Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nedret Gürcan’la ‘İzmir’de Üç Gün ve Bir Gece’ Bir sevi romanı: ‘İzmir’de Üç Gün ve Bir Gece’ mek için benim davetimle ilçem Dinar’a geldi. Filmin konusunu nereden, hangi kitaptan aldığını sordum kendisine. Hiç unutmuyorum, filmin senaryosunu bir gazetenin dört beş satırlık haberinden alarak kurguladığını söyledi. KURGUNUN İŞLEVİ Yani? Tutunacak birkaç dal olmadıkça, tamamı kurguya dayanan bir roman yazmak büyük ustaların işi olsa gerek. Bu romanda bir “Kazım Usta” tipi var. Adam davranışlarıyla hayatta zor rastlanır bir tip. Eğer Mehlika, anı defterinde bu adamı yazmasaydı, kurgu için ben bir benzerini bulamazdım. Zaten, Mehlika’nın kocası, karısına musallat olan arkadaşı Kazım Usta için, “Dünyada böyle bir adam olamaz…” diyor. Salt karısı nedeniyle değil; İzmir’de evinde iki gün konuk ettiği en yakın arkadaşı Murat Usta’dan otel ve yemek parası istediği için. Karısına asıldığı için içki sofrasında kafasında rakı şişesini kırıyor, cezaevine düşüyor. Buna keza, romandaki cüce ressamı kurguyla bulup çıkarmak ne denli olanaklıdır? Cüce ressama borçlu olan Mehlika’nın kocası cezaevindeyken karısının kendisine çıplak model olmasını istiyor ve karısına gönderiyor. Kadın çırılçıplak soyunacak ve bar sahibi cüceye poz verecek, sonra da borcunu bu şekilde ödemiş olacak. Karısını cüceden kıskanmıyor, çünkü cüce ressam iktidarsız! Bu Murat Usta nasıl kurgulanırdı bilemem, insan bin yıl düşünse böyle bir tip yaratamaz gibi geliyor bana… Hem çıldırasıya karısını seviyor, onun dökümden heykelini yapıyor, kıskanıyor hem de karısını vitrine çıkarıp gelir kaynağı yapmak istiyor. Daha neler neler… Tümüyle yaşanmış bir olayın romanı derken, romanda hiç mi kurgu yok? Romanın 170 sayfası, yani İzmir’e kadar süren bölümü zaten Mehlika’nın anı defterinden alınmıştır. Kurgu söz konusu değildir; ancak, elli yıl öncesine dayanan, defterlerdeki eskiyen dil ve kimi sözcükler yenileriyle, kimi adlar ise tarafımdan değiştirilmiştir. Romanda imgesel hiçbir kişi ve olay yoktur. Bazı konuşmalar için yüzde yüz ‘öyle olmuştur’ da diyemem. Olayın akışı içinde öyle olması, öyle konuşulması gerekirden yola çıkarak yazılmıştır. Gerçeklerden sıyrılma hali yok. Ama, keşke gerçeklerden sıyrılıp bir de kurgusal roman yazabilseydim. Nedret Bey, bir şey dikkatimi çekti: Yanılmıyorsam ben bu kitabın kapağındaki resme, yani kadının portresine anı kitaplarınızın birinde rastlamıştım? Romandaki Mehlika’nın öyküsünü “Yaşanmış Taşra Öyküleri” kitabımın dosyasında on beş sayfayla özetlemiş ve bu özet öykünün o kitaba girmesini istemiştim. Dosyayı yayına hazırlayan editörüm telefon açarak bana, “Bu öykünün taşrayla ilgisi yok; bana kalırsa genişleterek siz bunu bir roman yapınız” demişti. Doğruydu, editör haklıydı, gerçekten taşrayla ilgisi olmayan bir olayı anlatıyordu. Öyküyü dosyadan çektim. Ama, kadının bendeki orijinal fotoğrafından yaptığım resmin de kullanılmaması için bir anımsatmada bulunmayı unuttum. Resim yanlışlıkla ve bir yakıştırmayla başka bir öykünün sayfaları arasına girdi. ELLİ YILI BULAN BEKLEYİŞ… Son yıllarda şiirden uzak görünüyorsunuz, anı kitaplarına ağırlık verdiniz. Bu romanın ya da Mehlika’nın hikâyesinin yazılması içinse 1950’li yıllardan bu yana beklemişsiniz. Romanın sonunda yazım tarihi olarak 2006 yazıyor, elli yılı aşkın bir süre... Neden? Romana ilişkin notlarımı ve Mehlika’nın defterlerini zaman zaman gözden geçirerek yazmak için uzun yıllar düşünerek bekledim. Önce, eşimin tepkisi ne olurdu? Çünkü, o üç günlük birliktelikte cinsellik vardı, duygusallık ve gözyaşları alabildiğineydi, gerçi ben bunlara tertemiz bir ilişkinin edebiyata dökülen sayfaları olarak, o gözle baktım, yazmak istedim. Yazmasaydım ne olacaktı? Bu tür sakıncalarla yazılmamış milyonlarca kitap ya belleklerde eriyip yok olmuş ya da raflarda tozlanıp atılmıştır. Birçok bekâr erkek gibi benim de gençlik yıllarımda aşklarım oldu. Elli iki yıllık eşim bunları biliyordu. Edebiyata saygısı sonsuzdu. İçinden belki yazmamı istemiyordu, ama istemese de yazmama izin verdi. Bir merakım daha oldu şimdi, eşiniz romanınızı dosya halindeyken okudu mu? Değilse çıktıktan sonra kitabı okudu mu? Dosya halindeyken okumak istemedi. Ama ben yer yer açıklamalarda buKİTAP SAYI Bundan yaklaşık elli yıl kadar evvel Dinar’da çıkan ve adını bildiğimiz pek çok şairin şiirlerini yayımladığı “Şairler Yaprağı” dergisinin yönetmeni Nedret Gürcan, yazdığı iki ciltlik anı kitabından sonra şimdi de romanıyla okur karşısında: Gene o yıllardan damıtılıp gelen, bir sevinin romanını yazdı bu kez. Dergiye İzmir’den şiirlerini gönderen genç Mehlika’nın, gençliğini yaşayamadan sönen hayatından bir kesiti anlatıyor Gürcan. Bir kesit derken de… Gençliğini süren bir kadının son kesitinden parçaları… Gürcan’la, Mehlika’yı anlattığı romanını konuştuk. ? Erdem ÖZTOP* ayın Gürcan, taşraya ilişkin anılarınızdan sonra şimdi de bize bir roman sundunuz. Şunu sormalıyım; anılarla başlayan serüvende, kurgusal bir metne yönelmek nasıl oldu? Gerçeklerden sıyrılma hali mi bu? SAYFA 16 S Önce şunu belirtmeliyim: Bu roman yaşanmış bir olayı anlatmaktadır. Kurgusal değildir. Geçtiğimiz yıllarda Dünya Kitapları arasında çıkan “Benim Sevgili Taşram” ve “Yaşanmış Taşra Öyküleri” kitaplarım gibi “İzmir’de Üç Gün ve Bir Gece” adlı bu romanım da yaşanmış birer anılar kitabıdır. Üzerinde dikkatle durulacak olursa böyle bir romanın kolay kolay kurgulanamayacağı görülecektir. Sanki kurguya sıcak bakmadığınız gibi bir izlenim uyanıyor bende... Kurgunun zor bir iş olduğunu söylemek istiyorum. Ama kurgusal her roman ya da öykünün arkasında yaşanmışlıklar da vardır diyorum. Yaşamın içinde olmayan bir olayı nasıl kurgularız? Olayın içindeki canlı ve cansız her şey kurgunun malzemeleri değil midir? Kurgu için birkaç dala tutunmak, yaşanmışlardan yararlanmak gerekir diye düşünüyorum. Peki bu roman nasıl oluştu? Ben bu romanın dosyasını önce ezeli dostum, öykü ve roman yazarı Tarık Dursun K.’ya gönderdim. Okuduktan sonra telefonda bana, “Keşke kurgusal bir roman olsaydı…” dedi. Bunu tartıştık. Üstelik Tarık, romanda geçen günleri, mekânları ve o yılları birlikte yaşadığımız arkadaşımdır, beni ve başıma gelenleri biliyor. Kurgu için bir başka örnek daha var: 1968 yılında ünlü rejisör Metin Erksan, Kuyu filmini çek ? CUMHURİYET 918