Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Menekşe Toprak’ın “Valizdeki Mektup”u üzerine... Bir öykü kitabı insanın dünyasını değiştirmez ama değiştirmeye yardım eder... Bir ilk kitap Valizdeki Mektup. Bunda korkulacak ve çekinilecek bir durum yok okur açısından. Kuşku duymaya da gerek yok, bir yazarın ilk kitabı diye. Kimi okur çekingen ve önyargılı olur. Ama bir yazarı keşfetmenin keyfini yaşayanlar da vardır aramızda. 9 öyküden oluşan Valizdeki Mektup, okuru geçmişe, elbette öykünün geçmişine, bugününe alıp götürüyor, bu azımsanacak bir şey mi? Kitabı bir solukta okuyacaklar da olacaktır mutlaka. Nefes kesen öyküler değil ama çok şey söyleyen, fakat geveze olmayan, öyküler. ? Gültekin EMRE alizdeki Mektup”. Çocukluğumuza uzandığımızda kim bilir neler neler buluruz bizi etkilemiş, başımızı döndürmüş. Yıllar sonra kimi şeyler saçma gelse de zamanında nasıl da önemsemişizdir onu, onları. Örneğin yaşlı bir kadının ölümünün ardından eşyaları darmadağın olurken, bir çocuğun küçük bir valize sahip çıkmasını şimdi yadırgayabiliriz, eşyalarının gözden çıkarılmasına üzülmesini de yadırgayabiliriz, elbette. Ama, gelin bir de çocuğa sorun o valizin önemini, o evdeki tarihin onda uyandırdığı gizemi, merakı! Çocuklar da anne babalarına benzeyerek büyürler. Kavga ede ede, karşı çıka çıka bir yere gelirler, gelebilirlerse. Bazen, unutulan kimi şeyler bir anda karşımıza çıkıverir birden. Çoktan unutup gittiğimiz valiz de bir müzede gözümüzün içine bakar. İçindeki mektupları o zaman okuyamamak öyküyü yarım bırakmaz. Çocuk açısından öykü bir sonuca bağlanmıştır çünkü. Ama, okurun da hakkı değil mi yaşlı kadının geçmişi, öyküsü? Aslında kimi ipuçları verir yazar. Gerisini de okurun düşlemine bırakılır. Size bir soru: “Peki, unutmakla atmak arasında fark var mı acaba?” “Güzel Bir Gün”, öyküsü Zeynep'le Cemil arasında kurulan, kurulamayan bir ilişkiye ortak ediyor bizi. Hem gizlidir bu sevda, hem herkes bilir. Kız kardeşler arasındaki kıskançlık her ailede SAYFA 10 “V vardır herhalde. Bilinçaltında biriken puslu görüntülerin ne zaman önümüze düşeceğini bilemeyiz. Cinselliğimizin elinden tutan, el yordamıyla yürürken, ne çok şey vardır. Tehlikeler dünyasında yapayalnızızdır aslında. Kime güveneceğimizi doğru dürüst bilemeyiz. Uyanan cinselliğin bastırılması bir işe yarar mı? O da belli değildir. Aile içindeki devingen ve değişken tutumlarla aradığı yolu kolayca bulabilir mi bir kız? Kumsalda güneşlenirken nelere dalıp gider bir insan? Bunu bilebilir miyiz? Bir soru daha? Cemil öldü mü gerçekten, yoksa Zeynep onun ölmesini mi istedi canı gönülden? “Eve Dönüş”, öyküsünde de var yalnızlığın ağır basıncı, baskısı, bulanık fotoğrafı. Öykünün sonunda kiracısına telefon açıp mektubunu haber vermek istemesinden belli bu. Uzaklardan evine dönen biri kendine ait bir şeyler bulabilir mi artık o evden? Hele evini kısa süreliğine birilerine kiralamışsa? Kendini birilerinin karşısında çıplak duyumsamaz mı? Özel eşyalarıyla kendisi hakkında her şeyi öğrenmişlerse, ne olmuş yani? Bu neyi değiştir? Uzaklara gitmiştir bir kadın, sevdiğinin ardından. Berlin'deki küçük dairesini birilerine kiralamıştır bir gün dönüp geldiğinde sığınacak bir yeri olsun diye. En son kiracısı bir Türk kadınıdır. O da Ankara'ya gitmiştir. Üstelik oradan telefon açmıştır az önce. Kendisine mektup olup olmadığını sormuştur. O da bir başka öyküdür elbette. Hepimizin yaşamı öykü içinde öykü değil midir birbiriyle kesişen ve teğet geçen yönleriyle? Ev sahibesi kiracısına gelen mektubu okumaya çalışır ama Türkçe olduğu için anlayamaz. Ama bir aşk mektubu olduğu kesindir bunun, çünkü bir erkekten gelmiştir ve bir erkekten gelen mektubu herkes anlayabilir. Kendi yalnızlığını unutup bir başkasının yaşamını merak eden bir öykü kahramanı ilginç değil mi? Bir soru daha: Bayan Kremer Ali'nin İstanbul'dan postaladığı mektubu Ankara'ya yollayacak mı? KARŞILAŞMA “Karşılaşma”, öyküsünün mekânı Viyana'dır. Öykünün kahramanı Berlin'de yaşayan bir Türk kadınıdır. Bir zamanlar yanıp tutuştuğu, çok arzula dığı erkekle Viyana'da bir kahvede oturuyor işte. Aralarında geçenler bir bir gözünün önünden ve belleğinden geçip gidiyor. Onsuz yaşadıkları da. Hayatının nereden nereye geldiğini düşünmeden yapamaz kadın. Adam başarılı biri olmuştur. Ama ilişkileri onları bir yere taşımamıştır ne yazık ki. Viyana'da, bir başka ortamda gelişeceği de yoktur. Kadın kendi içindekileri deşeler durur durmadan karşısındaki adamı incelerken, dinlerken. Bir şeyler uçup gitmiştir ve ilişkiyi yeniden başlatacak bir duygu da yoktur içinde. Kadın kendi kendisiyle şöyle konuşuyor öykünün bir yerinde: “Konuşacak bir şeyimiz var mı bizim? Hiçbir sözcüğün yetmeyeceği, hatta sözcüklerin her şeyi silip süpüreceği, yüklenilen tüm anlamları silivereceği yaşanmışlıkları korumak en doğrusu değil miydi? Onu ilk gören ben olsaydım, yaklaşır mıydım yanına?” diye geçiriyor kadın içinden. Kadının içinde bir boşluk vardır yalnızca, içinden çıkamadığı bir boşluk! Adam, kısa süreliğine bir işini çözümlemek için kalktığında, kadın adamı beklemeden ayrılır kahveden. Bu öyküye ilişkin de bir sorum var size: Kadının ne işi vardır Viyana'da? “Park”. Büyük kentlerin parklarının nasıl olduğunu bilmeyen mi var? Hem gizemlidir, ilgi çeker, hem de geceleri iti uğursuzu vardır korku salan. Gündüz ayrı bir dünyadır parklar, geceleri farklı fotoğraflar sunar. Köpeğini parkta gezdirmeye alışmış bir kadının dünyası nasıldır acaba? Köpeği olan bayanlar bunu iyi bilirler ama ötekiler köpeksizler bunu nereden bilecekler? Park gezileri normal seyrinde gitse sorun yok, bunun öyküsünü yazmaya da gerek yok elbette. Gece yarısı parka gitmeye alışınca bir köpek, işte buradan bir öykü doğar okurun kucağına. Sonra köpek ölür ama sahibinin gece yarısı parka gitme alışkanlığı sürer. Orada bir bankta ağlayan bir adam görür bir gece. Onu merak eder. Adam ağlamasını bitirdikten sonra arabaya binip gider. Ölü köpeğin sahibi kadın merakıyla baş başa kalır. Bu böyle günlerce sürer. Bir süre sonra adam görünmez olur ama kadın kimi beklediğini bilmeden beklemeye devam eder. Sonra yeni bir köpek edinmek için harekete geçer. Bakalım bu öyküyü dikkatli okudunuz mu? Adamın derdi nedir acaba? AŞK “Fırsat”. “Sahi, ne zaman başlar aşk?” bir öykü böyle başlar mı hiç? Neden başlamasın? Soruyu sorduğu KİTAP SAYI ? 918 CUMHURİYET