29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AZ ŞİİR, ÇOK ŞİİR O K U R L A R A Kemal Bekir 1924 yılında Denizli'nin Çivril ilçesinde doğdu. İlk ve ortaokulu Denizli ve İzmir'de okudu. 1949 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümünü bitirdi. Aynı Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahneye çıktı. 1951 yılında Türk Ceza Kanunu'nun 141. maddesine muhalefetten tutuklanarak hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra muhasebecilikle uğraştı. 1959 yılında girdiği İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda oyunculuk ve yönetmenlik yaptı. 1980'den sonra tekrar Devlet Tiyatroları'na döndü ve İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda çalıştı. 1989'da emekli oldu. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde öğretim üyeliği yaptı. Yerli ve yabancı yazarlardan pek çok yapıtı oyunlaştırdı. Kemal Bekir'in ilk yayımlanan yapıtı bir şiir ve 1944 yılında 'İstanbul' dergisinde yayımlandı. Öykülerini Fikirler, Seçilmiş Hikâyeler, Yeditepe, Varlık, Yazko Edebiyat, Felsefe Dergisi, Somut ve İnsancıl gibi dergilerde yayımladı. Nahit Sırrı Örik'in 'Sultan Hamit Düşerken' romanından oyunlaştırdığı 'Düşüş'le Sanatsevenler Derneği'nin 197576 yılı En İyi Oyun Yazarı ödülünü ve 'Hücre 1952' romanıyla da 1998 Orhan Kemal Roman Ödülü'nü aldı. Kemal Bekir'in tüm yapıtları şimdilerde Pencere Yayınları tarafından yayımlanıyor. Kitapları yayımlandığı dönemlerde eleştirmenlerden olumlu eleştiriler almıştı. Bu eleştirilerden bölümler kitapların yeni baskılarında kapak arkalarında yer alıyor. Edebiyatımıza önemli roman, öykü ve oyunlar kazandıran Kemal Bekir ustamızdan yeni yapıtlar beklediğimizi de belirtelim... ağlarca öfkelenmiş Hilmi Yavuz’a, "beş şiirle şair olduklarını sanıyorlar" diye kestirip atıyor. Seçtiği örnek üzerinden bile haksız bence Dağlarca; orada nicelik değil sorunu yaratan, nitelik: Ikınarak o kadar şiir yazılabiliyor sonuçta. Ama Dağlarca’nın itirazı yeni sayılmaz; Cemal Süreya’ya da aynı ölçüyle yaklaştığını anımsıyoruz. Mallarmé’den Dıranas’a, Eliot’tan Ece Ayhan’a az sayıda şiir bırakan şairlerde birim başına işleme miktarı oldukça yüksek, fire oranı hayli düşüktür; hesaba böyle de bakılmalı. "Çok şiir"li şairlere de içerlendiğine tanık oluyoruz: Durmadan yazdıkları, yeterince elemedikleri, işlemedikleri başlıca karşıçıkış gerekçeleri arasında. Bir de itiraf edilemeyen gerekçe var bence: "Çok şiir"li şairin yapıtı ciddi mesai istiyor; göze alamayınca, göze alınmaya değmez yaftasını yapıştırmak işi kolaylaştırıyor. Kimleri sayabiliriz "çok şiir"li şairler arasında? Victor Hugo’yu, Aragon’u, 2500’ü aşkın şiiriyle Rilke’yi, Dağlarca’yı listenin başında görüyoruz. Kim ne derse desin, büyüklükleri tartışılamayacak şairler bunlar. Öyleyse, niceliğin örseleyici payı sanıldığı kadar değil burada. Az şiirli şairlerin, çok şiirli şairlerin kötü örnekleri bir dolu oysa. Anlaşılan, anlamsız bir ölçülendirme tartışması bu: Azdan çoktan çok iyikötü, hassahte, derinsığ, sahiciyapmacık üzerinde oyalanmak en doğrusu belki de. Gelgelelim, "kanı"larla yapılacak işlerden değil bu; oturaklı çözümlemeler eşliğinde derin yorumlar geliştirilebilir ancak. Onu da, çoğu zaman, vatos üslubuyla vurup geçen şairlerden bekleyemeyiz. Yaklaşımını temellendirerek sunan şairlere bakılabilir. Çağdaş şairlerde o soy değerlendirmelere sıkça rastlıyoruz. Eliot’ın, Bonnefoy’nun, Zanzotto’nun (örnek sayısı kolaylıkla arttırılabilir) başka şairler üzerine kurdukları metinler öğreticidir. Hiç de okşayıcı olmayan okumalarla karşılaşılır orada: Eliot Poe’ya, Bonnefoy Baudelaire’e alabildiğine sert optiklerle sokulurlar. Cemal Süreya’nın da öyle bir yanı vardı. Bu sertliklerin "kişisel hınç"la, "kıskanç"lıkla D Enis BATUR Pervasız Pertavsız İki çıkma ilgisini göremezsiniz: Dipten gelen itirazlardır, özlü poetika zıtlaşmalarına dayanırlar. Bir iki sıfatla şair bertaraf etmeye olsa olsa mahalle manzumecileri kalkışıyor artık. "Çok şiirli"lerle ilgili son bir ayrıntı: Hugo, Aragon, Rilke gibi şairlerin nesir alanında da küçümsenemeyecek bir yapıt ortaya koyduklarını görüyoruz: Sefiller, Malte Laurids Brigge’nin Notları iz bırakmış ürünlerdir. "Az Şiirli"lerde yazı iyice öne çıkar: Valéry’nin Defterler’i bir başına anıtsal boyut taşır sözgelimi. Dağlarca’nın bir ayrıcalığı var bu bağlamda: Yekpâre şiir onunkisi. Neye elini atsa, lâmbadan şiir cini çıkıyor. SALÂH BİRSEL’E BİR ARASELÂM Kimi yazarlar yaşarken şanssızdırlar, şansları ölümlerinden sonra değişir, açılır. Oğuz Atay dörtdörtlük örnek: Erken yaşta öldü, sağlığında kitaplarını yayımlamakta zorluklar çekti; sonrasında, İletişim Yayınları doğru bir yuva oldu yapıtları için, hem iyi toplandı ve sunuldu, hem topladığı ilgi azalmadı, tersine yayıldı. Kimileriyse, öteki kutupta: Salâh Birsel’in yapıtı sağlığında karşılığını buldu (geç açıldıydı Salâh Bey, ama geniş okur kitlesine ulaşmakta çok gecikmedi) ve etkili oldu, şimdi oldukça dağınık bir görünümde (tek bir yayınevinde toplanmalıydı), üstelik pek çok kitabına ulaşmak olanaksız: Şiirleri tek ciltte toplanabilirdi, günlükleri nicedir yok piyasada, Dört Köşeli Üçgen gibi sıradışı bir kitabı raflarda bulabilene aşkolsun. Böyle bir tablo, geçici bir süreliğine de olsa, yazarın etki alanını daraltıyor ister istemez. Yazar, gün gelir o koşullardan sıyrılır, yapıtı ulaşılabilir hale gelir. Oysa Edebiyat, okur önünde, sürekliliği açısından yara alır. Salâh Bey, üslubu ve dünyasıyla, benim kuşağım üzerinde birinci dereceden etkili olmuş yazarlardan biriydi: Füsun Akatlı’dan Hulki Aktunç’a, Selim İleri’den şu satırların yazarına ve başkalarına üstüne üstlük dostluklar da geliştirmişti. Bir sonraki, iki sonraki kuşak önemini, gücünü tam Salâh Birsel Fazıl Hüsnü Dağlarca TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] anlamıyla kavrayamadıysa, yapıtını tam anlamıyla göremediği içindir. Ortaya koymuş olduğu yapıta bakarak söylüyorum: Salâh Birsel bir Alman, bir Fransız, bir İtalyan, bir Japon yazarı olsaydı bugün kitaplarının ortalama okur sayısı yılda yirmi bini aşar, yapıtları pek çok yabancı dile çevrilir, etrafında sempozyumlar, kolokyumlar düzenlenir, adına yıllıklar çıkarılır, her yıl bir düzine doktora çalışmasının konusu olurdu. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum. Böyle de, neden böyle? Asıl yanıtı aranması gereken soru bu. Türkiye, kendi kültürünün cenneti değil. İstanbul, "Avrupa Kültür Başkenti" olacakmış olur da, olsa ne olur?Kültür hayatımızın yönlendiricisi konumuna yerleşen baronlar, baronesler kendi uyuzlarını kaşımaktan öte bir sorumluluğa sahip olmalı, bu sorumluluk başlarına kakılmalı belki de. Büyük kurumlar, büyük kuruluşlar kol geziyor bu alanda: "Yüz çığlık bir yumurta"dan ötesine nasıl geçilecek bakalım?Salâh Birsel, bir dönem TDK’nin yöneticilerinden biriydi. Orada neler ortaya koyduğu, Türk Dili’nin hangi özel sayıları için olağanüstü çaba harcadığı anımsanıyor mudur?Yapıtına da, yaptıklarına da dönüp bakmadan mek parmak ilerleyemez, durma gerileriz, diyorum ben.** Aklıevvelin biri çıkıp "onca yıl yayıncılıkla uğraştın, neden sorunu çözmedin öyleyse?" diye sorabilir. Denedim, başaramadım. Benim yayın yaşamımdaki başarısızlıklarım saymakla bitmez. ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk? Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız ? Yayın Yönetmeni: Turhan Günay ? Sorumlu Müdür: Güray Öz ? Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı ? Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. ?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişliİstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 ? Baskı: İhlas Gazetecilik A.Ş. 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna İstanbul Tel:0 (212 454 30 00 ? Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden / Reklam Müdürü: Eylem Çevik? Tel: 0 (212) 251 98 74 75 0 (212) 343 72 74 ?Yerel süreli yayın ? Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 866 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle