06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Drama ‘halkın afyonu’ mu, ‘hayatın provası’ mı? 2 005 sonları, 2006 başlarında birbirine çok yakın iki farklı zamanda iki ayrı elektronik bildiri aldım. Biri “Şeyh Bedreddin Film Kolektifi”nden (www.seyhbedreddin.net ) geliyordu bunların, ötekisi “Oluşum Drama Enstitüsü”nden (www.olusumdrama.com; 312.4178456). Doğru yazımıyla Şeyh Bedrettin Film Kolektifi, hedefi doğrultusunda bir de “manifesto” yayımlamıştı. Şöyle deniyordu manifestoda: “1Drama halkın afyonudur, 2Kahrolsun beyaz perdenin ölümsüz kralları ve kraliçeleri. Yaşasın sıradan, günlük işlerin başındaki ölümlü insanlar!, 3Kahrolsun burjuva senaryoları!, 4 Drama kapitalistlerin elinde ölümcül bir silahtır. Biz bu silahla devrimci günlük yaşamımızı sergileyerek silahı düşmanımızın elinden alacağız!, 5 Modern drama da eski dünyanın bir artığı, devrimci gerçeğimizi eski şekillere sokma çabasıdır, 6Kahrolsun günlük yaşamımızın tiyatroda sahnelenmesi. Bizi olduğumuz yerde yakalayıp çekin!, 7Senaryo üzerinde uydurulmuş bir masaldır. Biz kendi yaşamımızı yaşarken üzerimize biçilen görüntülere boyun eğmeyeceğiz!, 8Herkes kendi işini yapsın, başkasının işini engellemesin! Sinemacının işi bizi, işimizi engellemeyecek bir şekilde çekmektir, 9Yaşasın proletaryanın devrimci sinegözü!” Oluşum Drama Enstitüsü’nün bildirisi ise çok kısaydı: “Drama hayatın provasıdır.” Şeyh Bedrettin Film Kolektifi, “işçiişsiz ve yoksul emekçi gençlere ücretsiz Sinema Atölyesi’nin ilk ayağı” olarak bunu, “emekçi semt Esenyurt’ta hayata geçiriyor”du. “İlk dönem Sinema Atölyesi’nde perde(!) 20 Kasım 2005 pazar günü Esenyurt’ta Güney Kültür Merkezi’nin etkinlik salonunda açılacaktı başka bir duyuruya göre. 1926 Mart 2006’da gerçekleştireceği “Emperyalizme ve Savaşa Karşı Küresel Kısa Film Festivali”nin duyurusunda da şu satırları dikkati çekiyordu Bedrettincilerin: “Sen. Kamera arkasındaki sinemacı ve sahnedeki tiyatrocu, sizden şoven gerici emperyalist KİTAP gerici savaş filmleri çekmenizi ve oyunları oynamalarını isterlerse, yapılacak bir tek şey var: Hayır de!… / Sen. Makine başındaki adam ve atölyedeki. Sana yarın su boruları ve vanalar yerine çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var: Hayır de!… / Sen. Tezgâhı ardındaki kız ve bürodaki kız. Sana yarın bomba doldurmanı ve…” Böylece sürüyordu metin… Düşünüp kalmamak olası mı: Bedrettinciler diyor, “drama halkın afyonu”; Oluşumcular diyor, “drama hayatın provası”. Hoş o en genel hayatın provası içinde, halkın afyonlanışından da söz edilebilir elbette. Ama savsöz bağlamında böylesine taban tabana ters duruşu nasıl bağdaştıracağız birbiriyle? OLGUSAL GERÇEKLİĞİN İKİ YAKASI... Bedrettincilerin manifestosu yabancı değil bize. Dziga Vertov’un manifestosu bu! Tıpatıp Vertov’un sözcükleri olmayabilir ama bir biçimde Vertov’un “sinegöz” kuramının dile getirilişi yine de. Dziga Vertov’u (18961954) anımsayalım önce. Ana Britannica’dan aktarıyorum: “Sovyet sinema yönetmeni ve kuramcısı. Kamerayı gerçek yaşamdaki olayları incelemek üzere kullanılan ve insan gözüne çok benzeyen bir araç olarak değerlendirdiği sinemagöz (kinoglaz) kuramını geliştirmiş, 1920’ler boyunca bütün dünyada belgesel sinemanın ve sinemada gerçekliğin gelişimini etkilemiştir. Teknik yenilikler kullanarak gerçekleştirdiği, görülebilir dünya üzerine incelemeler niteliğindeki filmleriyle, tiyatro etkisinden uzak ve yapay stüdyo çekimlerine yer vermeyen yeni bir sinema dili yaratmaya çalışmıştır.” “Çektiği filmler ve kuramları 1960’larda gelişen cinémavérité hareketine (“insanları günlük yaşamları içinde, doğal hareketleri ve gerçek konuşmalarıyla yansıtmaya dayanan sinema hareketi) temel oluşturdu.” Vertov, Nijat Özön’ün “ ‘SinemaGöz’cülerin Devrimi” başlığıyla çevirdiği ünlü manifestoSAYI 862 sunun bir yerinde şöyle sesleniyor: “Bugünden sonra, sinemada artık filme alınmış tiyatro düzenlemelerine ihtiyaç yoktur.” (Türk Dili, Ocak 1968, s.196, Sinema Özel Sayısı, s.298) Vertov’un söz konusu manifestokuramına daha ayrıntılı bakabilmek için dostum Uğur Kutay’la Şenol Erdoğan adlı ürün ortağının verimlediği Görüntünün Darbesi Manifestolar (Es, 2005) adlı kitaba göz atmak zorunlu. Vertov, burada da şöyle söylüyor: “…Romanın tatlı kucaklamasından, / psikolojik romanların zehrinden, / aşk tiyatrosunun sıkıcılığından, kaçın!” (Bak.: 1115) Ancak üç sayı yaşatabildiğimiz “Belgesel Sinema” dergisinin dördüncü sayısı da yayımlanabilmiş olsaydı, sevgili Uğur Kutay’ın, Dziga Vertov’un Kameralı Adam filmine yönelik, bu arada büyük sinemacının verimindeki çelişkilere değinen bir eleştiri yazısı da yer alacaktı. Olgusal gerçekliğin iki yakasını anımsatmak amacıyla konuya değinip geçiyorum şimdilik şuracıkta. Gerçekliğin göreceliği değil söz etmek istediğim, ama eğer bu savsözler, bir yanlarıyla kabaca da olsa buluşabiliyorsa o zaman sıkı biçimde durmak gerekmez mi bunun üzerinde? Sözgelimi afyonlanmış hayat, bir hayat provasıdır da. Aynı şekilde yukarıda Bedrettinciler tarafından savaşa karşı yapılan çağrı metni de özellikle dramatik, hatta bunun ötesinde dramatik hale getirilmiş bir metin olarak alınabilir pekâlâ! Ama bu konulara değinmeyi, birkaç hafta sonraya bırakmak düşüncesindeyim ben. 10. Uluslararası Binbir Belgesel Film Festivali için kaleme alacağım yazıda döneceğim yeniden konuya. “OLUŞUM DRAMA ENSTİTÜSÜ”NDE “HAYATIN PROVASI”... Unutmayalım, nereden geldik buraya; iki farklı sanat kuruluşunca dile getirilen “drama halkın afyonu” ile “drama hayatın provası” savsözlerinin karşıtlığından. “Drama hayatın provası” söyleyişinde genel geçer bir deyiş yatkınlığı seziliyor. Oluşumcular da Bedrettinciler gibi Türkiye’nin etkin, dinamik gruplarından. Gerçekten de Oluşum Drama Enstitüsü, ancak büyük kurumların altından kalkabileceği büyük işlere imza atıyor. Hatta denebilir ki özellikle “yaratıcı drama” alanında yürüttüğü çalışmalar, belli ki, bu alanın en önemli kurumlarından biri yapmaya aday onu. Zaten bu alanda üretimde bulunan öyle az sayıda kurum var ki. İlk ağızda Çağdaş Drama Derneği, Oluşum Drama Enstitüsü, Prof.Dr. İnci San’la AÜ Eğitim Bilimleri fakültesinde başlayıp öteki eğitim fakültelerinin ilgili bölümlerinde süren, özellikle AÜ Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümüyle öteki fakültelerin tiyatro bölümlerinde belirginleşen çalışmalar, Kocaeli Bölge Tiyatrosu’nun yaratıcı drama seminerleri bunlar arasında anımsanabilir… Oluşum Drama Enstitüsü’nde “hayatın provası” için sürdürülen çalışmalar nasıl gidiyor dersiniz? Galiba Naci Aslan’ı tanımalıyız önce… Onun yirmi yılı aşkın bir zamandır alana kattığı erke, hiç de yabana atılacak gibi değil doğrusu! Ta o yıllardan tanıyorum onu. Alanın, işini ciddiye almış sevgili bir emekçisi, bir tiyatro gönüllüsü, “vefa” duygusu yüksek bir tiyatrocumuz… Artık “Naci Aslan”la “Oluşum” adları özdeşleşmiş, özdeşleşen bu adlarsa dramayla anılır olmuş… Nitekim Türkiye genelinde bir özel tiyatro topluluğu, drama kuruluşu olarak öyle güzel işler yapıyorlar ki, insanda saygı uyandırıyorlar bu tutumlarıyla. Oluşum Drama Enstitüsü, 2325 Haziran 2006’da gerçekleştirdiği “Türkiye 8.Drama Liderleri Buluşması ve Ulusal Drama Semineri” etkinliğinin akışını göndermişti aylar öncesinden. Sunulacak bildirilerden kimilerinin başlıkları şöyleydi: “Yaratıcı Dramanın Özgürlüğü, Alışkanlıkların Kalıpları”, “Küreselleşme ve Yabancılaşmanın Sorunlarına Karşı Drama”, “Okul ve Şiddet Olgusunun Drama Yöntemi ile İşlenişi”, “Yaratıcı Drama Uygulamalarının Kişisel ve Mesleki Gelişime Etkileri”… Bir de poster sunum başlığı: “Down Sendromlu Çocukların Eğitiminde Dramanın Uygulanması”… Bu yılkine katılamadım, ama önümüzdeki ilk etkinliğine katılmaya kararlıyım Oluşum’un. Sözlükler, ansiklopediler arasında bir kısa gezinti zorunlu aslında… Öyle ya sözcükler, terimler, kavramlar arasında dolaşmadan sağlıklı bir çözümlemeye nasıl varacağız? Gerek sözcük gerekse terim, kavram bağlamında neler söyleyebiliriz dram, drama, dramatik olan, dramatizasyon, melodram vb. sözcükler için? Ben kendi payıma, bunların yanına diyalektik, zor, oyun, tragedya vb. kavramları da eklemenin yararlı olacağını düşünüyorum. Zaten Oluşumcular da bu gereksinimi duymuş olmalı ki, yoğun bir yayın desteği veriyor drama çalışmalarına. Böylece kuramsal anlamda hemen hiçbir boşluk bırakmamaya çabalıyorlar denebilir. yımladığı kitaplarla, bültenlerle yayıncılık alanında da kendini kanıtlamış görünüyor. Eektronik duyuruların ardından çıkagelen bir kucak kitap, yanı sıra üç beş sayı da olsa bülten, bunu somut biçimde göstermeye yetiyor bence. Her birinin başlığı altında o savsöz yine: “Drama hayatın provasıdır.” (İki ayrı bültende “Yaratıcı drama yaşamın provasıdır”, “Yaratıcı drama hayatın provasıdır” biçiminde anılmış.) Bülten deyip geçmeyin. Bunlardan biri var ki, bu alanda verimlenmiş kitap, makale, bildiri, tez, süreli yayın, çeviri ne varsa tümünü de künyeleriyle tanıtıyor okura. Bu nedenle “Türkiye Drama Bibliyografyası Özel Sayısı” (Ocak 2002, s.17) olmuş bu. İnternet sitesinde İngilizce kaynakça da sunuyor Oluşum. Naci Aslan, söz konusu sayıya yazdığı sunuşta şöyle diyor: “Artık yayınların hepsinin bulunabildiği bir ‘Drama kitaplığı’ kurulmalıdır. Bu kitaplığın Çağdaş Drama Derneği’nde oluşturulması daha anlamlı olacaktır. Dileyenler buradan kütüphane çalışma ilkelerine göre yararlanmalıdırlar. Bizler Oluşum olarak, internet sayfamızda bir bilgi bankası oluşturma çabasındayız.” Hiç değilse satır başlarıyla olsun adlarına değinmek istiyorum “Oluşum Yayınları”nca yayımlanan bu kitapların: Dramada Arayışlar (2005), Dramaya Çok Yönlü Bakış (2001), İlköğretimde Drama ve Tiyatro (2002), Drama ve Müze Pedagojisi (2002), Türkiye 1. Drama Liderleri Buluşması (1999 [?]), Drama Liderliği (2004), Okulöncesinde Drama ve Tiyatro (2003)… Bu kitaplar, Ulusal Drama Seminerlerinde ya da Ulusal Drama Liderleri Buluşmalarında sunulan bildirilerden, yapılan tartışmalardan, gerçekleştirilen atölye çalışmalarından oluşuyor. Kitapların tümü de Naci Aslan tarafından yayına hazırlanmış. Dramada Arayışlar ise “Arayışını hiçbir zaman bitirmeyecek olanlara…” deyişiyle sunulmuş yayınevi tarafından… Durdum, düşündüm: “Drama” dediğimiz şey bu arayışın kendisi olmasın sakın? Kitaplardan geçtim, sözcüklere, terimlere, kavramlara bile giremedik henüz. Öyleyse haftaya konuyu sürdürmekten başka yol görünmüyor bize… ALTYAZI: “Drama”yla boğuşurken, Özcan Karabulut aramasın mı beni, “dramatik” bir sesle: “Flaş diski yitirdim” dedi. Önce anlamadım, ne diyor bu Özcan böyle? “Yedek bellek” diye ekleyince, “Haa” dedim. Özcan’ın 15 Haziran 2006’da 10. Uluslararası Ankara Öykü Günlerinde dosya olarak verdiği “Amida” adlı romanı geldi gözümün önüne. Okumuştum, iyi romandı, bir öykü yazarına yakışabilecek ağırlıkta. “Kaygılanma” dedim, “bendeki duruyor, gönderirim.” “Oh be!” deyip rahat bir soluk alırken Özcan, “Dilerim Amida’yı yitirişin ‘melodramatik’ hale dönüşmez” diye ekledim. “Olursa tam ‘dram’ olur artık” dedi Özcan da gülerek, telefonu kapattı. ? SAYFA 21 OLUŞUM YAYINLARI... Oluşum Drama Ensitüsü, ya CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle