22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kemal Bekir, kendinin uzağına çekilen, unutulmuşluğa aldırmayan bir öykücü, bir romancı. Günümüzde kolay üne kavuşanlar yarın unutulmuş olabilir. Ama unutulduğunu sandığımız Kemal Bekir gibi bir romancı yeniden anımsanacak. Onun anlattığı gerçeklerde insan biraz da kendini arayacak... Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler K asaba, sözlüklerdeki tanımına göre, kentten küçük köyden büyük, kırsal özelliklerini yitirmeyen bir yerleşim yeri. Bu yerleşim yerini “belde” olarak karşılayan sözcükler de var, “ilçe” olarak gösterenler de, Kemal Bekir’in romanında “ilçe” olarak değerlendirilmiş. Nice kentlerden büyük ilçeler de var; ilçe sayılsa bile, belde özelliği gösteren kasabalar da... Gene de ortak tanımıyla kasaba; bostanları, tarlalarıyla kırsal kimliğini yitirmeyen bir yerleşim birimi. Herkesin birbirini tanıdığı, kapalı mektubun okunması gibi, birbirinin içyüzünü bildikleri bir yer. Kasaba eşrafından Dortoğlu Mehmet uçsuz bucaksız tarlalarıyla, iğneden ipliğe her şeyin satıldığı işyeriyle varlıklı bir insan. Kemal Bekir, Dortoğlu’nun yazıhanesini anlatırken, “malmüdürü, belediye reisi, doktor, ziraat memuru, hatta kaymakam bile buraya girer çıkardı” diyor; kasabayı bir “ilçe” olarak gösteriyor (YABANCILAR, roman, Pencere Yayınları, 2005). Kemal Bekir’in dört romanında da yalnızlığın değişik boyutları sorgulanır. KANLI DÜĞÜN’de kır gerillasının, KAÇAKLAR’da ayrı yaşama koşullarındaki iki sevgilinin, HÜCRE l952’de düşünce suçlusu bir adamın yalnızlığıdır romanların arkasındaki gerçek. Kemal Bekir’in gerçek anlayışında olay akışının gerisindeki davranışların ruhsal dokusu önem kazanır. Bu anlayışı daha somut ortaya koymak için YABANCILAR’daki “kasaba yalnızlığı”nı belirtmek gerekir. Kasaba yalnızlığı dikodusu bütün kasabaya yayılır. Malmüdürü ağırlığını koyup bu işi bitirmekten yanadır. Tahsildar, hem Malmüdürü’nün, hem Dortoğlu’nun, hem de Tapucu’nıın derslerini vererek; çoluk çocuğunu alıp, eşyalarını yükleyerek; çeker gider. Uzaklaşan kasabaya Kemal Bekir’in gözüyle bakalım: “Kasaba geride kaldıkça, uzaktan ölü, sessiz bir toprak yığını gibi gözüküyordu.” Tahsildar ile ailesi kasabaya dışardan gelen “Yabancılar”dı. “Gâvur saydıkları dışarlıklı memurlara yalandan gülümseyen esnaf takımı” onlar gidince eski alışkanlıklarını sürdürecekler miydi? Tahsildar’ın gidişi yenilgi miydi, eşraf takımı ile yardakçılarına verilmiş bir ders miydi? Her şey eskisi gibi yürüyor görünse de, ileriye dönük olarak değişen bir şey yok muydu? Okurlar bu soruların yanıtını kendi içinde arayacaktır. Asıl yenilgi, Tahsildar’ın küçük kızını gizlice seven Çilingir Şükrü’nün canına kıymayı göze aldığı umutsuzluktur. Çilingir’in ölümü de kasabanın yalnızlığına dağılacaktır. şey yakalamış gibi gülüvermesi” , “yüze boş boş bakmak”, “bir şeyi araştırır, sorar gibi bakmak”, “kafasını acıtmak istercesine elini alnında gezdirmek”, “yüzünden bir şeyin eksildiğini görmek”... Bu tanımlamalar, ruhsal yapının da bir özelliği olarak ilgimizi çeker. Tahsildar, arkadaşı Sağlıkçı’nın görüşlerini pek mi akıllıca buluyor? Sağlıkçı İzzet’in bu övgüleri önemsemez görünmesi, bir baş çevirmesiyle belirtilir: “İzzet, bu akıllı sözünü, elinin ucuyle itiverir gibi kalenderce başını çevirdi,” Pulcu’nun davranışında gizli ilişkileri kurcalayan bir özellik vardı: “Sağ omuzunu hafif devirmesi, sağ gözü görmüyormuş gibi de başını sağa yıkması, sanki birtakım şeyleri iyi görmesini, iyi anlamasını kolaylaştırıyordu.” Kemal Bekir, kişiler arası ilişkilerdeki iç gerçeği görmeden, kesin gerçeği paylaşma olanağını bulamayacağımızı sezdiriyor, canlı gösteriyor. Herkesin meraklı olduğu, sıkıntıdan ne yapacaklarını şaşırdığı kasaba insanlarının özel dünyasını anlatmaya yarıyor, Kemal Bekir, kasabadaki sıkıntılı yalnızlığı; “tezek kokularının yoğunlaştığı, havayı sardığı akşamları”yla anımsıyor, “Sokaklarda sümüklü, donsuz çocuklar oynaşır, analar evlerin içinden ‘hadi len! yetmedi mi koşturduğunuz?’ diye evlatlarına bas bas bağırdığı” bir yer olarak anımsatır. Kasabada sağlıkçı İzzet gibi kötülüğün yenemediği insanlar da var; varlıklı eşrafla işbirliği içinde görünen memurlar da... Romancının, “Buralılar, işi gücü bırakırlar, başkalarının girdisiyle, çıktısıyla uğraşmaya bayılırlar” demesini doğrulayan bir hızla Tahsildar’ın “körpe kızı”nı Dortoğlu’nun isteme olayı, kasabayı sarıp sarmalamıştır. Kemal Bekir’in bölge özelliklerini gösteren dili, bu ortamı daha iyi yaşamamızı kolaylaştırıyor. Dille anlam kazanan iç gerçekler, kendi haline bırakılmış taşra dağınıklığını, kasaba yalnızlığını daha belirgin gösteriyor. YENİLGİ Mİ, BAŞKALDIRI MI? Kemal Bekir’in anlattığı taşra gerçeği, aslında toplumun değişmez yazgısını belirtiyor. Malmürü Rauf’un; “çekil vazifeden, ver istifanı” demesi; Dortoğlu’nun, “Ne sanacak mışım seni ben?.. Ne boksun sen? Bana kafa tutmaya mı geldin? Ulan ben seni kapımda köpek diye tutmam be! Karşıma geçip bana kafa kaldıracak adam mısın sen?” diye aşağılaması, tahsildar Sıtkı’nın yenilgisi olarak yorumlanabilir. Ama Kemal Bekir’in asıl vurgulamak istediği bu değildir. Tahsildar Sıtkı, Kaymakam’a çıkmaya bile gerek görmemiş; Malmüdürü Rauf’a, Dortoğlu’na, tapucu Galip’e gereken yanıtları vermiş, “körpe kız”ını bu aç kurtların eline bırakmamış, onları kasabanın ağır suskunluğuna itip, kendi yoluna koyulmuştur. Kasabanın yazgısını değiştirecek olan bu karşı duruştur. Artık Dortoğlu gibiler varlıklı oluşlarından aldıkları güçle her istediklerini elde edemeyeceklerdir. Zamanın durduğu o kasabayı Kemal Bekir şöyle anlatıyordu: “Güneşin alnı kabağında, gölge bile vermeyen bir ağaç altında esneyerek oturan, bahçeye, tarlaya gitmemiş varsıl ya da topraksız insanlarıyla kasaba yaşamıyordu. Havada, boşlukta, gerinen, uzayan,insanın bağrına çarpıp kapkara leke bırakan bir şey vardı; sıkıntı.” 0 insanlar asıl Dortoğlu’nun yenilgisini anlatarak sıkıntılarını dağıtacaklardı. Belki de kasabanın yazgısını asıl değiştirecek olan, Çilingir Şükrü’nün o ufak kızı alması olacaktı. Anasının aklı Kınacılar’ın varlıklı kızına takılmasaydı Çilingir Şükrü canına kıyacak mıydı? Kemal Bekir mor dağların, uzak mavilerin, meyvalarla sebzelerin ağzıyla Çilingir Şükrü’ye ağıt yakar. Kasabanın yalnızlıktan kurtuluşu; doğanın o “meret karı”ya ilendiği şiirsel ağıtta yaşıyor belki. Kemal Bekir, kendinin uzağına çekilen, unutulmuşluğa aldırmayan bir öykücü, bir romancı. Günümüzde kolay üne kavuşanlar yarın unutulmuş olabilir. Ama unutulduğunu sandığımız Kemal Bekir gibi bir romancı yeniden anımsanacak. Onun anlattığı gerçeklerde insan biraz da kendini arayacak... ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnun oluruz. DİL ÖRGÜSÜ ile TAŞRA ORTAMI Kemal Bekir, yer yer bölge ağzı kullanıyorsa da, daha çok bölgeye özgü söz değerleriyle anlatımına doğal bir akış kazandırıyor. Kimi zaman deyim özelliği gösteren bu sözleri şöyle sıralayabiliriz: “Karakıllı pezevenk, sokak kapısının demir vurgusu, yatağa akıtmak, elini yüzünü çırpıştırmak, malına foluna tamah etmek, saf insandan laf ütmek, içi bungün olmak, yeldire yeldire gelmek, sinekleri kişlemek, domuşuk yüz, yeterin gayri...” Bu sözler kasaba ortamını daha İÇ GERÇEKLER Kemal Bekir konuşmalardan, davranışlardan ruhsal dokuya sızan özellikleri anlatmanın ustasıdır. Tahsildar’ın çıkışmasını yumuşatmak isteyen Dortoğlu’nun durumunu Kemal Bekir şöyle anlatır: “Adam konuşmayı öyle hafifletiyor, kılçıksız hale getiriyordu ki, şu ufacık engel de ortadan kalkarsa sarılıp öpüşecekleri, kol kola girecekleri sanılırdı.” Davranış özellikleri: “Yüzünün bir ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ Dortoğlu, eşi öldükten sonra, iki yetişkin oğluyla yalnızlığını yenemeyen, yeniden evlenmek isteyen, ellisine yakın, varlıklı bir adam. Malmüdürü Rauf’un özendirmesiyle tahsildar Sıtkı’nın 13 yaşındaki “körpe kızı”na göz diker. Tahsildar, erken inen kasaba akşamlarında, yalnızlığını yatıştırmak için, arkadaşı sağlıkçı İzzet’le Zühtü’nün yerinde biraz içmeyi, evine gecikmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Karısı Ayşe, Tahsildarın kardeşi Körhafız’la dertleşirken; dört çocuğunun bakımıyla mı uğraşsın, kocasının yolunu mu gözlesin, sıkıntısı içindedir, Dortoğlu’nun, Tahsildarın “körpe kızı”nı istemesi, aileyi birleştiren bir olay olarak gelişme gösterir. Onları kasabaya çağırıp Sıtkı’yı tahsildarlığa sokan tapucu Galip, Sıtkı’nın eşi Ayşe’nin ağabeyidir. Bu uygunsuz durumu ona da danışıp, düzeltilmesi için yardımını isterler. Oysa Tapucunun anlayışına gore; kasabada yerleşme kolaylığı sağlamak, işi oluruna bırakmak demektir. Kasabanın güçlü insanı Dortoğlu’ya yanaşmak Malmüdürü’nün kaypak kişiliğini gösterir. “Pulcu” diye anılan, tekel malları satan Recep, kasabanın bütün girdi çıktısını bilir. Tahsildar’ın küçük kızını isteyen Dortoğlu’nun deCUMHURİYET KİTAP SAYI MUSTAFA ŞERİF ONARAN Kemal Bekir Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 866 SAYFA 31
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle