24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Metin Üstündağ ile 'Denemeyenler'i konuştuk Mizahçı MetÜst, son kitabı "Denemeyenler" ile yelkenini hayatın es geçilen trajikomik noktalarına açarken, "bazılarının" düzeniyle, azılı sosyalistliğinin olanca hışmıyla alay ediyor. Üstündağ İle kitabını konuştuk. ? Denizcan KARAPINAR ‘Suya da sabuna da bol bol dokunuruz’ “D enemeyenler"i irdelemeye başlamadan önce, Türkiye’de karikatür dergiciliğinde neredeyse bir devrim diye nitelendirilebilecek bir sıçrama yapan “Penguen’’in oluşum sürecinden bahseder misiniz bize? Özellikle muhalif duruşuyla, az buz değil, kırk yıldır sağ ideolojinin egemen olduğu bir ülkede, sağ iktidarı iğnelemek ve bunu gençlerle başarmak aslında birtakım şeylerin de aşılabildiğini gösterir. Penguen’le başlayacak olursak, Penguen’i tesadüflerle kurduk. Önce Bahadır ayrılmıştı. Selçuk’la (Erdem) ben bir gün Bahadırlara gittik ve çok alakasız bir şey konuşurken, konu döndü dolaştı dergi yapma fikrine geldi. Sonra dergiye Erdil (Yaşaroğlu) geldi. Derdimiz, sağın ve bugünkü politikanın eleştirisiyle beraber, mizahı, önce saf ve komik kılarak doğasına döndürmekti. Çünkü giderek her türlü hakaret, küfür mizah olmuştu Türkiye’de. Yerinde kullanılmayan argo/küfür iyi durmaz. Küfür, mizahta, her zaman kullanamayacağınız son silahtır. Bizim her zaman "temiz mizah" yapma gibi bir titizliğimiz oldu. Ve yeni bir nesil gelmişti, onların uzaklaşmamasını istiyorduk. Başardık sanırım. O çocuklara da okumuyor, apolitikler falan diyorlardı. Bize de, bizden öncekiler belki öyle diyorlardı. Ama biz, bizim işimiz politik mizah yaparak yakınmak değil, yakmak dedik. Ve başladık. Riskli bir çıkıştı. Önce bize garip sıfatlar taktılar. Daha sonradan anlaşıldı ki biz ince bir siyasetle mizahı harmanlamaya çalışıyoruz. Spontane olarak potansiyel ve genç bir okur kitlesi oluştu. Bu bizi çok sevindirdi tabii ki Demek ki bir ihtiyaç varmış. Bir de, bu dergide yalnızca Erdil, ben, Bahadır ve Selçuk vardı başlangıçta. “Penguen’’, kendi siyasi mizahının kendi genç kadrosundan adeta yarattı diyebilirim. Bir Yiğit Özgür olmayacaktı belki de. "Sosyalizm: Yaşamak tek bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine" "Denemeyenler"de, "sosyalist kişiliği", "fikir hemşehrisi" olarak tanımlıyorsunuz. Sosyalist bakış açısıyla mizahın diyalektiğini yapmaya ne zaman başladınız da sosyalist bir MetÜst ya Demokrasi için önce genel kültür bilmek gerekiyor. Birey olmanın ne demek olduğunu, onun sorumluluklarını bilmek gerekiyor. Parti ahlakı olmak, ideolojik bilinç sahibi olmak vs… Bunları bilmek ve sindirmek gerekiyor. ratıldı? Ben siyaseti kitaptan öğrenmedim, hayattan öğrendim. Doğuştan bir sezgisel vicdanım vardı. Güçsüzün, iyinin, adaletlinin yanında olmak gibi altın noktalar içindeki sosyalisti çıkarır zaten. Hayatta bu böyledir. Bizdeki mizah zaten hakkı yenmiş, aşağılanan insanların yanındadır. Bizde “makara kukara mizahı’’ yoktur . Yani suya da sabuna da bol bol dokunuruz. Dolayısıyla, mizahçı olmanın getirdiği bir kural var; hem bir sosyolog hem de bir psikolog gibi olmalı ve insanları çok iyi tanımalısınız. Bir göndermeler sanatıdır mizah. Bir nevi, bazen halk şövalyeliği, bazen de halk soytarılığıdır mizah. Dönemin şartlarına göre bu parametreler değişir. İnsanların başı sıkıştığında, açık açık söyleyemediklerinde yöneldikleri yol mizahtır. Tüm “gerçek sanat’’ yapan, “sanat’’ kelimesinin hakkını veren sanatçıların, adını koymasalar ya da sosyalist demeseler dahi, sosyal demokrat dinamikleri barındırdıklarını düşünüyorum. Benim anladığım sosyalizmi, Nazım’ın “Yaşamak tek bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine’’ dizesiyle tanımlayabilirim ancak. Daha ne diyebilirim ki? Hem tekbaşına olabilen, hem de birlikte olmaktan gocunmadan üretebilen bir imge: sosyalizm… Bir de biz 68 kuşağının cirit attığı dönemde henüz çocuktuk. Ama o dönemin rüzgarını solumadık da değil. Fakirlik de başkaydı. Paylaşımı vardı. Hayat, insanların paylaştığı bir hayattı. İstanbul’da denize girerdiniz. Kısacası sosyalizm dediğimizin size vaadettiği şey olan mutluluk vardı zaten, siyasal rejimi olmasa da… Yeşilin, toprağın olduğu bir hayattı. Sonra radyasyon gibi şeyler girdi bizim hayatımıza. “Diyalektiği bozulan bir hayatın sosyalizmi de ölür’’ diye de bir hafif kara mizaha yönelmiş bir cümle de var elindeki kitapta. MetÜst olmanın, en zor ayrılık anlarında dahi saatli bomba olup da patlama özelliği var mı? Mizahi taraf hayatın karanlık noktalarını çekilebilir kıldı mı sizin yaşamınızda? Tabii. Yani ciddi ciddi giderken birden bozarım elimde olmadan. İster istemez olur bu. Kitapta bir cenaze hikayesinde bunun örneği var. İnsanların ciddi olacakları yerde, içimdeki o “fırlama’’ hep devreye giriyor, iyi de yapıyor aslında. Çoğumuzn mizahını oluşturan da bu savunma mekanizması. Akıl, yaşadığımız ve kedere büründüğümüz anları, çocuklukları, yani o korktuğu şeyleri, nedenler üreterek, komik duruma düşürüyor. Orada başlar mizah. Bunlar ne peki? Bunlar küçükken “öcü’’diye gösterilen şeyler. Okul, aile, devlet vs… Ve yavaş yavaş tek başına bunu ikiüç kelimeyle yıkabileceğini düşündükçe rahatlıyorsun. Ama işin teorisi çok sonra kurulur. Ben yaptığım işi üzerine konuşmaya başladığımda, çoktan MetÜst olmuştum. İşini yaptıkça, hem hayatını hem sanatını hem de teorisini kuruyorsun. Bunun teorisi yapa yapa öğreniliyor. Paylaşımcı bir hayattan, 80 sonrası son derece bencil bir yapıya geçince herkes tökezledi. Kimisi 12 Eylül sonrasına ve bu düzene, kısa zamanda ayak uydurdu, kimisi uyduramadı. Bu kitabın temsilcileri ise, ayak uydurmayı bilenler ama uydurmaya tenezzül etmeyenler. Bu kesim bir zamanlar çoktu, sonra onlar da azaldı. Onlar da düzene ayak uydurmayı denediler. Denemeyenler de aynı ha ? KİTAP SAYI 862 SAYFA 14 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle