04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Lütfiye Aydın’la ‘Cemre’yi konuştuk ‘Görmezden gelineni göstermek istiyorum’ Picasso resminde yer bulan sembollerinin anlamını sorguluyor. Hernandez’in yaşamının bitişiyle, Guernica kasabasının ölümleri paralel iki çizgidir. Yazar,üçüncü bir paraleli daha çizer hikâyenin ortalarında: 12 Eylül faşizminin yarattığı atmosferi… Sen de mi sürgündeydin o zaman, dedi. Yanıt vermedim. O zaman herkes sürgündü.Ülkemde yaşayanlar da, dışarıda yaşamak zorundakiler de…İnsanın kendince yaşayamadığı her coğrafyanın bir sürgün ülkesi olduğunu anlatmaya gerek duymadım. (s:1617) Etkileyici, sanatsal düzeyi yüksek bir hikâye bu. Anlatıcı hem yaşamın bütün çeşitlemelerine,insan olmanın sorumluluklarına açık,hem, gündelik uğraşları görev olarak yükümlenmekten gocunmayan bir kadındır. Bulaşık suyunu ısıtmalıdır: Ocağı yaktığım kibrit,benim yüreğimi tutuşturdu.(s:20) Haksızlıkların öylesine farkındadır ki, şöyle devam eder: “Yeryüzüne acıyı bütün boyutlarıyla anlatabilen kimsenin gelmediğine hâlâ inanıyorum.(s:20) Bu sözler Guernica adlı tablonun imgeleriyle ilgilidir. Yine de o yıllarda iyimser olmak kanımızı tutuşturan bir şeydi. Hikâye umutsuzca bitmez. İlk okuduğumda da, şimdi daha bilinçli okurken de aynı duyguyu taşıdım: Guernica Bitti Mi? i n s a n k a h r a m a n l ı ğ ı n ı n v e ya r a t ı c ı g ü c ü n ü n h i k a y e s i olan bu gerçek bitti mi ? Sözünü etmek istediğim diğer anlatı ise kısacık: KESİK ELLİ MANOLYA: Hazır yufkaların hayal bile edilmediği günlerdi…(s: 32) Hazır yufkaların hayal bile edilmediği günlerde, yoksul evde yufka ekmeği yapılacaktır. Uzun zaman yenmesi planlanan bu ekmekleri yapmaya kalkışmak, evin kadını için sinir bozucu uzun ve çileli bir iştir. Hikâye, evin annesi olan bu kadınla, onunla hiçbir ilgisi olmayan, altmışlı yılların hemen başında erkeğini öldürmüş güzel bir kadının eylemini anlatan gazete havadisidir. Okumayı yeni öğrenen evin küçük kızının okuduğu fotoğraflı haber…Geniş bir zamanı kaplayan bu anlatıyla, her bir kadının yaşam aralıkları birer cümleyle çizilivermiş gibidir. Ayrı, birbirinden habersiz yaşamların bütünleştirilmesi; Lütfiye Aydın’ın ne kadar usta olduğunun kanıtı. Biri küçük kızının gözünün önündeki annesi; sevgiyi bilmemiş, sorumluluklar ve yoğun emekle kocamış bir kadın, öbürü, çok sevdiği erkeğin ihanetini bağışlamamış, onu ve kendini de ağır biçimde cezalandırmış bir kadın…İkisinin kadın yaşamlarını akan bir suyun bir başkasına katışması gibi incelikle nasıl da bütünleştiriyor yazar. Buraya kadar parmak bastığım kısımlar bile yeterince usta işi… Beni asıl etkileyen ise o kısa anlatının içindeki birer cümlelik upuzun yaşam zorlukları…Bunlardan örnek vermek istiyorum: Fıstık kabuğunun dumanıyla evin ise; pise bulanması,annemin gergin,babamın hırçın olması demekti. ( s:32 ) Evin avlusuna kurulan, yufka yapmak için kullanılan saçın altında yakacak olarak fıstık kabukları kullanılmaktadır. Çünkü o koşullarda, ekmek en ucuza mal olacak biçimde yapılmalıdır. Maliyeti sıfır olan fıstık kabukları uçarak, siyah küle dönüşerek çuvaldaki undan, evin duvarlarına kadar her şeyi kirletmektedir. Yorgun kadın, ekmeği bitirdikten sonra müthiş çaba gerektiren büyük bir temizliği de yapmak zorundadır. Onun bu bilinçle büyüyen öfkesi, küçük kıza tedirginlik olarak yansır. Anneyi hırçın bir kadın olarak algılatır. İki, üç cümle, ailenin yoksulluğunu, yaşam koşullarının ağırlığını, emeğin değersizliğini çiziveriyor. Bir başkası: Bitmeyen temizlikler içimi üşütürdü. (s:32) Bu satırları okur okumaz, içim üşüdü. Oradaki yaşam, yaz da olsa, kış da olsa, evlerin şartlanırcasına ve duvarlarına varıncaya kadar yıkanması olarak algılanır. Çocuğun içinin üşümesinde yorgun annenin öfkesi kadar,kış gününde fayrap edilip açılan kapı ve pencereler ve her yanı saran ıslaklığın somut nemi de var. Ben bir buçuk yıl, Gaziantep’te yaşadım. Hepimizin, lezzetinden dolayı hayran olduğumuz Antep fıstığının nasıl bir trajedi nedeni olduğunu hiç düşünmedim. Meğer, ACILI GÜZELİN ÖYKÜSÜ (s: 2431) de varmış. Önümüze hazır gelen birçok ürünün hikâyesini öğrendiğimizde onların içindeki terin ve acının boyutunu şaşkınlıkla öğreniriz hepimiz. Orhan Kemal’in pamuk ırgatlarına, Osman Şahin’in narenciye işçilerinin Güneş meyvesini pazara hazırlama sırasında çektiklerine, Ege’de zeytin işçilerinin yaşadıklarına tanık olan Necati Cumalı’nın anlattıklarına, Lütfiye Aydın’ın Acılı Güzelinin de katıldığından yenice haberim oldu. Bu uzun bir giriş yazısı oldu. Ama, Cemre hikâyelerinin öyle okunup geçilecek küçük hikâyeler olmadığını hatırlatmam gerektiğini düşündüğüm için bir iki kalın çizgiyi çekmek zorunluluğunu duydum. Asıl amacım, yazara bu kitabıyla ilgili sorular sormak: Lütfiye, senin hikâyelerinin özelliklerinden biri, dişi hikâyeler olması. Bunu çoğunlukla anlattığın karakterlerin cinsiyetlerini kastederek sormuyorum. Doğurgan ve katmanlı…Bunun özel bir nedeni var mı? Belki yaşama dair değerlendirmelerini de bu sorum içinde yaparsın. Saptamalar için öncelikle teşekkürler... Öykülerin doğurgan ve katmanlı olması yaşama bakışımdan kaynaklanıyor sanırım. Bir an, binlerce an’ı içerir, bilirsin. Ayrıca bir kadın yalnızca bir kadın değildir. Örneğin benim içimde bir eğitimci, türkü dinleyicisi, anne, ev kadını (hizmetçi yani), öykücü, drama yazarı var. Hal böyle olunca kalemi ele aldığımda kendiliğinden bir imgeler saldırısına uğradığım gerçek sevgili Ayla Kutlu. Sonra bunlar nasıl oluyorsa adı ‘öykü’ olan ortak bir çatı altında şaşırtıcı biçimde buluşuyor. Her şey her şeyle ilgili, ilintili olduğundan dolayı da sanırım doğurgan, katmanlı öyküler çıkıyor ortaya. SÖYLENMEMİŞ SÖZLER Hikâyelerinde söylenmemiş bir şeyler bırakmaktan hoşlanıyor musun? Okurun anlayışına, çabasına bıraktığını sezdiren satır araları, noktalama işaretleri gibi sanki. Böylece her şeyi açıklayan aktarıcı hikâye yerine interaktif bir hikâye dünyası mı oluşuyor? Eğer böyleyse, bunun sence bir nedeni olmalı ? Hoşlanıyorum, evet. Herkesin bildiği şeyler de yazılır elbet ama ben farklı şeyler anlatmayı seviyorum. Ya da görmezden gelineni göstermek... Bunu da alışılmadık biçimlerle, biçemlerle, önemsenmeyen ama güzel sözcüklerle yapmak istiyorum. Her yazarın sesi farklı olmalıdır çünkü. Beylik şablonlara uygun düpedüz olay aktarımını değil içinde şiirin rüzgârı, dünselliğin solgun kokusu, umudun ışığı olan öyküler belki... Edebiyat yazarın yaşamında neyi değiştirir? Eğer istersen, bunu bütünsel olarak cevapla, istersen bir yazar kadın olarak … Yazmaya küçük bir taşra kentinde, 16 yaşındayken takma adla şiirler yazarak başladığımdan beri iflah olmaz bir yazı tutkunuyum. Aynı dönemlerde başlayan okuma aşkıyla atbaşı bir süreçte pek çok güçlükle, acıyla boğuşa boğuşa bugüne geldim. ‘Mutlu insanın öyküsü yoktur’ diyen o yazar dost haklı olmalı. Kurduğum kitaplıklar iki kez yakıldı. Bir kez de imza için götürdüğüm kendi kitaplarım aynı serüveni yaşadı. Kitaplıklarımın öznel tarihinde bir de su baskını var. Komşunun patlayan su borusu yüzünden hem edindiğim, hem yazdığım pek çok kitabım gitti ki Cemre onlardan biri. Hem soyut hem de somut anlamda edebiyat yaşamını çok değiştirdi. Kendime mektuplar yazarak başladığım serüven şimdi uykusuzluklarla, zamansızlıklarla sürüp gidiyor. Vefasızlık bahsini hiç açmayayım en iyisi. Hikâyelerini dikkatle okuduğumda senin gerçek bir romantik olduğunu algıladım. Romantik sözcüğünü, on dokuzuncu yüzyıl insanının karşı cinse yönelik yüceltmeci tavrı anlamında kullanmıyorum. Topluma yönelik olarak bir iyimserliğin, toplumların kendini yücelteceği KİTAP SAYI ? Ayla KUTLU L ütfiye Aydın’ın ilk baskısı 1990 yılında yapılan CEMRE adlı hikâye kitabını CAN YAYINLARI yeniden bastı. (*) İlk baskının yayımlandığı günlerde kitabın ulaşabildiği çevrede ilgiyle karşılanan CEMRE’yi şimdi herkesin edinme şansı var. Lütfiye Aydın’ın özgün kimliğini vurgulayan; coşkulu, sıcak, sevecen, özenli, dikkatli çalışmalarının toplandığı 9 hikâyenin oluşturduğu bu ikinci kitap onun önemli hikâyeciliğini vurgulayan nitelikte. Lütfiye’yi yakından tanıyorum. O önce heyecanıyla, edebiyata özellikle hikâyeye duyduğu derin, saplantılı, arzulu aşkıyla tanıdığım, genç bir edebiyat öğretmeniydi. Ankara’ya yeni gelmişti. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir kuruluşta çalışıyordu. Birikiminin yoğunluğu, ardı ardına hikâye kitaplarıyla kanıtlandı. Çalışkan ve yaratıcı bir yazar. CEMRE, bir öngörü müydü? Cemre ateş anlamına geliyor. Bizim kültürümüzde, havaya, toprağa ve suya düşen, baharla birlikte oluşan ısınmayı, yani yaşamın yenilenmesine ilişkin ilk müjdeyi yaratan güç. Hikâyelerin genel yapısına baktığımızda baştan sona kadar temiz,net, yalın bir anlatım görüyoruz. İyi ve dikkatli okur isteyen yazarlardan birisidir Lütfiye Aydın. Hikâyelerinin sonuna geldiğinizde bir şeyin farkına varsınız. Anlatılan gerçekte çoklu bir hikâyedir. Kitapta yer alan özellikle iki hikâyeyi çarpıcı örnekler olarak sunmak istiyorum: İlki, GUERNİCA BİTTİ Mİ ? Yazarımız doğmadan önce yaşamış, İspanya İç Savaşı sırasında ünlenmiş bir ozanın Miguel Hernandez’in trajik ve kısa yaşam hikâyesine de Guernica kasabasında faşistlerin yaptığı katliama da göndermeler yapıyor. Guernica katliamının ? SAYFA 4 CUMHURİYET 918
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle