04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? konusunda umudunun bulunduğu gibi inancının en azından Sıvas’ta yaşadıklarını yaşamadan önce var olduğu izlenimini edindim. Kızgınlığında, haksızlığa uğramışlığında bile umut okunuyor hikâyelerinde. Yapısal bir iyimserliğin mi var? Yahut böyle bir şeyi çabayla oluşturabilir mi insan? Romantik olduğum doğru. Gelgelelim gerçekçiliği hiç dışlamayan bir romantizmdir bu. Serüven romanlarıyla başlayan bir okurluk süreci Istari’lerle Gorky’lerle, sonra Çehov’larla, Vüs’at O. Bener’lerle sürüp gidince başka türlüsü olmuyor galiba. Yapısal mı, eğitsel mi bilemem ama iflah olmaz bir iyimserlikle bugünlere geldiğim doğru. Dünya görüşüm umutlu olmam gerektiğini fısıldamasa bile galiba yapısal olarak umutlu olmaya mahkumum ben. Öyle ki, o malum yangın sonrası yazdığım kitaba ‘Yaşasın Umut’ adını koymayı bile düşünmüştüm bir ara. Bugün iyi ki yapmamışım diye seviniyorum elbet. Küçük insanların hikâyeleri . Cemre’deki hikâyelerin çoğunluğundaki karakterler küçük insanlar. Küçük ama, beklentileriyle büyüyen insanlar. Beklentilerinin gerçekleşmemesi çok da keder vermiyor okura. Yaşamlarını destansılaştırıyorsun. Onlara bakışında hangi duygular ağırlık taşıdı? Kahramanlarımı gerçek insanlardan damıtırım. Tanıdığım, sevdiğim, saygı duyduğum insanlardan. Haklısın sevgili Ayla Kutlu; insanımızın tuhaf bir sabrı vardır, beklentilerinin gerçekleşmemesi çok da keder vermez onlara. Zaten öyle olmasa bunca acıya dayanıp da beklemenin ustası olmazlardı. (Senin kahramanların da öyledir ya...) Ötekilerin pek ayrımsamadığı insanların yaşamını destanlaştırma saptaman sevindirdi beni. Çünkü destan kahramanları hep olağanüstüdür. Oysa asıl olağanüstü olanlar benim yoktan var eden, her türlü eziyete dayanabilen, şükreden insanlarımdır. Tarihsel açıdan da öykünün misyonu budur: Küçük insanın serüvenine ayna tutmak. Onlara bakışımda, hayranlık ilk duygumdur. Sabırla, inatla peşlerine düşer, arayıp bulurum. Çünkü Anadolu yalnızca folklorik malzeme deposu değil, sahici insanlar kaynağıdır; bilirsin. Ne çok ‘sahici yaşam’ resmi yapılmadan, öyküsü yazılmadan gitmiştir bu topraklarda. Birkaçı, anonim türkülerde yaşamıştır belki. Ancak gazete haberi olunca ayırdına varılan insanlar yani... Öykülerini içlerinde saklayan istiridyelerdir onlar; bana da inciyi bulup çıkarmak kalıyor. Yalnız Cemre değil, diğer hikâye kitaplarındaki yapıtlarının okura verdiği izlenim şu: “Karşımdaki ne yazacağını, nasıl yazacağını, hikâyeleştirdiği şeylerin oturduğu tabanları net ve açık biçimde bilen bir yazar…” Şimdi birçok hikâyeci biliyorsun, Türkiye’de çok hikâye yazılıyor diye övünülüyor kaygan bir zeminde, kuşkular içinde her şeyi inkâra hazır yalnızca benmerkez çevresinde dönenen metinler yazıyor. Nereye gidiyor hikâyemiz? Sahiden çok hikâyecimiz oldu da iyiye mi? Yoksa, hiçliğin anaforuna mı çekiliyor edebiyat? Çok öykü yazılıyor ama beni ilgilendiren nicelik değil, nitelik elbet. Niteliği tartışmalı öykülerin benmerkezli olduğu saptamaCUMHURİYET KİTAP na da katılıyorum, bu gidişattan hiç de hoşnut değilim. Yaşama sevincinden yoksun, mızmız, ne idüğü pek de belli olmayan bir şeyleri sorgulayan (!) bu tip öyküler bana kimi zaman bir zamanların o anlamsız şiir furyasını düşündürüyor. Yine de zamanın iyi bir yargıç olacağına inanmak istiyorum. Örneğin, siyasal tavrını hiç onaylamadığım Refik Halit’in 1909 tarihli kimi öyküleri bugün bile taptaze ise durup düşünmeliyiz diyorum. Bir de bunu hiç sorun etmeyen, kalemi övgü ile yergi arasında gidip gelen eleştirmenleri elbet. HİKÂYELERİN RENKLİLİĞİ Ne kadar çok renk var hikâyelerinde. Ne kadar çok seviyorsun renkleri. Bazen duyguları, bazen hikâyeleri, izlenimleri, doğal olayları bile renge yüklüyorsun…Resme tutkunu biliyorum. Müzik ise özel bir yer taşır yaşamında. Enfes bir sesin, türkülerin hikâyeleriyle bütünleştirebildiğin nüanslı bir gırtlağın vardır. Herkes bilmez ama ben bilenlerden biriyim. Sanatlar arasındaki iletişimi en iyi anlatacaklardan birisin. Renkler ve notalar senin sanatına ne katıyor? Ülkemizdeki sanatlar arasındaki iletişimi yeterli buluyor musun? Senin öykülerin için de geçerli bu saptamalar Ayla Kutlu. Bana göre güzel sanatlar birbirleriyle hem uzak yakın akrabalar, hem de birbirlerini besleyen arkadaş. Yalnızca kitap okuyan ama sergi dolaşmayan, konser izlemeyen tatsız tuzsuz insanlar vardır hani. Ya da yalnızca müzikle ilgili müzisyenler, tiyatrodan başka hiçbir şeye ilgi duymayan oyuncular filan... Oysa yazar kişi bütün güzel sanatlarla ilgilenmelidir. Yalnızca sanatlarla değil elbet, bilimle, felsefeyle de... Kendi adıma kimi obez öyküleri, romanları sevmiyorsam yalnızca dilsel, kurgusal zaaflarından dolayı değil, bu renksiz, sessiz, amorf özelliklerinden de dolayıdır. Ne var o güzelim Yörük diyarının, esintili Oğuzeli topraklarının kızının tezgâhında ? Bir de…Ne verdi sana edebiyat? Yeniden bir şeylere başlamak söz konusu olsa, yine edebiyat der misin? Niye? Bir öykü dosyam hazır sevgili Ayla Kutlu. Bir de roman. Bir novella temize çekilmeyi bekliyor. Gaziantep’i anlattığım ‘Anka Kentim Antep’im’ ise bitmek üzere. Ha, kitabın kimler Gelmiş Kimler Geçmiş’ bölümünde, lise öğrencisi Ayla Kutlu da var. CEMRE bence sıra dışı bir kitap.Görmezden gelinmeyecek, revnaklı, akıllıca yazılmış, dilimize güç katan, gönlümüze yaşama sevinci ekleyen hikâyeler kutusu. Canlı coşkulu bir sestir yazarının sesi. Sıvas’ta, toplumsal tarihimizin en büyük yüz karası olan insan yangını sırasında gövdesinden yanıklar aldı Lütfiye Aydın. Bu bir gerçek, ama onun sesini yakamadılar. Her anlamdaki sesinden söz ediyorum. Sesini yakamadılar …CEMRE hikâyeleri onun hikâyelerinin 1990’a kadarki birikimidir. Arkası var.? (*) CEMRE, Lütfiye Aydın, Can Yayınları, 106 sayfa . İkinci Basım:Temmuz 2007. 918 SAYFA 5 SAYI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle