sorunca düşündüm ki, Heraklietos’un kitabı gibi tamamlanmışken yok olur bazı şeyler. Hayatın detaylarına önem verildiği görülüyor öykülerde! “Kraliçe I Love You”da da aslında anlatılan olağan bir hayat kesitidir. Olağan; mahallelinin hayatı, Kraliçe’si, yazlık sineması… Başı sonu aynı giden hayatlar ama zevkin detaylardan çıkarılma hali… Sıcaklığı… Tüm çabamız da bu olmalı zati, öyle değil mi sevgili Ayvaz? Menzile ulaşmaya çalışmayan bir hayat var orada, hız yok, çalımı yok henüz zenginliğin, gökyüzü ve denizin birleştiği yerde, rüzgârın savurduğu bahtsız bir kadın var, ‘Kraliçe’ ve onun ‘Bahriyeli’ sevgilisi, yazlık sinemalar, kuytu sevinçler, heyecanlar, Bakkal Maksut… Okuyunca, ben de dönüp baktım ayrıntılarına o İstanbul’un, sevdim. KÖRLEŞME HALİ... “Kosmos ve Kaos” öyküsünde, günümüz tüketim toplumu eleştirisi yapılır, ‘kosmo dünya’nın getirisi ürünlerin hayatımızı nasıl da kaosa dönüştürdüğü anlatılır! Bağımlılık halinden, bu ‘kosmo dünya’da nasıl kurtulacağız peki? Yoksa insan tüm bu etmenler yüzünden bir körleşme ve kötüleşme haline mi bürünüyor, o yola doğru mu kayıyor? İlk kitapların, yazarının içinde yaşadığı gerçeklik açısından, kehanet demek istemiyorum ama sırlı sözleri var mıdır? Bugünlerde bu düşündürüyor beni, benim bireysel tarihimin geleceğini gören, onu içinde taşıyan öyküler var çünkü Aynalarda Yaz’da, çok ilginç ama o günlerde, “görünürde bir veri yokken” bugün yaşayacaklarımı görmüş bazı öyküler. Mesela “Son Gün”, “Hera’nın Öfkesi”, benim şimdiki yaşamalarımı öngörmüş. “Kosmos ve Kaos” ise toplumsal tarihimizin işaretlerini taşıyor. Kaos bir körleşme hali bence de, bir boyutuyla, görünümlerin meydan okuduğu, ayarttığı durumların egemenliği. Aşırı anlam yüklenmiş her şey tersine dönüşüyor böylece. Güzelliği yok eden kusursuz yüzler. İletişimin kendisi, kanalları bile, iletişimsizliğe davetiye çıkarabiliyor. Ne kadar çok zenginleşirse dünya, tüketilirse doğa ve erdem, o kadar geleceksiz kılınıyor insan. Konumuzdan saptık ama gerçeği yadsıyan ve ona meydan okuyan her şeyi dünyaya daha yakın buluyorum ben. Garip gelebilir ama sanatın, edebiyatın, bu anlamda gerçeğe, hayattan daha yakın olduğuna inananlardanım. ? Aynalarda Yaz/ Sezer Ateş Ayvaz/ Can Yayınları/ 12 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 973
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle