08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Erdoğan AYDIN Kritik “AB Sosyal Politikası”, Türkiye’nin sosyal politika açısından uyumsuzluğu ve buna neden olan sorunları irdeleyerek, sosyal politikaların etkisi açısından neler yapılabileceğine dair ciddi açılımlar sunuyor. AB’nin sosyal politika etkisi tartışma alanımız da, dar ‘milli’ alandan evrensel alana sıçrıyor; ki bu düzlemden hem sürecin bütününe çok daha sağlıklı müdahale mümkün hem de kendi ulusal konumumuza yeni olanaklar üretmek. Ancak geleneksel iktidar olanaklarını yeniden üretmekten başka bir işlevi olmayan milliyetçi bir yaklaşımla bu olanakları değerlendirmek olanaksız. Yeni basılan “AB Sosyal Politikası” (Aziz Çelik, Kitap Yayınevi), AB sorununu, ‘milli’ kısırlıkların ötesinde geçip bu sosyal boyutuyla tartışarak ciddi bir ihtiyacı karşılıyor. Başlangıçta bir yüksek lisans tezi olarak hazırlanmış olmaktan ve konunun teknik ve hukuksal niteliğinden dolayı okuru yoran, kolay okunamayan bir çalışma olmakla birlikte, özellikle yaşadığımız sürecin sorunları nedeniyle, özellikle ülke gündemini emek alanından takip edenler açısından bir hayli önemli bir çalışma. Kitap, Avrupa Birliği sürecinin unutulan, ihmal edilen ve görmezden gelinen boyutunu; sendikal haklar ve sosyal politikayı tarihsel gelişimi ve güncel yönleriyle ele alıyor ve AB’nin ülkemizde az bilinen ve az konuşulan boyutunu, sosyal politika ve sosyal haklar boyutunu inceliyor. Kitap bir yandan AB düzeyinde devam eden “sosyal Avrupa” ile “liberal Avrupa” çatışmasını, öte yandan bu çatışmanın Türkiye’nin müzakere sürecine etkisini irdelerken, hükümetlerin sosyal boyuttan yoksun AB politikalarını eleştiriyor. liyet unsuru gören patron örgütleri arasında; temel sendikal hakları savunanlarla rekabet gücü için bazı sosyal hakların görmezden gelinmesini isteyenler arasında yoğun bir mücadele konusu olacaktır. Bu bağlamda Çelik, liberalizmin sosyal politikaya tahammülsüzlüğüne işaret ediyor. Sosyal politika AB içinde de derin bir uyuşmazlık ve gerilim kaynağı. Türkiye’nin müzakere süreci AB’yi de belirleyen yeniliberal politikaların ve ülkemize özgü kısıtlamaların basıncı altında şekilleniyor. Sermaye çevreleri, “rekabet gücü”, devlet de toplumun kendi denetimimnden çıkması kaygısıyla sosyal politika ve sendikal haklar uyumunu ötelemeye çalışıyor. Bu bağlamda AB uyum süreci, yeni olanaklar yanında yeni sorunları da beraberinde getiriyor. Kitap birbiriyle bağlantılı birkaç iddiayı kanıtlamaya çalışıyor: Bunlardan birincisi, sosyal politikanın piyasaya karşı toplumun kendini koruma hareketi/aracı olduğudur. Diğer iddiası ise Keynesyen iktisat politikalarının terk edilmesine ve yeniliberal yaklaşımların 1980’ler sonrası güç kazanmasına rağmen, Avrupa’da sosyal devlet uygulamalarının varlığını büyük ölçüde koruduğudur. Kitabın bir diğer tezi, ülkemiz sosyal politikasının, AB sosyal politikası karşısında uyumsuzluğunun devam ettiğidir. Bu iddia ile bağlantılı bir biçimde Türkiye’nin müzakere sürecinin, sendikal hak ve özgürlükler ile sosyal haklar alanında olumlu bir etken oluşturduğu ve toplumsal hareketler açısından önemli bir kaldıraç olabileceğidir. Ü lkemizin bugününde olduğu gibi orta vadeli geleceğinin belirlenmesinde de AB ilişkilerinin belirleyici bir rolü söz konusu. Her ne kadar AB’den ters rüzgârlar esmeye ve AB karşıtı bir dilin giderek süreci belirlemeye başlaması söz konusu ise de Türkiye’nin orta vadede AB entegrasyonu dışında bir seçeneği görünmemektedir. Bu realiteyi, AB entegrasyonuna karşıtlığı adına yapılan gerekçelendirmelerde bile net olarak görmek mümkün. Halkın yaşam kalitesinin yükseltilmesi için burjuva demokratik kurumlaşma ve kalkınma gereksinimlerinin karşılanması açısından ABD veya Avrasya gibi bir seçeneğin olamayacağı kesin. Devrim gibi bir seçenek ise orta vadede gerçekleşebilir olmaktan uzak. Ülkenin tıkanma noktalarının klasik anlamda tam bağımsızlık ile çözümü seçeneği ise, içine girdiğimiz küresel koşullarda, hem olanaksız hem de kalkınma ve demokratikleşme gereksinimleri açısından işlevsizdir. Bu saptamalar elbette ki emperyalist tahakkümün ortadan kaldırılması ve tabii köklü bir çözüm açısından sosyalizm gereğini en küçük anlamda önemsizleştirmiyor. Tersine hem emperyalizm dünyamızın başındaki en temel problem olmaya, hem de sosyalizm, yerine daha iyisi konulamayan biricik çözüm perspektifi olmaya devam ediyor. Ne ki, dünyamızın bu küresel koşullarında, artık emperyalizmin etkisizleştirilmesi yanında sosyalizmin kurulabilmesine ilişkin eski yaklaşımlar işlevini kaybetmiştir. Uzun vadeli çözüm seçenekleri yanında orta vadeli arayışlarda da yeni yaklaşımlara gereksinmekteyiz; ki AB tartışmalarının sadece egemenler açısından değil ezilenler açısından kazandığı önem de bu gereksinimine oturuyor. kaldı. Çalışma hukukunda yapılan değişikliklerde ise temel bir eğilim dikkat çekmektedir: bireysel işçi haklarına ilişkin (işçi sağlığı, ayırımcılık, çocuk ve genç işçilerin korunması gibi) kısmi iyileştirmeler yapılırken, kolektif sosyal haklar noktasındaki uyumsuzluk bütün boyutlarıyla devam ediyor. Diğer bir deyişle sosyal politika uyumunda, paternalist bir yaklaşım özgürlükçü bir yaklaşımı eziyor. AB’nin sosyal normlarının sermayenin rekabet gücünü zayıflatacağı tezi, sosyal politika alanını boğmaya devam ediyor. Kitap, Türkiye’nin Avrupa sosyal hukukuna uyumunun, bir yandan güçlü tarihsel temelleri olan paternalizmden, öte yandan siyasaltoplumsal yapısını kuşatan neoliberalizmden uzaklaştığı ölçüde mümkün olabileceğinin altını çiziyor. Tabii her ikisinin de öyle kolay aşılamayacağı anımsanırsa, bu sürecin diğer entegrasyon süreçlerinden çok daha zor ve sancılı olacağının bir diğer nedeni ile karşılaşıyoruz. AB süreci, bir yandan siyasal ve sosyal haklar açısından imkânlar sağlarken öte yandan yeniliberal iktisat politikaları nedeniyle yeni sorunlar yaratabilecek iki yönlü bir süreç, bu ikili karakteri nedeniyle sosyal politika güçlerinin bu sürece dönüştürücü bir iradeyle katılımının önemi ile karşılaşıyoruz; ki Kitap, bu mücadele alanına emeğin perspektifiyle katılmak açısından dikkate değer bilgiler sunuyor. EMEK BAKIŞI Kitap Türkiye’de sosyal politikanın kökleri ve AB uyum sürecinde yaşanan direnci ayrıntılı olarak ele alırken AB sürecinin çifte standartlı yönlerini göz önüne seriyor. Yazar, Türkiye’de sermayenin ve hükümetlerin sosyal politika konusundaki direnç ve uluslararası normlara uyum konusundaki gönülsüzlüklerinin köklü bir geçmişe sahip olduğunun altını çiziyor. Türkiye 1952 yılında onayladığı örgütlenme özgürlüğü ile ilgili 98 sayılı ILO sözleşmesinin gereklerini yerine getirmediği için yarım yüzyıl sonra bile ILO tarafından eleştirildiğini anımsatıyor. Yazara göre AB süreci, sosyal politika ve sendikal haklar açısından bir sihirli değnek değil. Ancak bu süreç, hem genel demokratik hak ve özgürlükler hem de sendikal, sosyal haklar açısından önemli olanaklar sağlayacak potansiyeller içeriyor. Sermaye çevreleri ve siyasi iktidarın yeniliberal bir Avrupa bütünleşmesi nedeniyle, sosyal politikanın bilinçli ihmali gösteriliyor. Bu nedenle sosyal dinamiklerin bu sürece kendi egemenleriyle mücadele eksenli bir bilinçle katılmamaları ve ‘milli çıkar’ manipülasyonunu aşamadığı müddetçe, müzakere sürecinde sosyal hak ve özgürlüklerden yana kazanımla çıkılamayacağını gösteriyor. Emekçilerin sınıfsal taleplerini sürece taşıyamadığı koşullarda müzakere sürecinin sosyal haklar alanındaki imkanlarını kurumsallaştıramayacağına işaret ediyor. Kitap, AB sürecinin güncel siyasetin labirentlerine sıkıştığı günlerde, bu sürece emekçi sınıflar açısından, sosyal haklar ve haksızlıklar açısından bakmaya çalışıyor. Maastricht, Amsterdam, Nice anlaşmaları ve AB Anayasası çerçevesinde sosyal politika yönelim ve olanaklarını inceleyerek başta sendikalar olmak üzere sosyal politika tarafları açısından değerlendirilebilecek olanaklar noktasında ciddi bir bilgi zemini sunuyor. Aynı bağlamda Türkiye’nin sosyal politika açısından uyumsuzluğu ve buna neden olan sorunları irdeleyerek, sosyal politikaların etkisi açısında neler yapılabileceğine dair ciddi açılımlar sunuyor. Özetle Aziz Çelik’in çalışması, AB entegrasyon sürecine sosyal politikalar ve emeğin çıkarları ekseninden müdahil olmak isteyenler açısından bir başvuru kitabı. ? KİTAP SAYI 881 SOSYAL AVRUPA’NIN LİBERAL AVRUPA’YLA MÜCADELESİ Çeşitli iniş çıkışlar ve krizlerle devam eden AB süreci, siyasi, ekonomik ve hukuksal alanda önemli gelişmelerin, tartışmaların ve sorunların yaşanacağı, yeni olanaklar yanında sorunları da getirecek zorlu süreç. Müzakere süreci bir yandan “işleyen bir piyasa ekonomisi” yaratma perspektifi ile liberal bir ekonomik bütünleşmeye ve öte yandan bu piyasa karşısında emekçilerin ve ezilenlerin, kendini koruma olanaklarının artmasına –sivil, siyasal ve sosyal hakların genişlemesine yol açacak ikili karaktere sahip. Kuşkusuz liberalemperyalist boyut halen AB’yi belirleyen yanı oluşturuyor; ancak ülkemiz rejiminden ayrımla aynı zamanda ciddi bir sosyal boyutu, dolayısıyla dönüştürücü katkıyı içeriyor. Liberal Avrupa ile sosyal Avrupa’yı temsil eden güç ve zihniyetler arasında ciddi bir çekişme ve mücadele zemini olan bu ikili bağlamıyla AB süreci, Türkiye’nin müzakere sürecine de yansıyor. Müzakere süreci, çevrenin korunmasında AB standartlarını savunanlarla bunu rekabet gücünü azaltıcı gören sermaye çevreleri arasında; iş sağlığı ve güvenliğinde uluslararası standartları savunan sendikalarla bunu bir ma AB OLUMLU ETKEN Türkiye, uygulamada ihlal etmeye devam ediyorsa da, AB uyum sürecinde sivil ve siyasal haklar alanında önemli yasal değişiklikler gerçekleştirdi. Ancak insan haklarının diğer temel ayağı olan sosyal haklar alanında ise büyük bir ayak direme yaşanıyor. Sosyal boyutu olmayan, liberal bir AB bütünleşmesi hedefleyen sermaye çevreleri, sendikal ve sosyal uyumun Türkiye’nin “rekabet gücü”nü olumsuz etkileyeceğini ve bu nedenle geciktirilmesini talep ediyor. Hükümet de bu yönde davranıyor. Sonuçta sosyal haklar ve sosyal politika, AB sürecinin en ihmal edilen alanı olarak kalmaktadır. Bu nedenle yasalaşan iki Anayasa ve yedi uyum paketi içinde sosyal/sendikal haklara ilişkin kayda değer bir ilerleme yer almadığı gibi, uyum yasalarının kabul edildiği dönemde, yargı kararlarına rağmen bütün etkili grevler ertelenerek engellendiği görülüyor. AB uyum sürecinde yapılan yasal düzenlemeler büyük ölçüde 1789 model sivil hak ve özgürlükler (birinci kuşak) haklar ile sınırlı UYUM SÜRECİNİN UYUMSUZ ALANI Halen AB’nin ülkemizde az konuşulan, dolayısıyla az bilinen öğelerinin başında sosyal politika ve sosyal haklar sorunu geliyor. Sorunun hem entegrasyonumuz hem de AB’nin şekillenme süreci bağlamında iki boyutu var ki, her ikisi de, ne yazık ki sendikalarımız ve sosyalistlerimiz nezdinde gereğince değerlendirilmiyor. AB politikasını belirleyen egemen fraksiyonlar ise zaten bu sorunla ilgilenmiyor, dahası sürecin bu emekten yana düzenlemeyi gerektiren yanını duymak bile istemiyor. Avrupa’nın kendi içinde, “sosyal Avrupa” ile “sermayenin Avrupası” boyutunda ciddi bir iç çatışma sürüyor. Soruna bu gerçeklikte yaklaştığımızda, SAYFA 30 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle