03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ geçmişin deneyimlerinden güncelde yararlanmak olanaklıdır. Tanrı ile insan arasındaki kıyaslamada insanın daha nesnel olduğunu pek açıkça söylemese de satır aralarından böyle bir söyleme yaklaştığını da belirtmek, ona haksızlık olmaz diye düşünüyorum. İnsanınki, insanla insan arasındaki birebir bir hesaplaşmayken, Tanrı’nınki a priori Tanrı’nın lehine başlayan bir hesaplaşmadır. Bu önemli yapıtlarında duyarlılıkla üstünde durduğu konu dinin siyasadan uzak olduğunu göstermeye yönelik eğilimleridir. İtalya’nın kurtuluşunu dindarda, dinde, din işlerinde aramaz. Siyasa insanın işidir derken insan olan papaların din kisvesi altında dünya işlerinden ellerini çekmelerini ve siyasa yapmamalarını bekler. Machiavelli yapıtlarında sık sık eskil dünyanın önde gelen liderlerini örnek gösterir. Nedeni o deneyimlerin günceldeki hükümdarlarca benimsenmesidir. Bu yaklaşımı, yaşanmışlıkların, yaşanmış gerçeklerin öneminin ne denli etkin olduğunun yazarca kabul gördüğünün göstergesidir. ‘KONUŞMALAR’ ve ‘HÜKÜMDAR’ Machiavelli 1513’te Konuşmalar’ı yazmaya başlar ama ilk kitaptan sonra çalışmasını sürdürmez ve Hükümdar’ı yazmaya koyulur. Ardından gene Konuşmalar’a döner 15141521 tarihleri arasında ikinci ve üçüncü kitabı yazar. Konuşmalar, Tito Livio’nun ilk on kitabı üzerine yazmış olduğu değerlendirmeleri içerir. Livio, Roma tarihini yazmıştı bu kitapta. Machiavelli o kitaptan esinlenerek ülkesinin sorunlarına ışık tutmak istemişti ama günceldeki sorunları daha yakından izlemesi gerektiğini düşünerek Konuşmalar’ı bırakmış ve Hükümdar’ı yazmıştır. 1513’ün sonlarında Hükümdar’ı bitirmişti bile. Ülkesinin bir an önce bağımsızlığını kazanabilmesi için bir çırpıda öğütler verir. Yapıt, İtalya’nın değişik eyaletlerini yöneten hükümdarlardan birinin yüreklilik göstererek tüm İtalya’yı sahiplenmesini ve ülkeyi yabancı işgalinden kurtarmasını dileyen bir yazarın, bugünden yarına gerçekleştiğini görmek istediği bir rüyasının ürünüdür. O yıllarda ve daha sonraki yüzyıllarda ancak bir utopi olabilecek bu ülkünün arkasından gittiğinin ayrımında olmayan Machiavelli, yazar duyarlılığı ve coşkusuyla ve içini havalandıran heyecanıyla o kitabı yazıp bitirince ülkesinin kurtulacağını sanıyordu. Onun için bir çırpıda yazıp bitirmişti zaten. Konuşmalar, oysa, bir heyecan ürünü değil, bir düşünce ürünüdür. Hükümdar ne denli yaşanmışlığın, kılgısal yaşamın sonuçlarının bir belgesiyse Konuşmalar o denli derin bir incelemenin kuramsal ve eleştirel değerlendirmesidir. Zaman içinde bu iki yapıtından kalkarak kimileri ilkinin, kimileri öteki yapıtının yazarın kişiliğini yansıttığını; bir başka deyişle, gerçek kişiliğinin bu iki yapıtından birinde saklı olduğunu söylemişlerdir. Ne ki, farklı kişilik belgesi olarak ışığa kavuşmuş yapıtlar olsalar da iki yapıtta ortak olan özellik yazarın karamsarlığıdır. Yer yer coşku ve heyecanıyla törpülenmiş olsa da yüreğinin başına çöreklenmiş olan karamsarlığın ancak istenciyle üstesinden gelebilmiştir. Gramsci haklı olarak “aklın karamsarlığı istencin iyimserliğidir” der. İstencine dayanak olarak Roma’yı almıştır. Roma, her iki yapıtında da, tarihiyle bir örnek, bir ülkü oluşturmalıdır o günkü İtalyanlara. Onun, Roma’ya olan bu sıcak yaklaşımına benzer bir yaklaşımı daha sonraki yüzyıllarda, özellikle coşumcu bir duyarlılık zemininde, geçmişlegüncel arasında yaptıkCUMHURİYET KİTAP SAYI 973 ları bir kıyaslamayla ortaya koyan şair ve yazarlar da vardır. Örneğin, Leopardi gibi. Roma’nın büyüklüğü karşısında günceldeki İtalya’nın (Machiavelli’nin ya da Leopardi’nin İtalya’sı; aralarında üç yüz yıl var) kokuşmuşluğu, çürümüşlüğü, yozluğu her duyarlı yurttaş gibi söz konusu yazarları rahatsız etmiş ve Roma’nın her yönden ortaya koymuş olduğu çağdaşlığa özenmelerine neden olmuştur. Roma, bundan ötürüdür ki “sonsuza dek sürecek ülküsel bir tarih” olmuştur onların gözünde. Bu bağlamda Roma’yı kuran Romolo’ya hayrandır. İki yapıtı yan yana getirdiğimizde ikisi arasında temel bir farkın olduğunu görürüz. Hükümdar ne denli monarşiye yakınsa; Konuşmalar o denli monarşiden uzak, cumhuriyete yakındır. Cumhuriyet Machiavelli’nin düşüdür ve uzun erimlidir. Monarşi o günkü koşullarda kısa erimde tek seçenektir. Bir başka deyişle, ülkenin bağımsızlığını sağlamak bağlamında ilk ağızda tek çözüm yolunun güçlü bir monarşinin tek egemen olarak ülkenin yönetimini ele almasıdır. Bu nedenledir ki Machiavelli, Medici ailesinin cumhuriyeti yıkarak Floransa’ya monarşiyi getirmesinden pek rahatsız olmamış, dahası, Hükümdar’ı Lorenzo’ya (dede Lorenzo değil, Piero’nun oğlu olan torun Lorenzo) adayarak kitaptaki öneriler doğrultusunda İtalya’yı ayağa kaldırmasını beklemiştir. En azından kısa erim beklentisinin yaşama geçmesini ummaktadır. Oysa Soderini yönetimindeki Floransa’da cumhuriyet rejimi vardı. Cumhuriyetin yıkılışını göz ardı ederek bile bile monarşiye sıcak bakan Machiavelli’nin, Hükümdar’ı yazmaktaki amacının, bir geri dönüşün yol haritasını belirlemek olduğunu söyleyenler var. Kendi kişisel çıkarları için ülkülerinden ödün veren birileri olarak görmek isteyenler…Hükümdar’ı okuyan herkes yazarın telaşının ayırdına varmakta güçlük çekmez. O telaş, kitabın son bölümünde çerçevelenmiş olarak karşımıza çıkar ve yazarın ülkesini ne denli önemsediğinin; yabancı egemenliğinden ötürü ne boyutta saralar yaşadığının bir sonuç bildirgesi olarak yüzümüze vurulur. Yazar döneklik yapmamış; ancak onur kırıcı, kişilik zedeleyici yabancı egemenliğine karşı ilk ağızda eğer cumhuriyet kurulamıyorsa, monarşinin olabileceğinin altını çizmiştir. Yoksa Machiavelli, Roma’yı siyasal becerisi, baskı ve zorbalıkla kuran Romolo’dan çok Roma Senatosu’nun seçip işbaşına getirdiği Numa Pompilio’ya sıcak bakmazdı. Roma uygarlığını, kalkınmışlığını daha çok kime borçludur sorusuna Machiavelli’nin vereceği yanıt, ikincisi olacaktır. Çünkü onun gözünde monarşi, devletgüç; cumhuriyet, devletuygarlık ilişkisine dayalıdır. Yazarın baskıdan yana olduğunu söyleyenlere karşı insanlara baskı uygulamanın ne Hıristiyanlığa ne de insanlığa sığmayacağını söylerken humanizmacı bir yaklaşımla insan haklarından yana olduğunu belirtir. Gerçekte onun istediği yasalarla belirlenmiş bir devlet düzenidir. Pompilio’yu yeğlemesinin temel nedeni de budur. Çünkü yerinde yapılmış yasalar devleti ayakta tutacak ve devlete güç kazandıracak temel gerekçelerdir. Hükümdar’da din adamlarının siyasaya girmelerine karşı olduğunun altını çizmiştik. Konuşmalar’da dinin birleştirici bir öğe olduğunu belirlerken, insanüstü, tanrı katındaki arabuluculuk işlevinden ötürü gündeme getirmez, salt etik değeriyle kullanılması gereğini anımsatır. Çünkü din, ona göre, yasalara saygılı olmayı, devlete ve yurda bağlılığı öğretir. Tanrı tanımaz değil, tipik bir laik yaklaşımdır onunki. İnsanları, devleti, ulusu, yurdu konusunda ahlaklı düşünmeye ve devinmeye yarayacak bir araçtır, amaç değildir. Amaç, devlet işlerinin bilimselliğidir. Dini siyasaya araç eden anlayışa karşı olduğunu ve dinsel değerleri yozlaştırdıklarını söyler. Kilise adamlarına da karşı oluşunun temel nedeni, çıkarcı bir yaklaşımla dini çarpıtmış olmalarından ötürüdür. MODERN DEVLET Mİ? Konuşmalar’ın bir başka farkı, üzerinde durduğu cumhuriyet rejiminin bir kurumlar dizgesi olduğu yönündeki Machiavelli, Konuşmalar’la bir gelenek yaratmak; eskillerin deneyim bilincini kazanmak; geçmişin iyi yanlarını derleyip yeni sezgilerle yoğurmak ve zamana, kişilere bağlı olmaksızın devletin kalıcılığını sağlayacak öneriler geliştirmek istemiştir. inancının dile getirildiği bir yapıtı olmasıdır. Kurulacak devlet bir sosyal hukuk devleti olabilir miydi? Modern devlet anlayışının ilk taşlarını koyduğu söylenebilir mi? Böyle bir devletin insan kafasının ürünü yasalarla yönetilmeye başlanması Humanizmanın tasarladığı insana dayalı yönetimle örtüşebilir miydi? Artık söz konusu olan “kamunun yararı”dır. Kamuya el uzatan devletin asıl görevi yurttaşın mutluluk sorunu olmalıdır. Yasalarla belirlenmiş bireydevlet ilişkisidir. Çıkar demeyelim ama beklenti ilişkisidir. Monarşiden farkı, bireyin devlet ya da saray karşısındaki “köle” yaşamı değil, uygar ölçütlerle belirlenmiş olan “özgür” yaşamıdır. Machiavelli gerek siyasa adamı, gerek siyasa bilimcisi olarak her iki yapıtında da devletin kalıcılığı için düşünmüş, tasarım geliştirmiş ve savaşım vermiştir. Yazar, Konuşmalar’la bir gelenek yaratmak; eskillerin deneyim bilincini kazanmak; geçmişin iyi yanlarını derleyip yeni sezgilerle yoğurmak ve zamana, kişilere bağlı olmaksızın devletin kalıcılığını sağlayacak öneriler geliştirmek istemiştir. İçinde bulunduğu karışık ve umutsuz siyasal yapı ve ülkenin parçalanmışlığı Machiavelli’yi baskı ve şiddeti de düşünmeye itmiştir. Yalnız kendi içinde değil, devletler arasında da hukuk yerine zorba yöntemlere başvurulması gerektiğini salık vermiştir. Yaşanmışlık, şiddet ve kötülüğün de işe yaradığını yazara göstermiştir. Gerektiğinde bu araçlara başvurulmasının yararı olacağını söylemiştir. Karşısındaki örnek şiddetten yana bir hükümdar olan Cesare Borgia’dır. Kötü bir ünü olmasına karşın, kararlılığı, çabukluğu, gözünü budaktan esirgemeyen yürekliliği ile yazarımıza örnek olmuştur. Hükümranlığı kısa sürmüştür ama Machiavelli’nin düşüncesinde yer etmiştir. Hükümdar’da bu kişilikle ilgili önemli şeyler söylemiş ve bu söylediklerinin yer aldığı sayfalar “tüm yapıtın en etiğe sığmayan” sayfaları olarak tanımlanmıştır. Belki bu nedenden ötürü yazarın adı kötüye çıkmış ve “Makyavelcilik” gibi aşağılayıcı tanımlarla hak etmediği biçimde anılmıştır. Diderot’a göre, Makyavelciliği, Machiavelli’ye yüklemek haksızlıktır çünkü Machiavelli bu yaklaşıma karşı insanları uyaran bir düşünürdür. Ne yazık ki bu olumsuzluklar onun adıyla anılmıştır. Çünkü Cesare Borgia’yı örnek göstermek gibi bir eğilimi olmuşsa, onun, devletinin kalıcılığı için ortaya koyduğu çabaya olan güveninden ötürüdür. Bu nedenle her yolun “mubah” olması bir tek devletin kalıcılığı için söz konusu olabilir ama Machiavelli öyle bir söz de söylememiştir. Ancak devlet kavramına ve devletbirey ilişkisine getirdiği tüm olumlu yaklaşımlarına karşın Machiavelli’nin iki kitabında da dile getirdiği devlet modeli bugünün insanının algıladığı “ulus” ve demokrasi modelinden uzaktır. Çünkü monarşiyle gerçekleşmesini istediği devlet modeli genel istence dayalı, bir ulusun içtenlikle yaşama geçirdiği bir model değil, olağanüstü bir kişinin, olağanüstü durumlarda başvurduğu bir yönetim biçimidir. Bir hükümdarın yönetimi ele alarak ülkenin yazgısını belirlemesi ve halkı bu fikir etrafında bir araya getirebilmesi şeklindedir. Cumhuriyet yönetimi de gene halka dayalı bir yönetim biçimi değil, kentsoylu ya da soylu sınıfın yasalarla ölçütlerini belirlediği ve gene iplerin “erdemli”, “akıllı” insanların elinde olduğu bir yönetim biçimidir. Bu yönetim biçimlerinde yöneticinin uyguladığı kötülük ya da şiddet insan doğasının değişmez bir niteliği olduğu için başvurulan ¥ SAYFA 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle