24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? yatı çeşitli alanlarda, dergicilikte mizahta, şiirde denemeye çalışıyorlar. “Türkiye’de sağ, din, türban gibi hazır imajlar üzerine gider’’ 12 Eylül’ün ve sonrasının getirdiği bu ahlaksızlık düzeni, depolitize olma modası, sosyokültürel değerlerin kamıkaze şeklinde çakılmasının sizin kuşağınızı yıpratmakla beraber sizden sonraki bizim kuşağın da SARS virüsü oldu aslında… Bütün bunlar, artık kaderinde yüzde doksan entel generallerin söz sahibi olduğu ülkenin gençleri arasında konuşulan şeyler değil ama temel sorun kim ne derse desin bu! Tabii canım! Bizden önceki kuşak bunu yaşadı. Biz da tam arada kaldık. Ne onlar gibi olabildik ne de sonraki hayata ayak uydurabildik. İki arada bir derede kalmış bir kuşak olduk. Şimdikini sorarsan, ne denir bilmem. Herhalde haklısındır. Ama bizim kuşaktan 12 Eylül türü şeylerin sancıları bol bol, fazlasıyla çıktı yani. Anladığım kadarıyla kitabınızda ve karikatürlerinizde “malzemeniz’’ günlük yaşam, sohbetler, halk dili, adabı muaşerete aykırı düşmeyecek argo gibi kavramlar… Özellikle Tayyip Bey, sizin argonuzdan çok şey öğrenmiş olmalı bence. Bilmiyorum AİHM’ye kadar götürür mü ama, bir de dava süreci var sanırım sizinle kendilerinin. “Evde gözlem kalmamış Mahmutpaşa’ya gideyim’’ diye bir şey yok, elbette ister istemez o oluyor. Zaten aklınızın bir tarafı sürekli ona çalıştığı için, bir tarafta o malzeme birikiyor. Yani mizahın doğasında öyle bir şey yok aslında. Mizahın makbulü zaten o an, spontane yapılıyormuş gibi olmasıdır. Bin beş yüz kere oynadığın oyunda, her seferinde tekrar ilk seferindeki gibi anlatmak büyük ustalık ister. Sen bir de Tayyip’in açtığı davayı sordun, o dava hâlâ sürüyor. Biz kazandık. Ama o temyize gitti. Hâlâ devam ediyor Tayyip’in davası.. Ne olacak bilmiyoruz, ama çok da ilgilenmiyoruz, yani. Tayyip’in adına biz üzülüyoruz açıkçası. Cumhuriyet’ten de Musa Kart’ı da vermişti yanılmıyorsam. Bir şey de çıkmayacak sonuç olarak. Ne onun eline bir şey geçecek, ne de biz bir şey alacağız Tayyip’ten. Memleketin bir sürü sorunları var. Keşke bizimle uğraşıldığı kadar onlarla uğraşılsa. Yani ne yazık ki böyle, aslını istersen söyleyecek pek bir şey de yok bu konuda. İstesen de istemesen de bu. ‘’Halkın kendi kendine gelin güvey olması’’ Demokrasiyi, ‘’halkın kendi kendine gelin güvey olması’’diye tanımlıyorsunuz… Evet çünkü genelinde zaten öyle. Kendi seçtiği her iktidar, halkı aldatıyor. Tayyip Erdoğan’ın ilk silahı meşhur “türbanı, hak ve özgürlükleriydi’’. Şimdi bir bakıyorlar AB’ye falan girmeye çalışıyor. Seçim meydanlarında, “biz iktidar olcaz, sizi AB’ye sokcaz’’ dese kimse ona oy vermezdi ki… Yani sağın kullandığı bir şey zaten din. Bu bir oyun, insanlar bunu anlamıyor. Demokrasi için önce genel kültür bilmek gerekiyor. Birey olmanın ne demek olduğunu, onun sorumluluklarını bilmek gerekiyor. Parti ahlakı olmak, ideolojik bilinç sahibi olmak vs… Bunları bilmek ve sindirmek gerekiyor. Hiçbirimizin umurunda olan şeyler de değil. Böyle olunca ne oluyor? Halk “simgelere’’ oy veriyor. Ecevit’in mavi gömleğine, bıyığına, Demirel’in kır atına veriyor. Dediğin gibi, bu ülkede otuz yıldır sol iktidar olmuyor. Ve olması da çok zor artık. Çünkü sağ, din, devlet, inanç gibi hazır imajlar üzerine gidiyor. Sol da, tüm bu klişelerden, hazırlardan kurtulup, sıfırdan yeni bir “fikir’’ üretmeyi ve bunu benimsetmeyi gerektirir. En zor olan şey bu zaten. Eskiden Köy Enstitüleri falan vardı. O olmasa yine de bir takım sol jargon vardı. Şimdi ise otuz senedir sağ iktidar. Kitapta Nâzım’ın ölüm sahnesinin trajedisini okudum. Biraz bu sahneden bahseder misiniz? O gerçek hikâye. Belki bir kalp krizi geçiriş. Merak ettim gazeteyi alır almaz neden kriz geçirmiş. Muhabir bunu hiç mi merak etmemiş? Küçük anektodlar, ama büyük bir ölüm. Sanatçı sevdi mi seviyor. Bazı şeyleri merak etmekle ilgili bu. Bir bölümde de, Adolf Hitler’in akademiyi kazanamayıp, ressam olsaydı, o diktatör ruhla gaz odalarının resmini yapacağı ve bizim ona “en baba res sam’’ diyeceğimiz yazılı. Geçen sene de filme çekildi. Küçük tesadüf gibi görünen ama olmayan şeyler. Yine “Atatürk diyor ki:’’ bölümünde, Paşa’ya “Samsun’a değil de, Hollywood’a gitseydi belki de bizim ilk Ömer Şerif’imiz olacaktı.’’ falan diyor. Neşeli şeyler, ama tapıcı ve kutsayıcı değil. Her şeyi, alabildiğine mizahla, tüm alanlarda insanileştirmeye çalıştım. Hayatın içinde olmak Şiirya da mizahi aforizma kitaplarınız da var. Her daim şairlerin, hayatlarını, kadınlarını merak etmişimdir. “Denemeyenler’’de yer alan bazı yazılardan da anladığım kadarıyla, mizahi olmakla beraber duygusal da bir adamsınız. Şiirle, şairlerin aşklarıyla aranız nasıl? Evet, ama ben daha mizahi yönden de alıyorum. Ama bu biraz da yetenek işi mi desek artık, bilmiyorum. İlk farkediken şey kelime ekonomisidir bende. Birşeyi anlatırken gönderme kullanırım. Bir dil var bende, o dili de bozan başka bir dil var.. Şiir benim çok sevdiğim bir şey. Hayatın içinde var olan şeyleri daha çok seviyorum ama. Bir gece, kafam iyiyken, Kadıköy tarafında bir tabelada “burada durulmaz geri dönülmez’’ tarzı bir şey görmüştüm. Büyük bir şey anlatırcasına değil mi? Ama öyle gafil avlıyor ki seni şiir. Laf kadar anlayan da şairdir aslında. ? Denemeyenler/ Metin Üstündağ/ Sel Yayınları/ 328 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 862 SAYFA 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle