22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA Ben gene de onun bağımsız deyişlerine daha yakın buldum kendimi: Yolunun üzerinde tek ağaç olup dikilsem Gölgemde dinlenecek misin İmgelere daha çok varıyor o zaman: Yağmur olup yağsam Yazın sıcağında Bu gürültülü, tozlu şehrin caddelerinde Toprağın kokusu çıkacak o zaman Kokuyu topraktan alıp hayret edecek misin Böyle şiirlerinde Türkiyeli okuyucu da kendi deyişlerinin kokusunu alıyor bana göre; ama Azeri dilinin temelinde... Ülkelerimizin öz kardeşliğinin tadına varıyor. Selim Babullaoğlu “Ben”i söylediği şiirlerinde çoğulu duyumsatabiliyor. Bu yolda daha da ustalaşacağı besbelli. Böylece çağının, toplumunun ona yükleyeceği sorumlulukları taşımaya hazır olduğunu da açıklıyor: “Ben ki teklikte yalnızlıkta gurbetteyim.” Sevgili Selim Babullaoğlu, başarı yolların hep açık olsun! ? Haziran’da Okunan Nağmeler nelde bizim kuşağın “manzume” dediği biçimdedir. Dörtlükler, uyaklarla, dilin müziğine, ritmine ulaşmaya çalışan bir yoldadır. Bizde neredeyse yirminci yüzyılın ortalarına dek olduğu gibi... Bunlardan kimileri, “serbest şiir”in (Böylesi bir tanım Türkiye’de çoktan unutuldu.) tadına, dilin gerçek tınısına, çağdaş müziğine varamazlar. Bu sözlerimi, sevdiğim kişiler, Azerbaycanlı dostlarım umarım yanlış anlamazlar. Bilge kişilerin, kendilerinin dışarıdan nasıl görüldüğünü bilmekten kimi yararlar çıkaracakları umudu yazdırıyor bana bunları... “SERBEST BİÇİMLİ AZERBAYCAN ŞİİRİ” Belki de bu “önyargı” nedeniyle, serbest biçimli bir Azerbaycan şiiri gördüm mü ilgim artar. Baku’ya son gidişimde, ülkesinde olduğunca, Türkiye’de de bilinen, tanınan, sevilen yazar Sevgili Anar, bana böyle yazan bir ozanı tanıştırdı: Selim Babullaoğlu. Selim Babullaoğlu’nu, Sayın Yasemin Bayer’in İstanbul ağzına dönüştürdüğü şiirlerini okuyarak tanıdım. Onun bu kabuğu kırmaya çalıştığını gördüm. Başta yazdıklarının genel geçerliği olamayacağını anladım. Düzene sokma adına yazdığı kimi dörtlüklerde bile “serbest”lik alttan alta duyumsanıyordu: Biraz uzaklarda arayın beni, Biraz sohbet edek bu yerden uzak Biraz hayallerde arayın beni, Kaçak bu pislikten, kaçak kurtulak. ? Cengiz BEKTAŞ ayın Yasemin Bayer, başka dillerden aktardığı önemli yapıtlarla yazınımızı varsıllaştırma çabasını sürdürüyor. Almancadan aktardıklarının birkaçını okudum. Şimdi de Azerbaycan dilinden çevirilerini okuyorum. Bunlardan biri üzerine düşündüklerimi sizinle paylaşmak istedim. Öteden beri biliriz, eski Sovyetler Birliği’ni oluşturan ülkelerde şiir, ge S Selim Babullaoğlu Haziran’da Okunan Nağmeler/ Selim Babullaoğlu/ Çeviren: Yasemin Bayer/ Telos Yayıncılık/ 80 s. M. Kemal Atatürk, Bilim ve Üniversite ? Abdullah TEKİN D ünya ölçeğinde ilk üniversiteler İtalya’da göze çarpar. Bu üniversitelerin Rönesans olgusuna altyapı niteliğinde katkı sağladığını söylemek yanlış olmaz. XI. yüzyılda gözlenen Bologna Üniversitesi’ni XIII. yüzyılda Oxford ve Cambridge üniversiteleri izler. Bu tablo üniversite zincirinin İtalya’dan İngiltere’ye taşındığı anlamına gelir. Bu üniversitelerin açıldığı yıllarda Türkler gruplar halinde Anadolu’ya yerleşirler. 1299’dan itibaren aşiretin beylik ve devlet konumuna dönüşmeye başlaması, 1453’te İstanbul’un alınmasıyla devletin imparatorluk olarak anılmasına neden olur. İstanbul’daki kiliselerin bazılarını camiye dönüştüren Fatih Sultan Mehmet her birine bir yüksekokul kurarak ilk üniversitenin temelini atar. Sahnı Seman, verilecek en seçkin örneklerden biridir. Fatih, bilim ve sanata değer veren, bilim ve sanatı koruyan bir kişi olduğu için kurduğu üniversitelere atanan profesörlere yüksek ücret verilmesini sağlamış ve onların saygıdeğer bir konumda yansımalarına özen göstermiş, olanak tanımıştır. Dahası bu profesörlerin padişah çocuklarına da eğitim vermelerini sağlamıştır. Nitekim bu çerçevede oğlu Bayezid’in 12 profesörden ders aldığı bilinir ki bunların arasında Molla Gürani, Molla Zeyrek, Ali Kuşçu gibi bilginler de vardı. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’NİN KURULMASI Fatih’in kurduğu sistem 1863’e kaSAYFA 22 dar devam eder. 1863’te Darülfünun kurulur. 1933 yılında ise Darülfünun kaldırılır, yerini İstanbul Üniversitesi alır. Bu aşamada İsviçreli Profesör Albert Malche’ye hazırlatılan raporun büyük önem taşıdığı noktaya değinmeden önce, yapılan çalışmalara kısaca göz atalım: 1944 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi kurulur. Aynı yılda Nazi Almanyası’ndan kaçan bilim adamları Türk üniversitelerinde görev almaya başlarlar. 1946’da üniversite özerkliği güvence altına alınır. 1978’de Türkiye’de 10 üniversite vardır. 6 Kasım 1981’de 2547 sayılı yasa ile YÖK kurulur. 1987’de Türkiye’deki üniversite sayısı 29’a yükselir. Atatürk’ün 1931’de iki yıl sürecek bir üniversite devrimi başlattığı noktaya döndüğümüzde Profesör Malche’nin Türkiye’ye davet edildiğini görüyoruz. Prof. Malche 16 Ocak 1932’de İstanbul’a gelir. Ankara’da Başbakan İsmet İnönü ve Milli Eğitim Bakanı Esat Sagay’la görüşür. Prof. Malche 29 Mayıs 1932 tarihinde raporunu tamamlar. Fakülteleri, kütüphaneleri, laboratuvarları görerek, öğretim üyeleri, memur ve öğrencilerle konuşarak hazırladığı raporunu Başbakan, Milli Eğitim Bakanı ve diğer ilgililere veren Malche 9 Haziran 1932’de ülkemizden ayrılır. Malche 2 Mayıs 1933’te tekrar Türkiye’ye davet edilir ve müşavir olarak çalışmasına olanak tanınır. 2 Temmuz 1933’te İstanbul Darülfünunu’nu ziyaret eden Atatürk, Prof. Malche’yi kutlar. PROF MALCHE’NİN RAPORU Prof. Malche raporunu hazırlama dan önce öğretim üyelerine çeşitli sorular sorarak bir ön çalışma yapar. Öğretim üyelerine sorduğu iki önemli soru: 1) Dersinizin kitabını yazdınız mı? 2) Batı dillerinde yayımlanmış araştırmalarınız var mı, şeklindedir. Prof. Malche, rapor düzenlediği ülkeyi “çeşitli nedenlerle henüz düşüncenin ve bilimin bütün sosyal katmanlarda saygı duyulmadığı bir memleket olarak değerlendirir. “Sonuna gelmiş olduğumuz bütün bu raporun amacı, İstanbul Darülfünunu’nun milli kültür ve modern bilim için yüksek bir makam haline nasıl getirilebileceğini göstermektir. Son bir defa tekrar ediyorum ki, esas sorun, bilimleri nakil yoluyla değil, yaratıcı düşünceyi ortaya çıkarıcı şekilde düşünmektir. Darülfünun bilimsel zihniyeti yaratmakla sorumludur ve bunun dışında kurtuluş yoktur. Bu zihniyet ise şahsi araştırmalar yapmakla ve öğrenciler tarafından kuvvetli ve istekli bir gayret harcanmasıyla gelişir. Raporumda her şey bu şarta bağlıdır ve bu olmadan gerçek bir Darülfünun, gerçek bir düşünce hareketi yoktur. Darülfünun meselesi esas itibarıyla Türkiye’nin fikri, manevi hatta istikbali meselesidir. Eğer bir uygarlık ancak bilimin gelişmesi oranında ilerlerse o zaman şüphe yok ki Darülfünunun iyi bir medeniyet aleti olması için her şey yapmak lazımdır. ”(s. 137) Atatürk, Prof. Malche’nin raporunu dikkatle okur ve notlar alır. Bu notlar üniversitenin ne olması gerektiğini ortaya koyan, günümüzde de geçerli olan ilkeleri içerir. Atatürk’e göre bu iş salt bir üniversite işi değil, tüm ülkenin bir kültür sorunudur. Atatürk’ün notları onun ulusal ve çağdaş bir üniversite isteminde olduğunu göstermektedir. DR. REŞİT GALİP 18 Ağustos 1932’de Esat Bey Milli Eğitim Bakanlığı görevinden ayrılır, yerine Dr. Reşit Galip Bey atanır ve 31 Mayıs 1933’te İstanbul Üniversitesi kurulur. Dr. Reşit Galip üniversite reformunu başlatır. Atatürk, Reşit Galip ve yapılan reformla ilgili olarak “Doktor’a gıpta ediyorum. Üniversite gibi çok güç, çok şerefli bir işi başarmak Ona nasip oldu”der. (s. 156) “Mustafa Kemal Atatürk. Bilim ve Üniversite”, Atatürk’ün çağdaş uygarlığa ulaşmak için üniversitelere ve bilime verdiği değerle, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştirmenin önemini çok iyi anlatan bir kitap. ? Mustafa Kemal Atatürk, Bilim ve Üniversite/ Prof. Dr. Metin Özata/ Umay Yayınları/ İzmir/ 290 s. KİTAP SAYI ? 866 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle